Fâtih ile Eşrefzâde


İçmişler ezelde mey-i vahdetten; sözü efsâne olur çün hoş sırdır
esrefzade

Bu Eşrefoğlu Rumî’nin tutarsan pendin ey derviş
Olasın âlem içinde murâdı cümle eşyânın

… O asırda olan pâdişâhın anasının dili tutuldu. Derler ki, o vakitde bulunan hukemâ da’vet olunup, Pâdişâh dedi:
“Vâlidemin dili açılmalıdır. Her ne kadar ki ilâç eylediler, çâre olmadı.” Âciz kalıp dediler:
“Pâdişâhım her ne kadar mu’âlece var ise, eyledik. Allah, te’sîrini halk etmedi. Bu, nefese muhtâçdır. İlâç ile olur değildir. Bu emri ulemâ kullarınızdan suâl eyleyiniz. Onlara sipâriş buyurunuz.”
Pes, pâdişâh, Şeyhülislâm’ı ve Sadreyn Efendileri vesâir ulemâ da’vet olunup pâdişâh dedi:
“Vâlidemin dili tutuldu, du’â edin. Elbetde açılmak gerekdir.”
Ulemâ dediler:
“Bizler, kitâplarda tahrîr olunan emr ü nehyi bildirmeye kâdiriz. Bu emr-i asîr (zor iş), bizim elimizden gelmez. Ehl-i tarîk olan meşâyıhler, vera’ ve mücâhede ve riyâzat sâhibleridir. Keşf ü kerâmet ile ma’rûflardır. Müstecâbü’d-da’ve (duaları kabûl edilen) onlardır. Onlar, sâhibü’l hâl ve sâhibü’l-esmâdır. Bu emr, onların yüzünden vücûda gelir.”
Pes, pâdişâh dahi ne kadar meşâyıh-ı tarîk var ise ihzâr eyledi. Dedi:
“Vâlidemin dili tutuldu. Du’â mı edersiz, teveccüh mü edersiz; vâlidemin dili açılmak gerekdir. Ve illâ diyârımda durmazsız.”
Pes meşâyıh dediler:
“Bize üç gün mehl verin, müşâvere edelim,” deyip gitdiler. Üçüncü gün huzûr-ı pâdişâha gelip dediler:
“Bu iş bizim birimizin elinden gelmez. Zîrâ, bu umûra birimizin kudreti yokdur. Bizler hemân icrâ-yı tarîk için post şeyhleriyiz. Bu emrin vücûd bulması İznik’de Eşrefzâde Şeyh Abdullah vardır, onun elinden gelir. İçimizde ondan gayrı ehl-i hâl yokdur.” deyip cevâb verdiler.
Pes, pâdişâh dahi İznik’e adam gönderip Eşrefzâde’yi getirdiler. Pâdişâh azîm ikrâm eyledi.
Dedi:
“Vâlidemin dili tutuldu.”
Şeyh dedi:
“Bizim dahi vâlidemiz olup önümüze gelir.” Çün vâlideyi şeyhin önüne götürdüler. Şeyh bir filcân ile su istedi. Getirdiler. O suyun üzerine okuyup üfledi, vâlideye verdi. Vâlide dahi içti, “elhâmdüli’llâh” dedi. Pâdişâh’a müjde eylediler. Vâlide, tekellüm etmeğe başladı. Şeyh Eşrefzâde’ye azîm ikrâm eylediler. Vâfir altın vesâir nesne verdiler. Kabûl etmedi.
Pâdişâh dedi:
“Şeyh Efendi tekkenizi tecdîd edelim.”
Şeyh dedi:
“Pâdişâhım, o tekke, bizim gibi nice şeyhi eskidir.”
Dedi:
“Tekkenizi vakf ta’yîn edeyim.”
Şeyh dedi:
“Dervîşler vakıf çeşmesinden su içmezler ve ondan abdest almazlar.” Pâdişâh, etbâ’ına ve vâlidesine dedi:
“Nice edelim, şeyhe bir nesne kabûl etdiremedik.”
Vâlidesi dedi:
“Ben kabûl etdiririm.”
Vâlide şeyhe dedi:
“Ey şeyh, ulû’l-emre itâat var mıdır?”
Dedi:
“Vardır!”
Vâlide dedi:
“Bu altını alırsın.”
Şeyh dahi bi’z-zarûre aldı. Pâdişâh dedi:
“Bu kadar nesne ne olsa gerekdir. Bir şey dahi kabûl etdirmeğe bir çâre olsa!”
Hüdemâ dediler:
“Bir kaç köy bir siyâh cariyenin üzerine edesiz. Câriyeyi dahi şeyhe bağışlayasız.”
Pâdişâh böyle eyledi. Şeyh giderken aldığı altınları sarây içinde beşer onar, ona buna verdi. Meğer şeyhin altın verdiği adamların vâlidede alacakları var imiş. On altın alacağı olana on altın vermiş. On beş altın alacağı olana on beş altın vermiş. Her kimin vâlidede ne kadar alacağı var ise, şeyh ona o kadar altın vermiş. Ba’dehu, Harem kapısı’ndan taşra giderken bir siyâh câriye şeyhin koltuğuna girdi. Şeyh, pâdişâhın yüzüne bakdıkda pâdişâh dedi:
“Sizin abdest suyunuza yardım eder.”
Ve şeyh dahi hankâhına geldi. Ba’de zamânin bir gün bir niceler şeyh ile kelâm ederler idi. Kelâmları terk ile fenâ bahsine erişdi.
Şeyh dedi:
“Bir sâat pâdişâh huzûrunda oturdum. Kalktığım yere yedi yılda oturamadım.”

Kurb-i sultân âteş-i sûzân imiş meğer…

Söyleyecek sözüm var...

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.