Cânı vahdet denizine gark olan câna,
Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar Allah’ın nimetlere eriştirdiği peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır. [Nisâ:69]
İlhamıyla aşkın varlık var oldu / Önce dalgalanıp sonra duruldu
Farketmedi bu hikmeti nâdanlar / Anlayanlar can evinden vuruldu…
Bundan sonraki satırlar 215. Mestmp3 (18.yy sarayhanesinden bir Dilhayat Kalfa bestesi: Evcara saz semaisi)ile dinlenirken vücud buldu…
Bir ağaçdır bu âlem, meyvesi olmuş âdem ve bu âdem meyvesinin çekirdeğidir “söz” Lâkin ne vakit Söz söylemeye niyetlensek Hz. Pir gelir hatrımıza:
“Mâdemki Peygamber değilsin, ümmetten ol. Mâdemki pâdişah değilsin teb’asından ol. Susarak yürüyen âriflerin izine düş ve sende sus; kendiliğinden bir karara varma zahmete düşmeğe kalkışma. Bir üstadın gölgesi altında onun emirlerine uyarak ses çıkarmadan susarak yürü… Madem ki Hakk`ta fânî olup Hakk`ın lisânı olamadın; bâri kulak kesil! Bir şey söyleyeceksen bile suâl tarzında söyle de, sözün bir şeyler öğrenmeye yarasın! Padişahlar padişahıyla hiçbir şeyi olmayan fakir ve muhtaçlar gibi konuş!”
Bir perde olan “Ben”i susturup sessizce yürüme gayretindeki bu mektupta sevgiliden hikayeler nakledelim:
Şeyh Sâdî, velîlerin bütün güzelliklerini Allah Rasûlü’ne borçlu olduklarını, bütün gönül sermâyelerini rûhâniyet-i Rasûlullah’tan tefeyyüz ettiklerini, Gülistan adlı eserinde temsîlî bir üslûb ile şöyle hikâye eder:
“Bir kişi hamama gider. Hamamda dostlarından biri kendisine temizlenmesi için güzel kokulu bir kil (temizleyici toprak) verir. Kilden, rûhu okşayan enfes bir râyiha yayılır. Adam kile sorar:
“–A mübârek! Sen misk misin, amber misin? Senin gönül çekici güzel kokunla mest oldum…”
Kil ona cevâben şöyle der:
“–Ben misk de amber de değilim. Bildiğiniz, alelâde bir toprağım. Lâkin bir gül fidanının altında bulunuyor ve her seher gül goncalarından süzülen şebnemlerle yoğruluyordum. İşte hissettiğiniz, gönüllere ferahlık veren bu râyiha, o güllere âittir…”
Gül, Hazret-i Peygamber r Efendimiz’in sembolüdür. Şu fânî hayat dershânesindeki en mühim tahsil de; O Güller Şâhı’nı tanıyabilmek, O Gül’ün mübârek kokusundan ve rûhânî dokusundan nasip alabilmek, O Gül’ün yaprağında bir şebnem tânesi olabilmektir…
Heyhat o gül bahçesinde durmaya nâil olanlar dahi vuslatta gördükleri firkat hüznüyle zârı zârı ağlıyor; O güzeller güzelini dünya gözüyle gören, mâh cemaline hayran kalıp ona gönül veren aşıkların sesine Hz. Aişe (r.a) annemizin rivayetiyle kulak verelim:
Bir gün Resûlullah’ın yanına bir adam geldi ve ona dedi ki: – Ey Allah’ın elçisi! Ben seni canımdan daha çok seviyorum. Seni oğlumdan da çok seviyorum. Bazan evde otururken aklıma sen geliyorsun. O zaman ev bana dar geliyor. Hemen kalkıp yanına geliyor ve mübarek yüzüne bakarak ferahlıyorum. Seni görmesem, canım çıkacakmış gibi oluyor. Fakat beni bir mesele düşündürüyor. Yarın ikimiz de öleceğiz. Sen cennete girince, diğer peygamberlerle beraber olacaksın. Ben ise daha aşağı mertebede kalacağım için, cennette seni bir daha görememekten çok korkuyorum.
Adam sözlerini bitirdi; fakat Hz. Peygamber(sav) ona bir cevap vermedi. Derken Nisa suresinin 69. ayet-i kerimesi nazil oldu: “Kim Allah’a ve Resûlle itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîklar, şehitler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır.”
İşte aşk budur. Aşık da ayrılık acısını daha vuslatta iken sezen bu sahabîdir. Yüce Rabbim bizleri onun şefaatına nail eylesin (Amin ya Muîn)
Ölüm Allah’ın emri/Ayrılık olmasaydı.
Ayrılıktan şikayet edenler, hicran yarasının ölümden de acı olduğunu böyle dile getiriyorlar. Anlaşılan odur ki, ölüm, Efendimizin ifadesiyle, “Lezzetleri bıçak gibi kesen” acılığına ve soğukluğuna rağmen, Allah’ın emridir diye kabullenilmiştir. Ama ayrılık hiçbir zaman munis görülmemiş, bu ölümden de soğuk nesne aşıklara her zaman “el aman” dedirtmiştir.
Her güne daha bir müslümanca doğma yolundaki siz güzelim canlara lazım olan işte böylesi bir muhabbettir.
Allah’ım bu vuslatı hicran etme
Aşkın sarhoşlarını nalan etme
Sevgi bahçesini yemyeşil bırak
Bu mestlere, bahçelere kasdetme
. . .
İkbal kıblesi yalnız bu halkadır
Umut kabesin öyle viran etme
Bu çadır iplerini öyle katma
Çadır senindir eya sultan etme
Yok dünyada hicrandan daha acı
Ne istiyorsan et de onu etme
Ya Rab! Bizleri sevdiklerin ile hemdem eyle, onlardan ayırma! Onların yanı cennet, uzağı ise cehennemdir. Bizleri onlardan ayırma ki, onların nurundan doya doya içelim.
Vakt-i şerif, Aleme bayram olan Cuma,
ömür ve şahsiyetlerimiz, ahir ve akibet,
zahir ve batınlarımız hayrola, aşk ola, aşk ile dola,
Aşkullah, Muhabbettullah, Marifetullah,
Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola
Şefaat û nebi cümlemize nasib ola efendim
Umalım ki Mevlam söylediklerimizi önce bize duyursun,
sonra ihtiyacı olanlara tesir buyursun. . .
Sözü çok olanın, yalanı dahi çok olur imiş;
Yüksek müsaadelerinizle
Mevlam ateş-i aşkınızı ziyâde eylesin
Gam ve telaş sizlerden uzak olsun da
huzur bulasınız efendim