Gel ey! gurbet diyârında esir olup kalan insan,
Gel ey! dünya harâbında yatıp gâfil olan insan.
Gözün aç perdeyi kaldır Duracak yer mi gör dünya,
Kati mecnun durur buna gönül verip duran insan.
Kafeste tutiye sükker verirler hiç karar etmez,
Aceb niçün karar eder bu zindâna giren insan.
(Gönül) penceremizden süzülen cumanın ilk nûru can verdi bu mektuba, gönlü tertemiz canların sofrasına ikram olunduğunda yine nûr hatta nûrun ala nûr olacaktır. Bu yolculuk boyunca İncesaz grubuna Laszlo Kovacs tarafından yönetilen Macar Radyo Senfoni’nin eşlik ettiği HAC YOLU adlı eseri (219. mestmp3) yoldaş ettik. Parçanın orkestra düzenlemeleri Cengiz Onural ile birlikte besteci ve orkestra şefi Oğuzhan Balcı’ya ait.
Göklerde ve yerde ne varsa, O’ndan ister. O, her an yaratma halinde, yeni bir ilâhî tasarruftadır. [Rahmân, 29]
Halifetullah olan Hazret-i insan da, “iki günün bir olmasın” nebevi buyruğunca, hayra doğru her an yeni bir oluşta gerekir. İnsanın süzülmüşü müslüman, ince ve süzülmüş müslüman da sûfi ise ibnü’l vakittir. Mânası, sûfinin içinde bulunduğu âna göre en evlâ olan şeyi yapmasıdır. “Sûfi”, “hâle” kavuşup değeri arttığı için “vaktin oğlu” olmuştur. Yâni, geçmişi geleceği düşünmez, geçmişe üzülmeyi ve gelecek için kaygılanmayı bırakıp bulunduğu vaktin gereğini yapar.
Vakit, aşık ve maşukun vuslatına sahne bir mahşer provası olan Hac vaktidir. (Zilhicce) Lâkin hacca gitmek başka şey, hacı olmak daha başka bir şeydir. Eve gitmekten maksat, evin sahibini ziyarettir. Binayı değil mânayı görmektir. Esas olan evin Rabbine ibadet etmektir. Bunu çok iyi bilen Hz. Pir Mevlânâ, hacıları uyarıyor ve şöyle diyor:
Ey hacılar! Ey hacılar! Nerdesiniz, nerdesiniz.
Sevgiliniz içinizde, gelin, hele bir gelin siz!
Onlarca kez, o yollardan o eve gidip geldiniz.
Bir kez çıkıp dama bakın, ne hâlde kendi eviniz!
Hac yolunda zahmetiniz, bir define olsun size.
Sizde gizli defineye, siz kendiniz perdesiniz.
[Divan-ı Kebir, VII/14]
Hayatın bizzat kendisi bir ahiret yolculuğu, Hak yolunda bir hac yolculuğudur ama menasik-i Hac ile bütün bir ömre yayılmış olan kirlenmeden arınma söz konusudur, dileriz bütün kardeşlerimize Nasib ola Hacc, Hakk’ın yolunda mebrur, makbul ve hatta mergub…
Mebrur ve makbul, gereklerine uygun olarak yerine getirilmiş, günah ve isyan karıştırılmamış; sonrası, öncesinden daha iyi, zulüm ve ihanetten arındırılmış, ihlas ve samimiyetle sırf Allah için ifa edilmiş olan bir hacdır, hacdan mûrad.
Mekke’nin fethinden önce Kâbe putlarla doluydu. Müşrikler Kâbe’yi ıslık çalarak, el çırparak, çıplak vaziyette tavaf ediyorlardı. İbadeti adet ve eğlenceye dönüştürmüşlerdi. Haccetmek, Kainatın kalbi olan Mekke-i Mükerreme’yi, Kâbe-i muazzama’yı ziyaret etmek; bir bakıma kin, nefret, hırs gibi putlarla dolu olan gönül Kâbe’mizi putlardan arıtmaktır. İçimizdeki cahiliye Mekke’sini mânen fethetmek, laubali cereyan eden ibadet hayatımızı ciddi ve samimi bir kulluğa dönüştürmektir. Hacdan sonra en mühim husus, manevi putlardan temizlenen gönül Kâbe’mizi daima temiz tutmak ve manevi putları oraya yaklaştırmamak, tevhide sâdık kalmaktır.
Niyaz-i Mısri hazretlerinin
Sufiya esma’da kalma gel, müsemma dersin al
Bil müsemmadır heman talim-i esma’dan garaz
tavsiyesi gereğince mühim olan ad” (lafız) değil, “adlandırılan” (mana) olduğu için, hac seyr ü seferinde şu dünya imtihanında bina da kalmayalım da mânayı görelim erenler!
Cenâb-ı Hak, dilini talep ve dua için serbest bıraktığı an, bil ki sana ihsânda bulunmayı arzu etmektedir. [Şeyh İbn-i Ataullah el-İskenderi]
Vaktiyle hac yapmak, Allah’ın emrini yerine getirip rızasını kazanmak, haccın hâliyle hâllenip zevkiyle zevkyâb olmak Cenâb-ı Hak cümlemize nasip eylesin.
Ya Rabbi, lütuf ve keremini üzerimizden kaldırma. Kabul edeceğin duayı bizden tecelli ettir. Bize kulum de, sevgine, aşkına, muhabbetine mazhar kıl.
Ya Rabbi! Bizi sana yaklaştıracak amel ve ibadetlerle merzuk eyle, rızıklandır. Her halimiz ve hareketimiz senin rızana muvafık olsun, bizi kendi halimize bırakma! Daima hakikati göster, hatalardan muhafaza eyle, cümle ihvana dünyevî ve uhrevî saadetler ver, “yardan ayrı kalma” ateş-i azabından koru! Amin Ya mûin..
El-aman ya hu, aşk ile ya(n) ya huu
Vakt-i şerif, Aleme bayram olan Cuma,
ömür ve şahsiyetlerimiz, ahir ve akibet,
zahir ve batınlarımız hayrola, aşk ola, aşk ile dola,
Aşkullah, Muhabbettullah, Marifetullah,
Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola
Şefaat û nebi cümlemize nasib ola efendim
Umalım ki Mevlam söylediklerimizi önce bize duyursun,
sonra ihtiyacı olanlara tesir buyursun. . .
Sözü çok olanın, yalanı dahi çok olur imiş;
Yüksek müsaadelerinizle
Mevlam ateş-i aşkınızı ziyâde eylesin
Gam ve telaş sizlerden uzak olsun da
huzur bulasınız efendim
(Huzur’da olmadan huzur bulunmuyor)
CAN’lara selam olsun…
Bizden Bize yazılmış bu gönül mektubunun köşe bir yerine yine Bizden Bize BİR paylaşım yapmak geliverdi gönülden…
Faydası olacağını umarak;
“HAC”
“Hac”cın iki hedefi vardır ki, bunlardan birisine ulaşmak
zorunludur;
1-Yaşamının “Arafat”ta bulunduğun o anına kadar ruhuna
yüklenmiş tüm günahlarından arınarak, “sıfırlanmak”!..
2-“Maârif Billah” ile hâllenmek sûretiyle,ALLÂHismiyle işaret
edilenin ilmiyle âlemlerini ve düzenini seyretmek…
HACkonusunda öncelikle şunu belirtelim:
Hac günü belirli bir süre Arafat`ta bulunup geçmiş
günahlarına tevbe eden kişi, kul hakkı da dahil olmak üzere
o ana kadar ki bütün günahlarından kurtulur!
HAC, İslâm Dini şartları arasında herkese son derece yararlı olan bir çalışmadır! Zira;
Yaşamı boyunca kişinin bilerek veya bilmeyerek yanlışlardan yaptığı beyninde oluşan ve “günah” adı verilen tüm negatif yük, eksiksiz onun dalga(wave) bedenine yani ruhuna yüklenmiştir!
Ruhundaki bu negatif yükün getirdiği ağırlık yüzünden de
cehennem denilen ortamda battıkça batacaktır!
İşte başına gelecek olan bu felâketten kişinin kendini tümüyle kurtarabilmesi; ruhuna yüklenen negatif yükün tamamiyle “sıfırlanması-silinmesi” HAC`da mümkün olur!..
O ana kadar ruhuna yüklenmiş olan tüm günah adı verilen
negatif yükleri silinir ve “anasından doğduğu günkü kadar
günahsız olarak”geri döner!
Ve geneRasûlullahAleyhisselâm’ın açıklamasına göre,
“Acaba benim günahlarım afvoldu mu; diye şüpheye
düşerse, yeryüzündeki en büyük günahkâr olur.”
Kâbe niçin Mekke`dedir?.. Arafat`ta ne sır vardır ki orada
toplanılmaktadır?
HAC OLAYINDAKİ İKİ BÜYÜK SIR
HAC olayının altında yatan sır gerçekten hafsalaların kolay
kolay alabileceği bir şey değildir. Hac’cın bir kişi için ne kadar önemli ve değerli bir ibâdet, bir eylem olduğuna geçmeden önce bu konuda Rasûlullah Aleyhisselâm’ın üç ana noktaya işaret eden buyruklarından sözedelim:
1-Rasûlulah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu, diyor
HazretiAlikerremAllâhu vecheh:
“Beytullah”a ulaştıracak azık ve binek hayvanına mâlik olup
da, haccetmeyen kişinin yahudi veya hıristiyan olarak
ölmesinin kendisince ne önemi vardır. İşte Allâh kitabında
şöyle diyor:
”İnsanlar üzerinde Allâh’ın hakkı yoluna gücü yetene
Beytullah’ı haccetmektir.”(Ali İmran: 97)
2-İbn Ömer radıyallâhu anh’dan rivayet edilmiştir:
Bir adamRasûlullah’a gelerek sordu:
-Haccı farz kılan nedir Yâ Rasûlullah?.
Resûlü Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem cevap verdi:
-Azık ve binektir!(Tırmızî)
(Yâni hacc yolculuğunu yapacağın bineğin ve yolculukta
yiyeceği kadar azığın).
3- «Umre, kendisi ile öbür umre arasındaki zaman içinde
işlenen günahlara kefarettir. Haccı mebrurun cennetten
başka karşılığı yoktur!»(Müslim)
4-Ebû Hüreyreradıyallâhu anh’ten…
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– Her kim şu beyte gelir, kadına yaklaşmaz, fısk işlemezse, o kimse anasından doğduğu gibi döner!(Müslim)
5- Abdurrahman bin Yâ’mar ed Dîlî radıyAllâhu anh şöyle
demiştir:
Rasûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem Arafat’ta vakfe halinde iken, ben O’nun yanında hazır bulundum. O esnada Necid Halkından bir kaç kişiO’nun yanına gelerek:
-Yâ Rasûlullah, hacc nasıldır? (Haccın hali nedir?)
Rasûlullah buyurdu:
-HACC ARAFATTIR! Kim cem gecesi sabah namazından önce
gelirse Haccı tamamlar. Mina günleri üçtür. Artık kim iki
günde acele ederse onun üzerinde bir günah yoktur. Kim de gecikir ise ona da günah yoktur.
Sonra bunun arkasından bir adam yolladı ve bu hükümleri
yüksek sesle halka duyurdu. (İbni Mâce, Tırmîzi, Ebû
Davud, Nesâi)
6) Abbas bin Mirdâs es- selemî radıyAllâhu anh şöyle
buyurmuştur:
Hz.Rasûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem, ümmeti için Arefe
günü akşamı (Arafat’ta) mağfiret duasında bulundu. O’na
şöyle cevap verildi:
-Zâlim müstesna onları bağışlarım! Çünkü ben mazlûmun
hakkını zâlimden şüphesiz alırım!
Hz.RasûlullahAleyhisselâm:
-Ey Rabbim, eğer dilersen mazlûma (hakkını) Cennet’ten
verir ve zâlimi bağışlarsın?.
diye dua etti. Fakat o akşam bu duası kabûl olunmadı. Sonra Rasûlü Ekrem (ertesi sabah) Müzdelife’de sabahlayınca anılan duayı tekrarladı ve duası kabûl olundu.
Abbas bin Mirdâs:
Sonra Rasûlullah güldü. Bunun üzerine Ebû Bekir ve Ömer:
– Babam anam sana fedâ olsun! Bu saatte gülmezdin! Seni
güldürenşey nedir?. Allâh seni sevindirsin.
Rasûlü Ekrem:
-Allâh düşmanı iblîs, Allâh azze ve celle’nin benim duamı
kabûl edip ümmetimi bağışladığı bilince toprağı alıp başına
dökmeye ve mahvoldum, helâk oldum diye bağırmaya
başladı. Gördüğüm onun bu sabırsızlığı ve üzüntüsü beni
güldürdü.
Buyurdu.” (İbni Mâce)
Evet Hac konusundaki bâzı hadîs-i şerîfler de bunlar…
Şimdi olayın bilimsel izah yönüne geçelim;
«HAC ARAFATTIR»işareti meselenin ana kilit noktasıdır.
Zirâ, Beytullah yani Kâbe-i Muazzama yılın her vaktinde
ziyaret edilebilir ki buna «umre» denilir. Bundan elde edilen
ecir, sevap çok büyüktür ancak «Hacc» gibi olmaz.
Niçin?.
«HAC»da ne gibi bir sır yatmaktadır ki, Rasûlullah’ı «Gidecek binek ve azığı olup da, gitmeyen yahudi veya hıristiyan gibi ölür» mânâsına gelen son derece ağır uyarıyı yapmak mecburiyetinde kalmıştır.
Ev bark, araba al, çocuğunu, torunuzu büyüt, kızını gelin et, yaşlan, dünyadan elini eteğini çek de ondan sonra hacıya gidersin; şeklindeki halkın son derece cahilâne şartlanmasını yanlışlığı vurgulanıp; çok büyük bir gerçeği farkettirmeye çalışıyor!
Hacca gidecek bir bineği ve azığı temin ettiğin anda senin
üzerine HAC farzolmuştur; bu yeterli imkândır; buna rağmen gitmezsen ve gitmeden ölürsen, yahûdî ya da hıristiyan gibi ölmüş olursun anlamına gelen son derece ağır ve önemli bir uyarıda bulunuyor.
KÂBE VE ARAFAT’TAKİ SIRLAR
Bizim müşahedemize, Cenâb-ı Hakk’ın bizde izhar etmiş
olduğu ilme göre…
İnsan bedenini saran sinir sisteminde akmakta olan
bioelektrik gibi, dünyanın yüzeyi altında da akan “negatif” ve “pozitif” radyasyon akımları, kanalları mevcuttur.
Şayet sizin kurmuş olduğunuz ev ya da işyeri veya çiftlik
negatif radyasyon akım kanallarından birisi üzerine isabet
ederse, o evde başınız hastalık ve sıkıntıdan kurtulmaz.
işyerinizde daima işler ters gider. Çiftliğinizde kaza-belâ eksik olmaz, hayvanlarınız barınmaz vesaire..
Aynı şekilde şayet eviniz, iş yeriniz ya da çiftliğiniz pozitif
radyasyon akım kanallarından biri üzerine isabet ederse. Bu defa da eviniz son derece huzurlu olur. Dışardan çoğu zaman evinize kaçarsınız. işyeriniz son derece verimli, bereketli olur. Çiftliğiniz, hayvanlarınız kezâ öyle.
İşte bu anlattığımız akım kanallarına batıda özellikle
İngiltere’de de «ley» hatları deniliyor. “Negatif” olanlarına da «kara akım hatları» tâbiri kullanılıyor.
Burada bir önemli noktaya da dikkatinizi çekmek istiyorum…
Bu dalgalara “pozitif” veya “negatif” tâbirlerini kullanmamız, bize GÖREdir!… Bize yarar sağlaması itibariyle “pozitif”, bize yarar sağlamaması itibariyle de “negatif” deyimini kullanmaktayız… Oysa bu dalgaların kendi yönünden bir “negatif”lik ya da “pozitif”lik gibi bir ayrıcalıkları yoktur! Yalnızca pek çok yüksek frekanslı dalgalardan daha düşük frekanslı dalgalara kadar uzanan dalga türleridirler..
Biz Kudüs, Medine ve Mekke’deki alanların yaydıkları yüksek frekanslı dalgalara “pozitif” demişiz.. Esasen bu dalgalara Din- tasavvuf lisanında da “cemâl” veya “celâl nurları” ismi verilmiştir!
Bize göre “Pozitif” olarak nitelenen ışınımın nispeten daha
düşük frekanslı olanlarına “cemâl nuru”; daha yüksek
frekanslı olanlarına da “celâl nuru” denilir…
Ancak dikkat edile ki… Burada anlatılan, bize çok yararlı olan bu ”cemâl ve celâl nurları” ile “mutlak cemâl ve celâl nurları” arasındaki fark, sanki kibrit ateşi ile Güneş arasındaki fark gibidir!… Gözden kaçmaya!
İnsanların dahi “celâlli” ya da “cemâlî” diye tanımlanması,
beyinlerinin yaydığı bu dalgalar dolayısıyladır.. Yani, kiminin
beyninin yaydığı dalgaların frekansı, kimine göre daha çok
daha yüksektir, ki biz onlara “celâlli bir kişiliği var”deriz!
İşte dünyanın bedeni içindeki, “pozitif” enerji hatlarının
kesişip sanki bir enerji santralı gibi yayın yaptığı en önemli
merkez, Mekke’de bulunan Kâbe-i Muâzzama’nın altıdır ve
bunun uzantısı daArafat Dağı’nın altıdır!
Keşif sahiplerinin keşif yoluyla gördüğü bu gerçeğe Seyyid
Abdülaziz Ed Debbağda «El İbrîz» isimli eserinde değinmiş ve Kâbe’den göğe yükselmekte olan bir «nur» sütunundan, adı geçen eserinde bahsetmiştir!
Bu noktadaki çok güçlü pozitif enerji dolayısıyla Harem-i
Şerîf’teki tüm insanların beyinleri öylesine etkilenip, öylesine güçlü bir faaliyet içine girmektedirler ki bunu anlatabilmemiz mümkün değildir.
Nitekim bu gerçek dolayısıyla Kâbe çevresinde kılınan namaz için Rasûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
-Kâbe’de kılınan iki rek’ât namaz, dünyanın başka
mescîtlerinde kılınan namazdan 100 bin defa daha
sevaplıdır!
Zira Kâ’be çevresinde yapılan her ibadet sırasında, yeraltından yayılan “celâl nurları” yani çok yüksek frekanslı dalgalar dolayısıyla, beyin kat rekât güçlü dalga üretimi yapmakta; hem bunu ruha güçlü olarak yüklenmemekte; hem de dışa dönük bir biçimde yayınlamaktadır.
Gene bir başka hadîs-i şerîfte Rasûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem:
-“Başka yerlerde sadece fiillerinizden mes’ûlsünüz, Kâbe’de
ise düşüncelerinizden de mes’ûl olursunuz.”
Buyurmuştur.
Bunun da gene sebebi, beynin aldığı güçlü enerji dolayısıyla düşünceleri dahi fiil düzeyindeki bir güçle ruha
yüklemesindedir.
Ancak burada bize göre bir başka gerçeğe dikkatinizi çekmek isterim:
Beytullah altında olup çevresini de etkileyen bu alan en fazla yaklaşık 30-40 metrelik bir yarıçaptır! Onun dışı Rasûlullah Aleyhisselâm’ın yaşadığı devirde evlerle kaplıydı! Bugün ise Ebu Cehil’in tuvalet yapılmış olan evinin çevresinde bile, “Kâ’be ‘de namaz kılıyoruz” zannıyla namaz kılan sayısız insan görüyoruz!
Yine bizim tespitlerimize göre, Kâ’be çevresinin dışa yani
çevreye yaygınlaştırılması yerine; 30-40 metrelik çevresinde dönerek yükselen ve inen bir yürüyen yol yapılıp; insanların burada yürürken yedi dönüşü yani bir tavafı tamamlamaları sağlanabilirdi… Bunun için deKâ’be’nin duvarları yükseltilebilirdi!
“Beytullah”taki bu “nurâniyet”ten istifade için, tavafların
özellikle bu mesafe içinde yapılması, açıkladığımız gerekçe
yönünden çok önemlidir; bize göre!
“Beytullah” altındaki bu enerji merkezinin, yani “nurâniyetin” bir başka tezahürü de şudur…
Mekke’ye gelip Kâ’be ziyaretinde bulunanların önemli bir
kısmında, bir kaç gün içinde değişiklikler görülmeye başlanır
beraber oldukları arkadaşlar tarafından…
Bu insanların kimi son derece hırçın, haşin, bencil, hükmedici bir kişilik ortaya koymaya başlar; kimi de son derece munis, hoşgörülü, sevecen, yardımsever bir hâl alır! Kimi çarşı-pazar saldırır; kimi deBeytullah’dan dışarıya adım atmak istemez!
Kişilerdeki bu değişikliğin sebebi bizim tespitlerimize göre
şudur;
Kâ’be ’nin altındaki enerji merkezinden, oldukça yüksek
frekanslı bir dalga yayılmaktadır… “Celâl nurları” diye
isimlenen bu nurlar, hem insanlarda şiddet ve celâl hâli
oluşturmakta; hem de insanlardaki o ana kadar açığa
çıkmamış özelliklerin beyinden dışa vurmasına yol
açmaktadır!
Oraya gitmeden önce, normal kendi hâlinde yaşayan bir kısım insanların, oradan döndükten sonra, hiç de o güzelliklere uymayan bir yaşam biçimi içine girmesi; hatta Dinî değerleri bir yana bırakarak beşeriyetin doğal gereklerine ve sonuçlarına göre yaşam sürdürmeye başlaması işte beyni etkileyen bu yüksek radyasyon dolayısıyladır. Bu yüksek frekanslı dalgalar, onun ikincil kişiliğini oluşturan merkezleri güçlendirerek günlük yaşamının bu doğrultuda açığa çıkmasına sebep olur!
Nasıl ki, bir balon sönükken üzerindeki defolar belli olmaz,
fakat şişirilince ortaya çıkarsa…
Aynı şekilde, oradaki yüksek frekenslı dalgaların beyin
faaliyetini arttırması dolayısıyla da herkesin ikincil özellikleri
orada ortaya çıkmaktadır! Ve böylece çok iyi tanıdığınızı
sandığınız yakınınızın orada içyüzünü görmeye başlarsınız!
Bu çok yüksek enerji dolayısıyladır ki, Mekke’de insanlar çok “celâl”li saatler yaşarlar ve olaylarla karşılaşırlar!
Oraya gidenlerin de bildiği üzere, Mekke halkı genelde sert,
hırçın ve celâlli insanlardır! Bunun sebebi bizim tespitlerimize göre Kâ’be altındaki çok yüksek frekanslı dalgalardan, yani radyasyondan, ya da mecazî anlatımla “celâl nurlarının” tesirlerinden ileri gelir!
Misâl vermek gerekirse, Anadolu’nun herhangi bir yerine
göre, Kâ’be ‘de yayılan dalgalar yüzbin defa daha yüksek
frekanslı yani kuvvetli dalgalardır! İşte bu yüzden “Kâ’be ‘de kılınan namaz başka yerlerde kılınan namazdan 100.000 defa daha sevaplıdır”; ve de “Kâ’be ‘de düşündüklerinizden mesûl olursunuz”!
İşte bu yüksek frekanslı ışınım, yani “celâl nurları”, o
dalgalarla haşır-neşir olarak büyüyen insanların bahsi geçen özelliklere sahip olması sonucunu getirir!
Gene bizim müşahedemize göre…
Hazreti Rasûlullah Aleyhisselâm’ın, nübüvvet görevinin
başlamasından hicretine kadar geçen yaklaşık onüç yıllık
evresinde, Mekke’de kendisine inananların sayısının 40-50’ye ulaşabilmesinin nedenlerinden önde gelen bir sebep de bu husustur.
Mekke’deki bu yüksek frekanslı dalgalar, genel istidat ve
kâbiliyet ile programlanmış insanlarda, konuya karşı bir direnç oluşturmuş, bu yüzden de O’nun getirdiklerini inkâr
etmişlerdir..
Medine’de ise Kâ’be ‘dekine göre bir hayli düşük frekanslı
dalgalar yani “cemâl nurları” mevcut olduğu için; orada
insanlar genellikle “cemâlî” bir yaşam geçirirler, “Lâtif”
ilişkiler içinde olurlar… Medine’deki faaliyet sonucu
müminlerin sayısı on sene sonunda yüzbinlere ulaşmıştır!
Medine ziyaretinin, Mekke’den sonraya bırakılması, kişilerin
dönecekleri ortama uyum sağlamaları açısından da bir kolaylık sağlar!
Mekke’den döndükten sonra 20 gün ile bir ay arasında
bulunulan yere uyum sağlanabilmesinin sebebi de gene bu
yüksek radyasyonun beyinde tesirinin azalmasıyla sözkonusu olur…
Gene Kâbe-i şerîf altındaki bu radyasyonun beyinlere
yüklediği güç dolayısı ile, tavaf sırasında, kabiliyetli beyin
sahiplerinde çeşitli olağanüstü yaşamlar gerçekleşmektedir.
Peki Kâbe böylesine muazzam enerji merkezi, ya da bir diğer ifade ile «nûr kaynağı»dır da; Hacc niçin Arafat’ta
olmaktadır?.Hac niçin Arafat’tır?. Arafat’taki olay nedir?..
Kâbe-i Muazzama’nın altında bulunan son derece güçlü
müspet radyasyon kanalının bir uzantısı da Arafat tepesinin altında ikinci bir düğüm meydana getirmektedir, demiştik az evvel.
İşte Arafat tepesi ve civarında toplanan yüzbinlere,
milyonlarca insan, yerden aldıkları son derece güçlü
radyasyon ile beyinlerinden tek bir mânâda yayın
yapmaktadırlar. «Vakfe» denen olay, insanların bu tek mânâ üzere toplu «yönlendirilmiş dalga» yayınına yönelişleridir.
«ALLÂHIM BİZİ AFFET!.»
Yüzbinlerle, milyonlarca insan beyni; sanki laser ışını gibi, tek bir anlamdaki dalga boyundan yayın yapmakta; ve bu dalga boyundan oluşan dev bir manyetik bulut tüm Arafat Bölgesini kaplamaktadır!
Şimdi hemen hatırlamaya çalışın.
Üzerine herhangi bir görüntü çekilmiş video bandını,
çalışırken video cihazının üzerinde unutursanız ne olur?.
Video cihazının yaydığı manyetik alan bandın üzerindeki kaydı siler! İsterseniz siz buna görünmeyen eller bandı siler de diyebilirsiniz!
Evet. işte misâl yollu anlatmaya çalıştığım gibi.
Siz orada «ALLÂHIM GEÇMİŞ GÜNAHLARIMDAN DOLAYI
BENİ AFFET» dediğiniz anda hem bu tür bir dalga
oluşturmuşsunuzdur. Hem de beyninizi bu mânâdaki
dalgalara açmışsınızdır! Ve açılan bu kanaldan, o güçlü
manyetik alan bir anda beyninizi etkiler ve o ana kadar
ruhunuza negatif yükle beyniniz tarafından kaydedilmiş tüm yazımlar siliniverir!
Ve siz anadan doğmuşcasına günahsız olarak. O ana kadar
ruhunuza yüklenmiş olan tüm negatif yüklerde arınmış olarak Arafat’dan dönersiniz.
Rasûlullahsalla’llâhu aleyhi ve sellem buyuruyor ki;
-Arafat’tan dönüp de, acaba benim günahlarım afvoldu mu,
diyen kişi en büyük günahkârdır!
Çünkü olay böylesine kesin bir olaydır!
Allâh, günâhlarından arındırmayı murad ettiği kuluna nasip
eder oraya gitmeyi; ve orada da böyle bir sistem içinde
arınmayı bahşeder!
HACCIN İKİNCİ YÖNÜ
Evet, Hac olayında birinci önemli husus tüm geçmiş
günahlarından arınma. peki bu kadar mı HAC’da olup
bitenler?.
«HACCI MEBRÛRUN KARŞILIĞI ANCAK CENNETTİR»
Günâhlarınız afvoldu! Tüm negatif yükünüz sıfırlandı! Ama
yeniden kazanmanız çok kolay! Hem de eskisinden bile daha fazlasını!
Ve yaptığınız bazı fiiller üzere dünyanızı değişmek suretiyle,
ebedî olarak cehennemde kalanlardan bile olabilmeniz,
«hacıya gitmenize» rağmen mümkün.
Ama birinci yön olan «afvolma işlemi» ile birlikte bir de
«İkinci yönü» gerçekleştirebilmiş iseniz. «HACCI MEBRÛR»a
ulaşmış iseniz. Yani orada yapmış olduğunuz çalışmalar ile;
beyninizde, orada elde edilen yüksek değerdeki enerji
potansiyeli ile, bazı yeni bölümler devreye girmiş ise. Bu
takdirde, sizde öyle bir idrâk açılması oluşur ki… Siz artık
yaşam doğrultunuzu, rotanızı tamamiyle bildirilmiş bulunan
ölüm ötesi değerler ve gerçekler istikâmetine düzeltirsiniz!
Böylece artık sizde, dünyevî değerlere tamah etmek
yüzünden, ölümötesi yaşam değerlerini terketmek hâli
oluşmaz! Tamamiyle «uhrevî» yani ölümötesi gerçeklerin
gerektirdiği bir biçimde hayat sürmeye başlarsınız. Hırs,
tamah, haset, kin, dedikodu, aldatma, dünyevî menfaatler için insanları istismar etme gibi sayısız negatif yük getirici, sizi günaha sokucu hallerden kaçınırsınız.
Ve… «HaccI MEBRÛR» karşılığı olarak cennet ile
mükâfaatlanırsınız! Bu arada çokça sorulan bir sualin cevabını da verelim.
Hacca gidip geldikten sonra bir çok insanın çok olumlu
çalışmalar içinde olmasına karşılık, önemsenmeyecek bir
çoğunlukta da mâalesef yanlış davranışlar; hatta gitmeden
öncekinden çok daha beter fiiller görülebiliyor! Bunun sebebi nedir?.
Az önce de değidiğimiz gibi,Kâbe’nin altında bulunan yüksek güçteki pozitif radyasyon, beyinlerde çok yüksek ölçüde bir çalışma temposumeydana getirmektedir.
Kişi, hac sırasında tüm negatif yüklerinden tümüyle
arınmasına karşılık, beynin genel açılım düzeyi istikâmetinde ise neredeyse bire yüzbin oranında güç yüklenimi alır. Bu alınan güç ise beyni genel açılımı istikametinde çok daha güçlü bir çalışma ortamına iter.
İşte, işin püf noktası buraya dayanmaktadır. Kişinin beyni
şayet tamamiyle dünyevî değerler, bedenî istekler yönünde
güçlü bir açılımla programlanmışsa, orada almış olduğu güçlü tesirler de bu istekleri büsbütün arttıracak ve neticede bu kişi hacdan geldikten sonra yapısının doğrultusunda çok daha cüretkârane davranışlarda bulunacaktır.
Bunun aksi ise «haccı mebrur»u oluşturacaktır.
Demek ki hac’da belli şartlara riayet eden her kişi bütün
günahlarından arınmış, sıfırlanmışolarak dönüyor.
Bazı kişiler de ayrıca «Haccı MEBRUR»a yani ana gayesine
ulaşmış olarak geri dönüyor. Ki bu gaye de, az yukarıda
açıkladığımız bir biçimde; beyni ölümötesi yaşamın
gerçeklerini idrâk edecek şekilde yüksek enerji potansiyeli
ile açılıma kavuşturmak. Böylece Allâh haccını kabul etmiş
oluyor.
Unutmayalım ki Cenâb-ı Hak her şeyi bir sebebe bağlamıştır. Her şey bir sistem içinde, kendine has sistem, kanun, nizam içinde oluşmaktadır.
Esasen varlık çarkı öylesine bir sisteme bağlanmıştır ki, bu
yüzden akıllar bir noktada büyük şaşkınlığa düşmede ve kâinat mükemmel bir cihaz gibi çalışmaktadır, idare edeni yoktur, gibi yanlış fikirlere saplanmaktadır.
İnsan bedeninden kozmoza kadar her şey kendi sistemiyle
ana sistem içindedir.
İşte Din tamamıyla bu fizik, tabiât ya da ilâhî kanunlar diye
bildiğimiz kanunlara dayanan sistemdir.
Ne yaparsan mutlaka karşılığını alacaksın!
Dilediğini yap neticesine katlanacaksın.
«CEZA» kelimesi Arapça’da, Türkçe’de anladığımız mânâya
gelmez. Kur’ân-ı Kerîm ‘de «karşılık» anlamına gelen bu
kelime «iyiliğin cezası iyiliktir» tarzında kullanılmaktadır.
Yani yapılan fiilin sonucu anlamına gelir.
Dinî kurallar ve teklifler, tamamıyla bilimsel gerçekler ve
yaşamın esası üzerine bina edilmiş, yapılması insanın geleceği yönünden gerekli fiiller bütünüdür.
Asla havadan gelmiş rastgele hükümler bütünü değildir! Bu
sebeple de hangi çalışmayı ihmal ederseniz, bu ihmalinizin
karşılığını mutlaka ve kesinlikle ödersiniz.
İş böyle olunca.
Ölümötesi yaşamda, dünyaya bağlı kalmanıza yolaçacak
ruhunuza yüklenmiş günâhlar yani negatif yükler ile yaşayıp, bunlardan arınmamak ve de ebedî hayatınızı azaplı bir zindanda geçirmek akıl kârı mıdır?.
Ne zaman bu bedeni terkedeceğiniz belli değil iken ve de
«HAC» görevini yerine getirip, geçmiş tüm negatif
yüklerinizden yani günâhlarınızdan kurtulmak imkânı
mevcutken.
Allâh insana böylesine büyük bir kolaylık yolu açmış iken…
RasûlullahAleyhisselâm size
«böyle bir imkâna sahip olduğun halde değerlendirmezsen, ister yahudi gibi ister hıristiyan gibi ölürsün»
diyerek uyandırıp, gerçeğin gereğini tatbik ettirmek isterken.
Kişi gene de kendi bildiğinde ısrar edip, bu imkândan istifade etmek istemezse ne denir?.
Dilediğin gibi yaşa, neticesi gelir başa!
Unutmayalım ki sahip olduğumuz her şeyi bırakıp, tek
başımıza gideceğimiz bir ebedî yaşam sözkonusu! Orada
değerli olan tek şeyde, oranın şartlarına göre şu dünya
hayatında hazırlanmak!
Bizim bir takım gerçekleri idrâk ettikten sonra, onların
gereğini yapmamanın bize vereceği zararı,hiç kimse veremez!
Rasûlullâh Aleyhi’s-selâm, ölümötesi yaşamda bizim zarar
görmememiz için ne kadar alınması gerekli tedbir varsa
hepsini anlatmıştır. Ama biz anlamaya çalışmazsak, bu
îkazlara kulak vermezsek zararını kim çeker?.
DİNDE ZORLAMA YOKTUR!… Kişilere gerçekler anlatılır, idrâk
ettirilmeye gayret edilir. Artık ondan sonrası kişiye kalmıştır.
Diler kabul eder tatbik eder. Dilerse etmez! Ama neticede,
herhalûkârda yaptıklarının neticesine kendisi katlanır!
Ve bunun benzeri daha nice sualin cevabını tafsilatlı bir
şekilde “İSLÂM” isimli kitabımızda elden geldiğince yaptığım
için, burada tekrar aynı konuya girmiyorum. Arzu edenler
orada ilgili bölümde bulabilirler..
Ancak kesin olarak şunu vurgulayayım ki;
Hiç bir hayır ve ibadet,hac`cın insana getirisini kazandıramaz! Kim aksini söylüyorsa, o henüz hac`cın ne olduğunu, değerini idrâk etmemiş, hatta fark etmemiştir…
“HACCA gidecek kadar imkânı olan, buna rağmen gitmez de o sene içinde ölürse, ister Yahudi olarak ölsün ister
Hırıstiyan!” anlamındaki Rasûlullah uyarısı konunun bütün
önemini vurgulamaktadır!
“Hacca gidip de elin arabına para mı kazandıracağım; onun
yerine burada bir hayır yaparım” tarzından yaklaşımlar; son
derece düşüncesiz ve bilgisiz yaklaşımlardır… Çünkü bu
kişilerin HAC`cın ne olduğu hakkında hiç bir bilgisi yoktur!
“Kızımı everim; torunumu sünnet edim; yaşlanıp ticaretten el- etek çekim”tarzındaki yaklaşımlar kadar saçması olamaz!
HAC esasen ilk fırsatta ve olabildiğince gençken yapılmasında fayda ve hatta zaruret olan bir çalışmadır.. Nasibinde varsa oradan aldıkların bir ömür boyu sana fayda sağlar!
Gidenlerin görmüş olduğu gibi, dünyanın her yerinden
gidenler yarıyarıya gençlerken; sadece Türkiye`den gidenler, neredeyse ayağını zor sürüyenlerdir..
Endonezya`dan gelenler arasında evlenmeden önce eş olarak hac vazifesini ifa etmek için gelenlerin haddi hesabı yoktur!
Bir de hanımların şu çok önemli problemi vardır Hac konusunda:
“Hac`ca gidip geldikten sonra başımı örtmem, tam tesettüre girmem gerek; oysa ben bunu yapamam! Bu yüzden hacca gidemem!”
ÇOK BÜYÜK BİR YANLIŞ!
Şu anda başınızı örtüp, bir veya birkaç vakitnamazkılıp, sonra da günlük normal kıyafetle dolaşıyor musunuz?..
Evet!
Namazda, ibadet sırasında başınızı örtüp, daha sonra da
açıyor musunuz?.. Evet!
Öyle ise, Hacca da gider, örtünür; farzınızı yerine getirir;
döndükten sonra da elinizden ne kadarı geliyorsa, o kadarını yaparsınız!
İslâm Dininin en büyük düşmanları, Dinden görünüp, Dinî
teklifleri zorlaştıran; insanları Dinden, Allâh ve Rasûlullah
emirlerinden uzaklaştıran; dinden soğutup, nefret
ettirenlerdir!
Biliniz ki..
Hac da en az namaz kadar zorunlu ve yararlı bir çalışmadır!
Böylesine önemli bir olaydan “gelince başımı örtemem”
gerekçesiyle geri kalmak, aklın alamayacağı kadar büyük bir yanılgı ve kayıptır!
Baş örtmek Kur`ân ‘da belirtilen farzlardan biridir! Bunu
yapmayan; Allâh`ın bu konudaki teklifine uymamaktadır!
Kur`ânbu konuda bir ceza bildirmemiştir!
Başını örten, elbette ki ALLÂH`ın bu teklifine uymasının
karşılığını fazlasıyla alacaktır.. Başını örtmeyen ise, Allâh`a
karşı sorumlu olur! Allâh, bu davranışının karşılığını dilediği
gibi verir!
Ancak, Kur`ân ‘da, “Hacca giden her hanım dönüşte başını
örtecektir; örtmeyenin haccı kabul değildir” gibisinden bir
hükümkesinlikle mevcutdeğildir!
GIYBET etmemek de kesin hem de çok ağır hükümlerden
birirdir! “Ölü kardeşininin çiğ etini yemektir gıybet” diye
tanımlanmıştır Kur`an ‘da! Ben bu suçu işlemekten kendimi
alamıyorum; öyle ise örtülü başımı açayım, diyor musunuz?.
Elbette hayır!
Bir emri yerine getirememek, nasıl bir başka yerine
getirebildiğin emirden de vazgeçmeyi getirmezse; hacca
gitme imkânın olduğu halde, başörtememek yüzünden
hacca gitmemek o derece büyük yanlıştır!
Bu vesileyle şunu bir kere daha vurgulayayım;
“İslâm Dini”ndeki teklifler “PAKET PROGRAM” DEĞİLDİR!
Yani, ya hepsini tam olarak yaparsın, ya da hiç birini yapma, türünden, değildir!
Senden, istenilenler bellidir!.. Yani yapman ve yapmaman
gerekenler…
Sen bunlardan elinden geldiği kadarını yaparsın;
yapamadıkların da eksiğindir… Hüküm ALLÂH`a aittir!
Ben bunlardan falanca ve filanca emirleri yerine
getiremiyorum; öyle ise hiç birini yapmayayım” düşüncesi
kesinlikle yanlış ve düşüncesizce kabuldür!
Yap da, ne kadarı elinden geliyorsa, o kadarını yap!
Hacca gitme imkanına sahipsen, elinden geliyorsa, hemen
git! Geldiğinde başını örtemeyeceksen; o da eksiğin
kalsın!..inşâAllâh o da nasip olur!
Özetle diyeyim ki…
Tek başınıza, canlı ve bilinçli bir halde ölüm ötesine
yapacağınız sonsuz yolculuğu idrâk ediyorsanız, imkânlarınız içinde elinize geçen ilk fırsatta Hacca gidiniz! Aksi halde bu konuda öylesine pişmanlık duyacaksınız ki; bunun haddi hesabı yoktur!
Devrinin “İnsân-ı Kâmil”i Abülkerim El-Geylânî`nin haccın
bâtın mânâlarıyla ilgili bazı değerlendirmelerini size
nakletmek istiyorum.. Kendisinden büyük feyz aldığım bu son derece değerli Zât`ı böylece saygıyla anıyorum…
“Hac niyeti: Allâh talebi yolunda devamdır..
İhram:Yaradılmışları görmeyi terktir!
Başı traş:Beşer içinde önder olma düşüncesinden arınmaktır!
Tırnak kesmeyi terk: Kendinden oluşan fiillerin hakiki failinin
ALLÂHolduğunu farketmektir!
Güzel koku sürmeyi terk: ZÂT hakikatını hissedince, esmâ
özellikleriyle kayıtlanmaktan kurtulmaktır!
Cinsi münasebeti terk:Bedende tasarrufubırakmaktır.
Sürme çekmeyi terk: KEŞF arzusundan kurtularak ZÂT
hüviyetinde yok olmaktır!
Mîkat:Kalpten ibarettir..
Kâbe:ZÂT`tan ibarettir!
Haceri esved:İnsani lâtifeden ibarettir.
Haceri esved’in siyah oluşu: Tabiat özelliğinin kalbi
renklendirmesi..
Tavaf: Allâh`a yakışır şekilde, insanın hüviyeti, aslı, menşei,
müşahede yerinin idrâk olunmasıdır.
Tavafın 7 olması: ALLÂH`ın yedi sıfatından ibarettir.. Onlar,
hayat, ilim, irade, kudret, semi, basar, kelâm..
Tavaftan sonra mutlak namaz: Anlatılan vazifeleri yapan için Ahadiyyet`in zuhûru ile, ona ait hükmün yaşamıdır.
Bu namazın ibrahim makamında kılınması: Hullet makamına
işarettir.
Zemzem: Hakikat ilimlerine işaret eder..
Zemzemi içmek:Hakikat ilimlerinde dallanmaktır.
Safa:Halka nispet edilen sıfatlardan soyunmaktır.
Merve:ilâhi isim ve sıfat kadehlerinden doya doya içmektir.
Traş:ilâhi riyasetle tahakkuka işarettir.
Bıyıkları kısaltmak: Kurbet ehlinin makamı olan tahakkuk
derecesinden inmektir.
İhramdan çıkış: Halka açılmak; sıddık derecesinde halk
arasına inmektir..
Arafat: MaarifiB`illah makamıdır…
Arafat`ta iki bayrak dikilmesi, Celal ve Cemal sıfatlarına
işarettir; ki Allâh`a mârifet yoku onlara göredir.
Müzdelife:Makamın şuyuu ve yükselmesinden ibarettir.
Meş`ari haram: Şer`i emirlerde durup, Allâh`ın haramlarına saygıdan ibarettir.
Mina:Kurbetmakamı ehli zevat için murada nâil olmaktır.
Üç şeytanı taşlamak:Benlik, tabiat ve âdettir.
Yedi taş atmak:Yedi ilâhi sıfatla bunu başarmaktır.
İfaza tavafı: Allâh feyzinin devamında sürekli terakki
etmektir.
Veda tavafı: Allâh sırrını hak edene emanettir. ”
Bâtın yani iç, sır mânâsından biraz daha söz etmek gerekirse haccın, şunları da diyebiliriz;
Bâtın haccın niyeti,”ALLÂH”a ulaşmaktır!
İhram giymek, ALLÂH`a ulaşmak üzere tümüyle dünyadan
arınmak için sanki ölen biriymişçesine kefen giymektir!
Hac öncesindeki yedi tavaf, yedi nefs mertebesinde uruc
yaparak Allâh Zat`ının zuhur mahalli olan Ka`be ‘nin
hakikatiyle özdeşleşmeye gayrettir.!
Arafat,mukaddes vadi`dir..,mukaddes vadi`dir..
Arafat`ta tüm beşeri kavramlardan arınılır!
Bu arınış sonrasında üç şeytanla birlikte benlik, tabiât ve
âdetlertaşlanılarakbunlara geri dönmemek üzere uzaklaşılır!
Buradan Kâ`beye gelip yapılan tavaf ve namaz, yedi sıfatta yapılacak seyr ile Zât`a ulaşmaktır.. Tavaftan sonra kılınan namaz, bunu nasip edenin huzurunda beşeriyetinin hiçliğini itiraf ve şükürdür..
Veda tavafıyla birlikte geldiğin yere dönmek, “Bakâ Billah”
içinde “seyri anillah”tır! Hizmet için halkın arasına geri
dönmektir!
Biz, Hac`da Kâ`be ‘nin kişiliği, ruhâniyetiyle görüşenleri,
sohbet edenleri biliriz!
Hac`da daha öylesine sırlar vardır ki, bunları yazmak şimdilik mümkün değildir!
Şu kadarını iyi bilelim ki, HAC aklınızın alamayacağı kadar
muazzam ve çok yönlü bir çalışmadır…
Bundan, yanlış şartlanmalar yüzünden geri kalmak, bir kişi için hayatının en büyük kayıplarının arasında olacaktır!
HAC
“Allah”a ulaşma.
Maârif-i Billâh ile hallenme…
Ölümötesi yaşam gerçeklerini idrâk edecek bir açılıma kavuşma…
Haccın mânevî yanı var!. Hiç olmazsa, çok kısa bir süre de olsa; sanki kefen giyer gibi, dünyadan soyunarak ihramları giyip; madde dünyasından ve onun tüm geçici değerlerinden arınıp; sonsuzluğun târifi mümkün olmayan ÜSTMADDE değerlerinin içine dalmak!. Bilinç boyutunun sonsuzluğunda, benliksiz bir biçimde kulaç atmak!. Kâbe’de dahi Vechullah’ı görebilmek!. Ve Yâr ile sohbet etmek!.
İleri gidiverdiysek affola!. Ama sızıverdi testiden işte!.
Kaynaklar: http://www.ahmedhulusi.org/kitap/islamintemelesaslari.htm
http://www.allahvesistemi.org/ahmedhulusidekavramlar/kavramlar/hac/index.htm
”Her birimiz, birbirimizle de O’nun huzurundayız!. Farkında mıyız?.” (A.H)
Allah hakikatimizin gereğini yaşamayı Efendimiz’in Bereketiyle kolaylaştırsın…
evin sahibine ise yolculuk
evsahibi bekçisidir hemde o gönlün
ince narin ve maşuk uykulu
öyle güzelki eğer uyumasaydı ya uyumasaydı
kim dayanırdı o ev sahibine
dersten maksat murad mış bugün
hacdan maksad murad-ı ilahi
uyansın diye öyle beklersin
uyan hadi uyan
gördüğünden hem kendin hem benliğin hayrette
bir yumurtadır ilm… …….
içindeki renksizlik renge esir emiş kendisini
şimdi bu ..nedir bu?