10. Mektup


10. MEKTUP

Ankâzâde Halîl Efendi Köstendilî’nin müridi  Tûti İhsan Efendi’ye yazmış olduğu mürşîdâne mektupların onuncusudur.

mektuplar

Cümle âlemleri muhabbetiyle halk edip rahmetiyle kuşatan, alemlerden münezzeh, cümle alemin rızkını ve hacetini gören ve gözeten Cenâb-ı Rabbü’l Âlemine hamd ü senâ olsun. Âlemlere güneş gibi doğan, rahmetiyle ve şefkatiyle insanlığa rehber olan şemsü’d-duha ve bedrü’l-düca Fahr-i Alem Efendimiz’e salat ü selamlarımız tarafımızdan arz olunsun. Bu rıza ve rahmetten âline, ashabına ve etbaına dahi ikram kılınsın.

Hakk yolunda kardeşim, pir yolunda sırdaşım, nur-i çeşmim (gözümün nuru), haldaşım, pek kıymetli İhsan Efendi oğlum, “Es-selâm kablel kelâm” mucibince (sözden evvel selâm -hadis-i şerif) Cenab-ı Hakk’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

İhsan Efendi oğlum, mektubunuza cevabımın gecikmesi bedeni bazı rahatsızlıklarımdan dolayıdır. Şikayet babında değil belki, mazaret ve durumu hikayet kastıyla zikrediyorum. Lâkin sizin sıhhat ve afiyet haberlerinizi aldıkça biz dahi şifâyâb oluyoruz. Cenâb-ı Hakk maddi ve manevi afiyetle dâim ve kâim eylesin.

Muhabbetli ve pek gayetli İhsan Efendi oğlum, Vahdet-i Vücud, cüzz, küll, vahdet-i şühud gibi mevzular sizin de naklettiğiniz gibi sadece ham sofuların ağzında dolaşan sözler olmaktan çıktı. Artık avam dahi bu gibi mevzularda fikir beyan etmeye başladılar. Allah sonumuzu hayreyleye. Evvelâ size lazım olan tedbir şudur ki: İlmi olmayan, hâl yoluna sülûk etmeyen, öğrenmek için değil iddia için soru soran kişilerden uzak durunuz. Lâkin yanlış konuşmalarına da müsaade etmeyiniz.

Fıkh-ı Ekber’in (İmam-ı Azam Ebu Hanife v.767) ve Emâli Kasidesi’nin (Siracuddin Ali bin Osman el-Uşi el-Fergani – v.1173) şerhini okumakla isabet buyurmuşsunuz. İlâveten bazı özel malumatı size nakletmekle bu hususta yardımcı olmaya çalışayım. Evlâdım, şunu bil ki: Allah Teala, haşa Allah’lığını kimseye vermez. Kullarına kendinden tecelli eder, fiiliyle, sıfatıyla onlardan gözüktüğü tasarrufları vardır amma neticede buna mazhar olanlar dahi bu nev’i halleri asla kendilerine râci kılmamışlardır ve kılamazlar da.

Bütün gözüken cüzlwe Cenâb-ı Rabbü’l Aleminin eseridir ve bilhassa insan o bütünden (küll’den) eser taşır. Yani cüzler küll’dendir. Amma bu cüzlerin mecmuu (toplanmıi hali) bir tane küll yapmaz. İşte bu mevzuda yanılanların ekserisi buradan hataya düşerler. Sonra Allah Teala alemlerden müstağnidir. (Alemlerden münezzehtir, ihtiyacı yoktur.) Fakat alemler ve cümle mevcudat asla ve kat’a Cenab-ı Allah’tan müstağni ve münezzeh değildir, O’nsuz olamazlar. Bazı kimseler “Bu âlem hayal âlemidir, misal âlemidir; bizler de rüyada gibiyiz dolayısıyla hiçbir şey göründüğü gibi değildir, eşyanın hakikati vardır. Sen eşyada kalma, hakikatine nazar et!” gibi sözleri birbiriyle karıştırarak, Hak ile batılı karışık göstererek, kendilerini aldatmakla kalmıyorlar, başkalarını da aldatıyorlar. Öyle kimselere, zerre kadar insafları var ise şu sorular sorulmalı: A kardeşim! Bu âlem hayal âlemi bile olsa sen buradaki hayatınla mukayyet (kayıtlı ve bağlı) olduğun müddetçe bal gibi de bu alemden mesulsün! Bu âlemin emirleriyle ve halleriyle memursun hatta mahkûmsun. Ne zaman sözle değil hâl ile müstağni olursun, o zaman bu sözlerin bir kıymeti olabilir. Öteki türlü bu demlerden bahis açmak gevezelikten başka bir şey değildir. Sonra daha evvel de zikrettiğim gibi eğer böyle olmasaydı hiç Hz. Allah güneşe, aya, geceye belli zaman ve mekâna, bu aleme ait eşyaya yemin eder miydi? Demek ki kul olarak haddi ve hududu aşmamalıyız.Eşyanın zâhirini bilmeden bâtınını bildiğini iddia etmek, meyvenin daha kabuğunu görmeden tattığını söylemeye benzer. Birazcık zikretmekle, birazcık da kitap okumakla kendini “oldum, maksudumu buldum” iddiasında bulunanların hali aynen böyledir. Kişi kulluğunun zirvesine bile kadem bassa yine onu Allah Teala’nın şeraiti ihata eder. (içine alır) Sırât-ı müstakimden ayrı düşemez. Resulullah (sav) Efendimiz bu dünyadan göçmeden evvel hastalıktan baygın düşmesine rağmen yine de namaza gayret etmedi mi?

Ki O Zât-ı Âli’nin Duha vaktinin güneşi gibi alemlere nurlar saçan mübarek vechine Cenab-ı Hakk yemin etmiştir. Rızayı ilahiye mazhar, eşyanın hakikatine aşina ve agâh olan Hz. Fahr-i Âlem böylece gayret edecek, ibadeti terk etmeyecek, sonra bazı zavallılar eşyanın hakikatine erdik deyu gafletle ibadet ve taatten düşecekler, bir de bu sefih hallerini evliyaullahın yoluna ve sözüne dayandırmaya kalkacaklar. Bu hal kişiyi dünyada da ahirette de maskara eder.

Evlâdım, hâsılı, tarikat yolu görmek yoludur. Kişi görmeden ve gördüğünü mürşidine sormadan bu mevzularda lafla gevezelik etmemeli. Gördüğü de kendisine kalmalı. Zamanı geldiğinde anlatması gereken kısmı ve şahsı kendisine gösterilir. Başkalarının gördükleriyle de meşgul olup oyalanmamalı. Vakit ve ömür kısa, menzil ise gayet uzak. Oyalanmak ve mâlayani ile meşgul olmak için ahmak olmak lazım. “Men arefe nefsehu, fekad arefe Rabbehu” diye buyrulmuştur. Yani “Kim nefsini bildi, Rabbini bildi” manasına gelen bu ulvi sözü de yanlış şerh ediyorlar. Burada kişiye lazım olacak ilk şey, nefsinin aczini bilmesidir. Yoksa “Rabbin tecellileri tamamıyla nefsindedir.” demek değildir. Evlâdım unutma ki Hz. Allah zâtı, sıfatı ve fiilleri itibariyle ancak yine Allah ile bilinir. Mürşid, bu bilmenin önündeki perdeleri kaldıran kişiye denir. Senin kavradığın ve senin “Budur!” dediğin ayrıdır. Sensiz ve bensiz “O”nun tecelli etmesi ayrıdır. “Sen, ben” dediğin mahluktur. “O” ise Hâlık-ı Zülcelâl Velcemâl, Velkemâl’dir. Bunları anlamayanlar, vahyin kendisine geldiğini zanneden vahiy katibi gibi huzurdan, Nazar-ı Rahmani’den düşen kişi gibi olurlar. Cenâb-ı Hakk muhafaza eyleye.

Füsûsu’l Hikem (Muhyiddin ibni Arabi v.1240) bahsine gelince, evlâdım, malumat olarak belki okuman faidelidir. Fakat şunu unutmayasın ki: orada okudukların dahi Hz. Şeyhü’l Ekber’in kendi müşahadesi yani kendisine göre olan tecellileridir. Bu nev’i eserler ancak seyr-i sülûkunu tamamlamış, kâmil mertebesindeki zevât için mütaala sahasıdır. Yoksa değil cahillerin daha tahareti bilmez gafillerin okuması, orta halli dervişlerin bile okuması münasip değildir. Dervişlerin, bazı sohbetlere giderken ve bazı kitapları okurken mürşidlerinden ayrıca izin almaları icab eder. Buna riayet etmez sonra da yolu sarpa sararsa kendi düşen ağlamasın.

Pirdeşim, evlâdım İhsan Efendi, şeyhinize bizden bahsetmişsiniz ve onunla konuşamazsanız rüyalarınızı bana yazabileceğinizi söylemiş. Daha evvelce size arz etmiştim. Rüya şeyhin namusudur. Ancak müsaade ederse başkasına anlatabilir. Siz de bu nutku haklamışsınız (sözü yerine getirmişsiniz) ki ilk önce izninizi sonra da rüyanızı yazmışsınız. Edebe riayetiniz bizi dilşâd eyledi. (Gönlümüzü hoşnut eyledi) Yazdığınız rüyaya gelince Resûlullah (sav) Efendimiz ile beraber Hz. Ebu Bekir Efendimiz’i görmeniz inşallah bu yoldaki sadakatinize işaret ve beraberlerindeki Hz. Ömer Efendimiz’den Bakara sûresinin o ayetlerini dinlemeniz bu yolda sizin muhafaza edileceğinize ve inşallah ileride bu yolun âdab ve erkanını başkalarına da öğretecek mürşid olacağınıza işarettir. Maşallah, Bârekallah! Şunu da arz edeyim ki: Gençliğimde aynı esmâ ile meşgul iken fakire de benzer bir mânâ gösterilmişti. Zaten tarikat piri ona derler ki, kendisi bu dünyadan göçse de yolunu takip eden sâliklere (dervişlere, talebelere) hep aynı sısnıflarda aynı dersleri okutur. Diğer rüyada gördüğün o zâtlar çektiğin esmâdan hâsıl olan meleklerdir. Sana gösterilen o büyük meleğin adı Necmeddin’dir. Bir nice zaman farklı farklı şekillerde yine kendisiyle görüşeceksin. Bu sırrı başkalarına ifşâ etmeyesin. Ham sofular “Rüya var mıdır yok mudur?” diye tartışıp dursunlar, Ehl-i tarik dersini ve talimini yapmakla meşgul yani tarikat görmek demektir. Vesselâm.

Zikrullah ve devrandan sonra cismen hararetin artması tabii bir haldir. Bu hararet geçsin deyu su ve meşrubat içmek doğru değildir. Kendiliğinden geçmesi makbuldur. Bedenen de bu nev’i hararet zuhûr ettiğinde meşrubat içmek zararlıdır. Bir müddet sonra zikrullahtan sonraki hararet hali de sizden alınacak, farklı bir hal verilecektir inşallah. O hal gelene kadar sâir vakitlerinde de dilin kuruyuncaya kadar salavat-ı şerife çekmeye gayret et. Bunun  bereketi ve sırrı devam edince sana keşfolacak inşallah.

Hakk Teala’nın zikriyle dillerimiz ve nefislerimiz kurusun. Kalplerimiz ve gönüllerimiz nurdan pınarlarla dolsun. Habibinin zikriyle ruhlarımız coşsun, demler, sâfalar ziyâde olsun. Aşkullah ve aşk-ı Resulullah ve muhabbet-i evliyâullah an be an ziyâde olsun. Dualar ve niyazlar indallah makbul ve hatta mergup kılınsın. Allah Teala’nın selâmeti, afiyeti, bereketi ve rahmeti sizin ve sevdiklerinizin ve mü’minlerin üzerlerine olsun. Âmin.

11. Mektupta görüşmek üzere…

Reklam

6 thoughts on “10. Mektup

  1. Abdülhamid Akkaya izmir

    dillerimiz kurusun tevhid çekerken
    gönüllerimiz nur dolsun salavat getirirken
    hakka gidelim ALLAH ALLAH derken

    AMİN

  2. Rabbim hep böyle mektuplaşan Rabbi için can atan kullarla karşılaştırsın dualarınıza cümle alem amin inşallah

  3. BU MEKTUPLAR BİR HAYAT DERSİ …SONSUZ ŞÜKÜRLER OLSUN OKUTTURANA..YAZDIRANA..RABBIMIN HUZURUNDA
    HAZIR OLMAK DUASIYLA….SELAMÜN ALEYKÜM…

  4. 11 .mektup ne zaman.40mektup(11)yazıyor ama tıklayınca 10.mektup.
    Beklıyoruz hasretle.
    şimdiden teşekkürler.Ayrıca hepsi için Allah razı olsun dileklerımızı iletelim.Sağolun
    selamlar

  5. Allah (cc) râzı olsun kardeşim. Ehli tarikın yolu işte böyle sâf, temiz, şeriate sımsıkı bağlı; resulullahın yoludur. Bu yol; nefis terbiyesi, takva, vera’ yolu..
    Rabbim, bu yolda ayaklarımızı sabit kılsın.. Şeriatten, tarikatten ayırmasın; marifetullaha, hakikate erdirdiği kulları zümresine dahil eylesin..
    Hizmette daim olasın inşallah..

Söyleyecek sözüm var...

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.