Cumhuriyet’den önce şiir yazmaya başlayan ve Cumhuriyet’den sonra bu işe devam eden şairlerden biri de Sâmih Rifat’dır. 1874 yılında İstanbul’da doğdu. Orta öğrenimini Kocamustafapaşa Rüştiyesinde tamamladı, Farsça, Arapça ve Fransızca öğrendi.
Belediyede, Dahiliye Matbuat Kaleminde görev aldı. İkinci Meşrutiyet’de (1908) Dahiliye Mektupçu Kalemi Mümeyyizliği, kısa bir süre de Mercan İdadisi Edebiyat Öğretmenliği yaptı. Aynı yıl içinde Çanakkale Mutasarrıflığına getirildi. Konya (1912), Trabzon (1913) Valisi oldu. Sonra tekrar Konya Valiliğine, Dahiliye Vekaleti Müsteşarlığına getirildi. Kurtuluş Savaşı başlarında Anadolu’ya geçerek Kuvai Milliyecilere katıldı. Maarif Telif ve Tercüme Azası, sonra Reisi ve Maarif Vekaleti Müsteşarı (15.03.1922 – 01.10.1923) oldu. İkinci Büyük Millet Meclisine Çanakkale Mebusu olarak girdi. Ölünceye kadar aynı ilin Milletvekili olarak kaldı. Ayrıca Türk Dil Kurumu Başkanlığı ve Türk Tarih Kurumu Üyeliği yaptı.05.12.1932 tarihinde Ankara’da vefat etti.
Yedikule Bektâşî tekkesi dervişlerinden Hasan Rifat Bey’in oğlu, mûsikîşinas Ali Rifat Çağatay’ın (öl.1935) kardeşi şair Oktay Rifat’ın (öl.1988) babasıdır. Eşi ise, Nazım Hikmet’in teyzesidir.
İlk tahsilini babasının yanında yapması ve Farsça öğrenmesi Samih Rifat’ın bektaşîmeşreb bir şair olmasının da yolunu açmış oldu.
Hezerân per açıp reng-i ziyâdan Ufûl etmiş güneş sahn-ı semâdan
Şebistân-ı elem hâlî sadâdan
Gönül pür-girye hâl-i inzivâdan
diye başlayan NEFES, Kerbelâ şehidi Hz. Hüseyin’i diğer peygamberlerden üstün tutan şu beytiyle sona ermektedir:
Ne mümkin sevmemek Sâmih Hüseyn’i Kabûl eyler mi insan öyle şeyni Resûl-i Kibriyâ’nın nûr-ı ‘ayni Muazzezdir benimçun enbiyâdan
Kendi şiirlerini besteleyen Sâmih Rifat’ın bir bestesinin güftesi şöyledir:
Ezelden âşıkım ben Muhammed Mustafa’ya
Fedâ olsun hayâtım bütün Âl-i Abâ’ya
Acır bî-şübhe onlar bu rûh-i bî nevâya
Kabul etsin erenler kul oldum Mürtezâya
Ne sabrım kaldı artık ne ârâm ü karârım
Hüseyn’in âteşiyle yanar kalb-i nizârım
Tutar eflâki her şeb figânım âh ü zârım
Revandır seyl-i eşkim fezâ-yi Kerbelâ’ya
Gehî nisyân edersem ne var savm u salâtı
Unuttum Ehl-i Beyt’in gamından kâinâtı
Olur elbet müsâdif nigâh-ı iltifâtı
Alî’nin rûz-ı mahşer hazin bir âşinâya
O mü’minlerle zâhid sen ol cennette hemdem
Ki nesl-i Mustafâ’yı kılar pâmâl-i mâtem
Kolunda hırz-ı Yâsin dilinde İsm-i A’zam
Salar tîğ-i adâvet sudûr-i Hel etâ’ya
Budur Sâmih niyâzım erenler serverinden
Bana bir cür’a sunsun şerâb-ı Kevserinden
Görüp resm-i sülûku Horasân erlerinden
Karîn oldum hakîkat yolunda evliyâya
Samih Rifat tipik bir bektaşî dervişidir. Kerbelâ hüznünü bütün varlığıyla yaşayan ve ömürboyu terennüm eden bir gönül dünyasına sahiptir. Şiirlerinin başlıklarında ve muhtevalarında sizi sık sık şu kelimelerle selamlar: Keder, firkat, feryad, mihnet, felâket, tahassür, cevr, suziş, belâ, mükedder, idbâr, teessür, bî-karâr,nâle, garip, girdap, nevmîd, türbe, sâmit, gam, zulumât, ayrılık, mehcûr, dert, girye, me’yûs, ‘alîl, muzdarib,mersiye.
Yayınlanmamış eserlerinden biri de “Osmanlı’da Din Telakkîleri” adını taşımaktadır. Sadettin Nüzhet’in verdiği bilgiye göre bu eserde batınî zümreleri, özellikle Bektaşîliği ele alıp incelemiştir. Şiirlerinde kainattaki esrar ve ahenkle bütünleşen bir derviş gönlün terennüm, dua ve niyazını ihtiva etmektedir. Samih Rifat’ın tekke psikolojisini terennüm eden şu Nefes’ine daha sonra Yahya Kemal Beyatlı (öl.1958) nazire yazacaktır.
NEFES
Hezerân per açıp reng-i ziyâdan
Ufûl etmiş güneş sahn-ı semâdan
Şebistân-ı elem hâlî sadâdan
Gönül pür girye hâl-i inzivâdan
İlâhî meşrebim vahdet perestim
Şerâb-ı cilve-i hayretle mestim
O sağardır ki zinetsaz-ı destim
Dolar humhane-i al-i abâdan
Ne beklersin kılıp ey bâd-ı şebhiz
Demâdem turra-ı ezhâr-ı tehziz
Getir lutfeyle bir buy-ı dilâviz
Meşam-ı câna kabr-ı Murtazâdan
Bu demdir tâbımın devr-i melâli
Sever zulmetle ruhum hasbihâli
Sadâlar duymanın var ihtimâli
Karanlıklarda amâk-ı hafâdan
Uzaktan yalvarıp ebr-i bahâra
Dedim gel şöyle meyl et bir kenara
Hüseynimden haber ver kalb-i zâra
Eğer geçtinse deşt-i Kerbelâdan
Ne mümkün sevmemek Sâmih Hüseyni
Kabul eyler mi insan öyle şeyni
Rasûl-i Kibriyânın nûr-ı aynı
Muazzezdir benimçün enbiyâdan
İTHÂF
Abdülhak Hamid’den sonra ledünnî şiirin menbâları kurudu. Sâmih Rifat Bey’in hâtif sadâsını andıran bir manzûmesi bu çorak devrin en güzel eseridir. O eserin kafiyelerinden doğan bu mısrâları sâhibine ithâf ediyorum.
Fer almışken tulû-ı kibriyâdan
Bu gün bî-vâye kalmış her ziyâdan
Bu mülkün farkı yok bir tengnâdan
Niçin nûr inmiyor artık semâdan?
Bu şek, bağrımda her gün gâh ü bî-gâh
Dolaştım “Hû!” deyüp dergâh dergâh
Ümid ettim ki bir pîr-i dil-âgâh
Desün “Destûr!” mihrâb-ı hafâdan
Abâ var, post var, meydanda er yok
Horâsân erlerinden bir haber yok
Uzun yollarda durdum hiç eser yok
Diyâr-ı Rûm’a gelmiş evliyâdan
Tecellîgâh iken binlerce rinde
Melâmet söndü Şark’ın her yerinde
Bu devrin gerçi son sohbetlerinde
Nefes’ler dinledik sâz-ı Rızâ’dan
O yerler işte Bağdat, işte Âmid
Bugün her şûleden mahrûm, câmid,
O yerlerden gelen son yolcu Hâmid
Haberdâr olmaz olmuş mâverâdan
Bu manzûmenle ey üstâd-ı hoşkâm
Ali’den doldurup iksîr-i ilhâm
Leb-i uşşâka sundun öyle bir câm
Ki yoğrulmuş türâb-ı Kerbelâ’dan
Yahya Kemâl
Sâmih Rifat’ın NEFES şiirine nazire yazan Üsküp’lü şâir bir açıklama yapma ihtiyacını da hissetmiş ve tasavvufî şiirin kaynaklarının kuruduğunu ifade etmişti.
O’nun için ağlayan göz ne mübarektir! Onun aşkıyla yanıp kavrulan yürek ne mukaddestir