Ey gönül çerağı,
Muhakkak mü’minler kardeştirler. O halde ihtilaf eden kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan sakının ki O’nun merhametine nail olasınız. [Hucurat, 10]
Ey ümitle, korku ile dünya malı üzerinde titreyip duran kişi!
Biraz da sana bu malları, bu nimetleri vereni, sana bakışı, görüşü bağışlayanı düşün, ona bak!
Ey tâlib ve ey âşık!
Sana bu isteği vereni düşün; eseri yaratanı gör! Neden yaratana değil de, onun yarattığı esere gönül veriyorsun?
Bu günün, ikram vesilesi bildiğimiz Cuma bayramının, dünden bir farkı olsun istiyoruz. Bu sebepten siz güzelim canlar, uzaktan gelen şu Hüseyni Tekke Saz semaisini dinlerken
açılan yoldan sızacak, gönüllerinize isâl olacaktır kendisine derdi hediye edilen dostun selamı…
İranlı meşhur Şeyh Sâdî Şirazi der ki: “İki şey ruhumuzu karartır; biri konuşacakken susmak, diğeri susacakken konuşmak.” Biz de mütereddit bir gönülle başlayalım kelama ve devam edelim Şeyh Sâdi dilinden: (Benî âdem a’zâyi yekdîgerend.) “Hazret-i Adem’in evlâtları birbirlerinin uzvudur, parçasıdır.” Bir vücut gibidir, hepsi birbirlerinin parçasıdır. Çünkü yaratılışta aynı cevherdendir. Şu masa demirden yapılıyor, şu tencere bakırdan yapılıyor… Biz insanlar da aynı cevherden yapılmışız. Dolayısıyla, birbirimizle yakın olmamız doğal… Fakat, “Benî Ademiz ama, birbirlerimizi yemekte kurtlardan daha ileriyiz!” diyor şiirin öbür tarafında…
Malum aleme mâtem olan mâh-ı Muharrem’in halkın tabiriyle aşure ayının nihayetine erdik pek muzdarip olduğumuz ümmet arasındaki kardeşler arasındaki bu tefrikanın ve düşmanlığın da sonu olmasını istiyoruz. Su gibi temiz ve temizleyici olan Ehl-i beyti Mustafa aşkı etrafında bir olmak istiyoruz.
Hazreti İmam Ali ibn-i Ebî Tâlib (k.v) ki biz ona hususi olarak “kerremallahu veche” diyoruz. Çünkü, Hak Teala O’na büluğa ermeden İslâm’ı nasib ettiğinden, onun yüzü tertemiz kaldı; hiç küfre yönelmedi. Yâni, cahiliye çağını yaşayıp da, ondan sonra müslüman olan insanlar gibi değil… Büluğa ermeden, daha çocuk yaştayken Peygamber Efendimiz SAS’e iman etti. çocuklardan ilk iman edendir. Böylece yüzü pırıl pırıl, tertemiz kaldı. Yüzünde hiç bir mahcûbiyet durumu olmadı. Allah onun yüzünü ak etti. Onun için “Kerremallahu vecheh: Allah onun yüzünü asilleştirdi” diyoruz. İşte kendisini Hz. Ali (kv)’ye tâbi diye tanıtanlar kardeşlerimiz kullanılarak derin bir yara açılmış bir bütün olan müslüman vücuduna.. Nasıl mı?
Tarihte mağdur edilen benim dedelerim!.. Hazret-i Hüseyin Efendimiz’i ailesiyle, torunlarıyla Kerbelâ’da şehid etmişler. Halife olmasın diye siyasî otorite mağdur etmiş, Kerbelâ’da büyük bir katliam olmuş. Mağdur edilen benim sülâlem!.. Ben de o sülâleden olduğuma göre, mağdurlardan biriyim, mağdur edilen benim! Sonra Abbasîler geçmiş başa ve bu mağduriyeti önleyelim diye mücadeleler yapılmış. Abbasîler de yine bize baskı yapmış; hadi, ordan da bir mağdur durumdayız. Çeşitli ülkelerde çeşitli şekillerde, çeşitli mağduriyetler… Bu gibi şeylerin olmaması lâzım!.. Tarihteki düşmanlıkların bitmesini istiyoruz. Mağdur edilen ben olduğum için söylüyorum. Tarihteki düşmanlıkların günümüze taşınmasını istemiyoruz.
Şimdi eğer ben sünniyim dediğim zaman, bir alevi köyde, kentte veya bir yerde bana düşmanlık gösterilirse, olur mu? Olmaz! Çünkü ben suçlu değilim ki, ben bir şey yapmadım ki zaten bana yapılmış, ne yapılmışsa… Emevîlerin, Abbasîlerin zulmünü benim dedelerim çekmiş de, İmâm-ı Azam çekmemiş mi?! Sünnilerin imamı; o da çekmiş. Hapiste döğülerek ölmüş; normal bir ölümle değil. Hapsedilmiş, döğülmüş; hem de ehl-i beyte muhabbetinden dolayı! Buyur, sünnî imamı; Ca’fer-i Sâdık Efendimiz’in talebesi. Ona sevgisi var, saygısı var, bağlılığı var… Politik güçler, siyasî otorite baskı yapıyor, onu kullanmak istiyor. Onun alim nüfuzunu, yetkisini, şöhretini ehl-i beytin aleyhine kullanmak istiyor. O da oyuna gelmiyor. Halife, “Kadılık mesleğini kabul et!” diye emrediyor; o kabul etmiyor. Hapse tıkılıyor, döğülüyor; o muhabbetinden dolayı aslında… Biz biliyoruz.
İşte İmâm-ı Azam, işte sünnî dört mezheb: Hanefî, Şafiî, Malikî, Hanbelî… Bunların içinde bizim bu Peygamber (SAV) Efendimiz’in soyuna, sülâlesine, ehl-i beyte, oniki imama ve diğer büyüklerimize yapılan bu haksızlığı meşrû gören, kabul eden, Emevîlerin yanında yer alan bir insan var mı? Abbasîlerin yanında yer alan bir insan var mı?.. Yok!
Ben anlamıyorum yâni, neden biz aynı mağdurlar iken şimdi birbirimizle düşman, birbirimizle karşı karşıyayız? Bu sünnî mi; vayy!.. Bu alevî mi; vayy!.. Niye böyle diyoruz? Böyle bir şeyin mantıksal bir izahı yok! Tarihteki bir yanlışlığın devamına lüzum yok!.. Suçların şahsîliğine uyan bir şey değil. Suçu ben işlemişsem; tamam, cezamı çekeyim. O işlemişse, o çeksin. Ama ben işlememişsem, ben niye ceza çekeyim?
Biz sevgi istiyoruz biz kardeşlik istiyoruz. İhtilâflarda ilmî araştırmayı, sâkin düşünmeyi, ilmi hakem seçmeyi istiyoruz. İlim ne diyorsa, hepimiz uyalım!.. Hay hay… Ben haksızsam, ben düzeleyim; ötekisi haksızsa, ötekisi düzelsin!. Allah’ın sevdiği kul olalım! Gayemiz; bizi yaratan, kâinatı yaratan, şu güzellikleriyle kâinatı her an nimetlerine mazhar edip sevkeden, yöneten Allah’a güzel kulluk etmek olsun!
Bî karardır felek, daim döner durmaz bir an,
Dursa bir an, ne yer kalır ne gök kalır be yâ hu…
Allah’ın lütfu, yönetimi bir ara iptal olsa, yok olsa; kâinat yok olur, mahvolur. Her an tecellîde. Ve her an onun lütfuyla yaşıyoruz, nimetleriyle yaşıyoruz. Ona karşı borcumuz var, sevgimiz var, saygımız var, bağlılığımız var… O bağlılık istikametinde, her zaman her yerde emrinizdeyiz; buyurun beraber olalım, kardeş olalım, dost olalım!.. Ama günah yolunda değil; sevap yolunda, Allah yolunda…
Ehl-i beyt imamlarından, Hz. Hüseyin (r.a)’in torunu Muhammed el-Bâkır hazretlerinin buyruğu olsun hitam-ı miskimiz: Allah’ın dininin özü kimin kalbine girerse, o kişinin kalbi ondan başkasından arınır ve sadece onunla meşgul olur. Dünya dediğin nedir? Ha var, ha yok! Dünya, bindiğin binek, giydiğin elbise ve evlendiğin kadından başka nedir? [ez-Zehebî, “Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ”, IV, 405.]
Mevlam, Hz. Adem’den kardeşler olduğunu unutan insanlığa, yeniden sevmeyi, saymayı; ferâgati, fedakârlığı, hizmeti, merhameti, şefkati öğretmeye, cihana muhabbet tohumları ekmeye, aşk mânaları saçmaya, birbirimizi kardeşler gibi; kan kardeşler gibi, can kardeşler gibi, ana-baba bir kardeşler gibi, hatta ondan daha ileri severek başlamayı nasib eyleye, bizleri ümmet arasında hakiki vahdet manasını yayan gönül erlerinden eyleye…
Mevlam, ilâhî terbiyesiyle bizzat edeplendirdiği Rasûlü’nün güzel hâliyle hâllenmeyi cümlemize nasîb eylesin! Hak dostu âlim ve ârif kullarının gönül dokusundan hisse alarak zarif, rakik, nâzik ve edep ehli bir mü’min olabilmemizi lutfeyleye.
Muhabbet-i Ehli beyt-i Mustafa üzerlerimize sâyebân,
Vakt-i şerif, Aleme bayram olan Cuma,
ömür ve şahsiyetlerimiz, ahir ve akibet,
zahir ve batınlarımız hayrola, aşk ola, aşk ile dola,
Aşkullah, Muhabbettullah, Marifetullah,
Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola erenler
bu duaya amin denir
rasulullah(s.a.v)’efendimizin buyurduğu gibi” islam garip geldi
garip gider.”