Teslim ol


Ey benlik zindanının kapısını kıranlar,
Kim güzel düşünüp güzel davranarak (samimiyetle) özünü Allah’a teslim ederse, hiç şüphesiz o, en sağlam kulpa yapışmış olur. Öyle ya bütün işlerin sonu Allah’a dayanır. [Lokman, 22]

Ömür testisi doldu dolacak, gün ha ağardı ha ağaracak mektubun gelmedi aziz dost? Beklettik lakin biz de feryadın dinmesini bekleriz… Durulunca kıyıya vuranları toplayıp ikram ederiz canlara…

Her nefeste bin perde aralayıp gelen o feryad da neyin nesi?
Gerçek olan sevgili tek sensin ay yüzlü güzel
Hakimisin hallerin sen şâhid oldu ta ezel
Nuruna gizlenmiş ay güneş bile öyle güzel
Hakimisin hallerin sen şâhid oldu ta ezel

Leblerinde teşne* varsa bil ki sudan müjde var
Ümitsizliğe kapılma dua aşka yol açar
Hak için ağlarsa yâr olur hem bahtiyar
Hakimisin hallerin sen şâhid oldu ta ezel

*: Dudakların susamışsa [234. Mestmp3]


[ NEV-NİYÂZ ve DEDESİ ]

Serlevha ayette geçen ve “güzel düşünüp güzel davranarak” manasındaki kelimenin aslı nedir dedem?

Ayette geçen kelimenin aslı “Muhsin”, bir hadise göre, “Allah’a, O’nu görür gibi kulluk edendir.” Kulluk, yalnızca günlük, vakitli, belli tapınma şekilleriyle değil, bütün hayatın Allah rızasına tahsisi ile gerçekleşir. “Ameller niyetlere göre” değer kazanır. Müslümanın, Allah rızası için, bu niyetle attığı her adım, aldığı her nefes… ibadettir, kulluktur, ihsandır.

İnsan “unutmak ve alışmak” ile meşhurdur ya yeniden hatırlayalım; “Müslüman” kimdi?
Müslüman kendisini Allah’a teslim etmiş insan demekti! Zaten İslam teslim olmak demektir ve teslim olana “Müslüman” denir.

Peki ne yapacak müslüman?
Bir ömür şu makamda olacak: “Ben kendimi Allah’ın emrine teslim ettim; ne derse onu yapacağım, ne buyurdu ise hoşuma gitse de gitmese de rahatım kaçsa da kaçmasa da memnun olsam da olmasam da…”

Hoşa gidecek şeyler olduğu zaman varım, hoşa gitmeyecek şeyler olduğu zaman yokum !?
Böyle Müslümanlık olmaz. Böyle teslimiyet olmaz. Pazarlıklı… Hocamız ne güzel söylemiş kısaca: “Arkadaşlık, “peki” demekle kaimdir.” Bir arkadaş bir arkadaşa, “kalk gidelim” dediği zaman, ‘Nereye?’ derse, o hakiki arkadaş değildir. Neden? “Nereye gidiyorsun?” diye soruyor; hoşuna giderse gidecek, hoşuna gitmezse gitmeyecek. Demek ki kendi keyfinde, kendi zevki peşinde. Arkadaşının gönlünü yapmayı düşünmüyor. “Kalk gidelim.” diyor işte. Belki bir işi var, belki bir sıkıntısı var. Önceden dinleyecek, eğlence varsa gidecek, sıkıntı varsa kaçacak. Aş buldun ye, iş buldun kaç, öyle mi? Böyle teslimiyet olur mu? Olmaz.

Allah’a teslimiyet nasıl olacak?
“Ya Resûlallah, sana beyat ettim, tuttum elini, sana ümmet oldum, tâbi oldum sana, emrindeyim.” Tutarlardı böyle elini Efendimizin. Efendimiz bazen sorardı: “Ölüm bahis konusu olsa da gene tâbi olacak mısın?” Ölüm pahasına dahi? Sahabeden bir zât geldi, elini sıktı Efendimizin; soruyor, samimi. Dedi ki “Ya Resûlallah! Sana beyat ediyorum. Tâbi oluyorum sana, emrine giriyorum ya Resûlallah. Biat ediyorum sana. Yalnız, benim on tane devem var. Ailem kalabalık, bunların sütleri ancak yetiyor bana. Benden zekât isteme. Zekât mükellefiyetini kaldır benden.” Sana tâbi olacağım, her dediğini yapacağım ama zekâtı benden isteme, para isteme diyor yani. Bir de “Beni cihaddan da muaf tut.” dedi. Yani harbe, darbe beni sürme; “Korkak insanım.” Kimi gölgesinden korkar, kimi karanlıktan korkar, kimi “höt” desen korkar. İşte bu da korkakmış. “Korkuyorum, korkağım, bana cihad emretmemen şartıyla, zekât, para-pul istememen şartıyla sana biat ediyorum.” diyor. Efendimiz onun elini tuttu: “Zekât olmazsa, cihad olmazsa Müslümanlık nasıl olur?” O kadar çok tekrarladı ki bu soruyu, olur mu hiç öyle şey mânasına. O zaman adamcağız bir düşündü ki –mübarek, tabiî sahabe– ben Resûlullah’ın karşısında ne pazarlık yapıyorum… “Her şarta razıyım ya Resûlallah. Yani öl desen öleceğim, ver desen vereceğim. Aç kal desen kalacağım. On devem var, ver desen vereceğim. Tamam, her şeye razıyım…”

İşte İslâm bu, teslimiyet bu.
Bugün, millet İslâm’ı yemeğin üstüne ekilen tuzdan daha hafife alıyor. Tuz, biber, garnitür, sos, tatlı sos, bilmem ne. Bunun gibi bir şey sanıyor. Yirmibirinci yüzyılın tüm keyif ve zevk hayatını yaşayacak, ondan sonra da arada bir, geceleyin hava karardığı zaman, şimşek çaktığı zaman, gök gürlediği zaman, biraz da ölüm korkusu geldiği zaman, “Benim âhiretim ne olacak, biraz da müslüman olayım, azıcık şöyle, çok fazla değil.” diyecek! Sahi bu kadar kolay mı? Sonra “Benim sevgim sonsuz” diyecek. İtaat ve teslimiyet bu sevginin tabii sonucu ve gereği değil mi? Seven sevdiğini hoşnut etmeye çalışır, sevdiğinin emir ve yasaklarına itaat eder, ona karşı gelmez, âsi olmaz. Allah’a teslimiyet bu mu?

Hakk’a teslim olmuş insan çok azdır.
Bak dervişlerden bir tanesini yakalıyorlar, bu işleri bilen alim bir zâtı yakalıyorlar. “Sen casussun” diyorlar, “Öbür ülkeden buraya geldin, içeriyi öğrenip haber götüreceksin. Tamam, gel bakalım. Kesin kafasını…” Casus falan değil adam. İşte seyyah, oradan gelmiş buraya, buradan da öbür tarafa gidecek ama şüphelendiler. Kesecekler kafasını. Ellerini bağlamışlar, celladın önüne götürüyorlar, kafasına bir balta inecek, ensesinden kafası kesilecek. Ölüm korkusundan insan ne yapacağını şaşırır, yüreği küt küt atar. Adam diyor ki kendi kendine –hiç etrafa bir şey dediği yok–: “Ey nefsim! Sen evvelce Allah’a teslim olmaktan bahsederdin, her haline razıyım, kaderine razıyım; ne takdir etmişsen razıyım, iyilik de gelse, kötülük de gelse, ben Allah’tan geldiği için itiraz etmem derdin! Böyle şeyler söylerdin. Şimdi bir yanlışlık yapılıyor, haksız yere senin kafanı kesecekler. Buyur işte, gördün mü? Kader ama kellen gidecek, işte buna da razı mısın?” Şöyle bir içini yoklamış. Nefsinden bakalım, “Olur mu öyle şey, daha yaşayacaktım, çoluk çocuğu evlendirecektim, yüz yaşını geçecektim…” İnsanın içinde neler, ne arzular var değil mi? Acaba içerden ne ses gelecek? Bakıyor ki razı. Ne olacak be, can dediğin nedir? Bir gün nasıl olsa öleceğiz. Yani, eh ömrümüz bu kadarmış, Allah imandan ayırmasın, diyor içi! Teslim, razı… Hiç öyle itirazı filan yok, ölümünden korkusu yok. Götürmüşler, götürmüşler celladın karşısına kadar. Biri seslenmiş: “Dur! Haksızlık oluyor, yanlışlık oluyor, bunu tanıyoruz, bu iyi bir insandır.”

Kurtulmuş.
Kurtulmuş ama bir sözü çok hoşuma gidiyor: “Vallahi” diyor, “Vallahi kafamın kesilmesinden halasıma (kurtulmama) değil, o andaki ihlasıma seviniyorum.” Kafasının kesilmesinden kurtulduğuna sevinmiyor da o anda nefsine soru sordu, nefsinden de itiraz gelmedi ya ona seviniyor. Elhamdülillah ki o kadar zorlu bir zamanda bile itiraz etmedi nefsi. Teslimiyete bak, işte teslimiyet bu.

Var mı böyle, Allah’ın bu yoluna teslim olmuş?
Çok az. Öyle insanlar çok olsaydı, ne iç dünyamızın hali böyle olurdu, ne dünyanın hali böyle olurdu. Dünya başka bir dünya olurdu.

Deniz suyu, kendisine bütünüyle teslîm olan ölüyü başı üstünde taşır. Diri olan ve en ufak tereddüdü bulunan ise, denizin elinden nasıl sağ kurtulur? Aynı şekilde “Ölmeden evvel ölünüz!” sırrı ile beşerî sıfatlardan soyunarak ölürsen, esrâr denizi seni başı üzerinde gezdirir… Ben sana ulaşmak isterken, Sen beni terk ediyorsun. Öyleyse Rabbim sen isterken, Ben muradımı terkediyorum… Ve Ey gam! sonunda, senin ateşinden kurtulacağım da, cana canlar katan sevgiliye teslim olacağım! [Hz. Pir Mevlana]

Evet, her şey bende bir gizli düğüm;
Ne ölüm terleri döktüm, nelerden!
Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm,
Yetişir çektiğim mesafelerden

Hakimisin hallerin sen, Yeter Allah’ım teslim oldum yeter .. .

Ne diyelim Allah bizleri lütfuyla ıslah eylesin!

Muhabbet-i Ehli beyt-i Mustafa üzerlerimize sâyebân,
Vakt-i şerif, Haftaya bayram olan, sebeb-i gufran olan Cuma,
ömür ve şahsiyetlerimiz, ahir ve akibet,
zahir ve batınlarımız hayrola, aşk ola, aşk ile dola,
Aşkullah, Muhabbettullah, Marifetullah,
Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola erenler

Umalım ki Mevlam söylediklerimizi önce bize duyursun,
sonra ihtiyacı olanlara tesir buyursun. . .

Sözü çok olanın, yalanı dahi çok olur imiş;
Yüksek müsaadelerinizle

Mevlam ateş-i aşkınızı ziyâde eylesin

Gam ve telaş sizlerden uzak olsun da
huzur bulasınız efendim

[Mektupların bu son kısmı hep aynı yok mu yeni şeyler? Söz aynı da söyleyen dil, işiten kulak, hitaba muhatap gönül aynı gönül mü? Dem aynı dem midir erenler?]

5 thoughts on “Teslim ol

  1. Mektupların bu son kısmı hep aynı yok mu yeni şeyler? Söz aynı da söyleyen dil, işiten kulak, hitaba muhatap gönül aynı gönül mü? Dem aynı dem midir erenler?

    diye bir soru sormuşsunuz, hiç aynı son olur mu , eğer ki yazdıklarınız aynı gönüle hitap etseydi her doğan gün aynı, gecenin karanlığı aynı karanlık olurdu Gece gökyüzünü bir seyre dalmalı, eğer ki gökyüzünde sadece karanlık bir çarşaf görse idik ne olurdu halimiz. Rabbimiz bize gökyüzünde ay ve yıldızları yaratmış, bakıp ibret almamız için. Gece bir an gökyüzüne bakar insan bir an bir yıldız kayar , hani gökyüzünde sabit idi yıldızlar. Bulutlar sadece gündüz güneşe özgü idi, ne oldu da gece ay’ın önünü bulutlar kapadı , hani kıskanılacak tek şey güneş idi . Şair diyor ya “Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak… ”
    Her gün doğan Güneş aynı güneş değilse sizin yazdıklarınızı okuyan aynı gönüle sahip olamaz. Emekleriniz için çok teşekkür ederim .Allah razı olsun sizden. En sevgili’nin sevgisine layık olmak dileğiyle …

  2. Kadir-i Mutlak, Hem ezel hemde ebed
    bil kim ‘O’ yegane tektir Ehad, Ehad…
    Tecellisini vesile kıldı damlaya düşsün
    Kurak toprağa,toprak Aşk ile can bulsun
    Dilemeseydi gerçi Hem Zahir Hemde Batın
    ne Aşk olurdu ne Leyla nede mecnun

    Dostlar,Tecelliye mazhar olup;Aşk olun, Can bulun

Söyleyecek sözüm var...

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.