Ey insanoğlu,
Sana güzellikten her ne şey nâsib olursa şüphesiz Allah’tandır. Ve sana kötülükten her ne şey isabet ederse kendi nefsindendir… [Nisâ, 79]
Bir şeyi murâd etme,
Olursa inad etme,
Hak’tandır o reddetme,
Mevla görelim neyler,
Neylerse güzel eyler…
Cümle işler Hâlik’ındır, kul eliyle işlenir.
Hakk’ın emri olmayınca sanma bir çöp deprenir
Her sohbet bir vuslattır ve bizler bu vuslatın neşesiyle mestiz; gerçi bu satırların yazarının idrak ve temsil kıtlığı sebebiyle, irfan ve hikmet cevherleri siz güzelim canlara nakletmede kusurluyuz lâkin “Her zerrede bir nur, her katrede bir zuhûr vardır” müjdesi ile teselli bulmaktayız.
Her Cuma, ber vech-i mûtad, evladımızı da alıp Harem-i pâkinde, Kabe-i Muazzama’da cem oluruz. Bir safa dahil olduktan sonra sağ baştan 18. Candan başlayarak nezri Mevlana niyetine gül kokuları ikram eyleriz. Yine böyle bir hafta mahdumumuz daha ilk gül sunduğu cemaatten haşin bir red cevabı alıp geri çevrilince, pek bir kırılıp, gücendi, mahzun oldu. Onu mesrur eylemek için bir suretini çektiysek de nâfile…
Haftanın mestmp3’ü bu meyanda Dede Efendi’nin Şehnaz bir bestesi oluverdi: Sana ey cânımın cânı efendim, kırıldım, incindim, gücendim [240. Mestmp3]
Talib-i Hak olan siz güzelim canlara kestirme bir yoldan bahsetmek dileriz: “La talebe ve La Redde”
Kimseden hiçbir şey istemezsin olur biter; istemek yok (la talebe) verilirse reddetmek de yok ve (la redde). Onu nerden çıkarmış olsa gerek büyüklerimiz: Bir gün Resul-u Kibriya Efendimiz Abdullah ibni Ömer (r.a) hazretlerine bir ikramda bulunmuş o da Ya Resulallah benim ihtiyacım yok, bir başka muhtaç kardeşime ver der gibi kabul etmek istememiş verilen şeyi. Efendimiz cevaben buyurmuşlar: Ey delikanlı sen dilemediğin halde Allah sana bir şey verirse al REDDETME buyurmuş. Çünkü o, Allah’ın sana gönderdiği bir rızıktır, lütf-u ilahidir.
İstenmediği halde kendi gelen suyu ZEMZEM sayıp içen halk bilgeliğinde bir deyiş vardır:
Deh demeden yürürse at,
İstemeden bir bardak su verirse evlat,
Bir de hayırlı çıktı mı avrat
Düğün evinde işin ne; neşe senin evinde!
İrfan geleneğimizde ise “İstersem dilimi, almazsam elimi kessinler” düsturu hep aynı hakikate işaret eder. Hiç şikâyet etmemek, razı olmak manasınadır. Bu razı oluş belki de duaların kabulü, en güzel dua halidir.
İstemek yok verilirse, geri çevirmek, reddetmek yok. Bu “istemeyin” hadisi şeriflerinde o kadar tavsiye olunmuş ki birisinin devesinin üzerinde iken kamçısı yere düşse kimseden istememiş. Halbuki deve yüksek inmekte zor binmek de.. İstememeye bu kadar riayet etmişler. Hz. Peygamber(sav)’in yere düşen kamçısını bizzat inip alarak kimseye yük olmamasını örnek gösteren Hz. Pir Mevlânâ, bizlere şöyle nasihat eder:
Hz. Peygamber (sav): “Allah’tan cenneti istiyorsan Kimseden bir şey isteme ki kimseden bir şey istemezsen, Ben kefilim Cennete de girersin, Allah’a da kavuşursun” buyurdu. Hz. Peygamber bir gün ata binmiş gidiyordu, elinden kamçısı yere düşüverdi, hemen inip kendisi aldı, kimseden istemedi. Kul ol da yeryüzünde at gibi yürü, özgür ol, Cenaze gibi kimsenin boynuna binme, halka yük olma!
Bu dünya tatlıdır, şirindir, güzeldir yemyeşildir. Çoğunuz bu cezbeye kapılıp gidebilirsiniz. Fakat istemeden size verilirse mübarek olur. İstediğinizden dolayı verilirse size yük olur ve minnet altında kalırsınız. Sakın istemeyiniz!
Kenân Rifai Hazretleri’nin dâim hatırlattığı bir söz vardır. “Bâr olma, yâr ol” der. Kimseye eziyet verme, kimseye sıkıntı verme, kimseden bir şey bekleme. Ahmed’er Rifai Hz.leri ise bizim yolumuz istememek, esirgememek ve biriktirmemektir buyurur.
Tasavvuf yar olub bar olmamaktır
Gül-i gülzar olub har olmamaktır.
Madem reddetme düsturu ruhumuza işledi. Hakkın bize bir atâsıdır, En sevgili Mustafa’sından, ikramını reddetmek ne kelime, can baş üzere buyur edeceğimiz, müjdeli bir hadis-i şerif:
Ey insanlar, ben ancak size hediye edilmiş rahmetim [Dârimi, Mukaddime:3]
Biçaredir ümmetlerin, isyanına bakma
Red eli vurup hasret ile düzaha yakma
Rahmet et aman, ateş-i hicranına yakma
En başta kulun Galib’i pür-cürmü bırakma
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin Efendim
Haktan bize Sultân-ı müeyyedsin Efendim
Ya Rab, hediye ettiğin peygamberin aşkından, rahmetinden ve şefaatinden mahrum etme bizleri. Hem Denizler bu aşk yüzünden coşar köpürür. Kuşlar bu yüzden öter. Onların hepsinin de dileği bu aşk tuzağına her an yeni bir avın düşmesidir.
Aşkından gayrısına iltifatımız yok. Bedenimizi tamamıyla can haline koy, bizleri hakîkat madenindeki inciye çevir; bağımı, bahçemi neşelerle sulayan bir çeşme lütfet, Maksudumuz ancak sensin, bizi iki alemin gamından kurtaracak bir aşk lutfet !
İkramı kabul edip izi üzre, mucibince amel edene aşk olsun, ya huu
Muhabbet-i Ehli beyt-i Mustafa üzerlerimize sâyebân,
Vakt-i şerif, sebeb-i gufran, aleme bayram olan Cuma,
ömür ve şahsiyetlerimiz, ahir ve akibet, zahir ve batınlarımız hayrola, aşk ola, aşk ile dola, Aşkullah, Muhabbettullah, Marifetullah,
Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola erenler
Umalım ki Mevlam söylediklerimizi önce bize duyursun,
sonra ihtiyacı olanlara tesir buyursun. . .
Sözü çok olanın, yalanı dahi çok olur imiş;
Yüksek müsaadelerinizle
Mevlam ateş-i aşkınızı ziyâde eylesin
Gam ve telaş sizlerden uzak olsun da
huzur bulasınız efendim
Aslında biz insanların kimden ne isteyeceğini iyi bilmesi lazım galiba. Maddi durumu çok iyi biri kendinden durumu daha kötü olan bir insan ne verebilir sıralayacak olursak :
-İlk başta yiyecek ,
-Sonra ikinci marka elbise ve ayakkabı,
– Ehh biraz da günlük geçimini sağlayacak kadar üç beş kuruş.
fazlasını beklemek hata olur. Sonra neme lazım insan çiğ süt içmiş başa kalkar.Ama insanın rabbi ise bunların en iyisini vermekle kalmaz, ayağını yerden kesecek bir binek hayvanı mı desem günümüze göre araba mı desem doğru olur yoksa uzun zamanı kısaltacak uçak mı gemi mi , tren mi ? Başını sokabileceği bir ev .Bir ev dersin sonra bir bakarsın ki sayısını sayamacağın evlerin olmuş. Bir de işlediğin o kadar günahın affı için insan peygamber efendimiz Hz. Muhammed (s.a.s) gönderilmiş.
Bu söz
“Sana güzellikten her ne şey nâsib olursa şüphesiz Allah’tandır. Ve sana kötülükten her ne şey isabet ederse kendi nefsindendir… [Nisâ, 79]” başımın tacı, kalbimin nuru oldu.Yazınızı her okuyuşumda burayı nasıl anlamamışım diyorum .
yazı… vuslat bize gözyaşı….
Allah bagislasin maşallah bu çocuk ..nur tanesi..maşallah
sitenin müptelası olduk,bu coşku bizi sardı,konuların derinliginde ve sözlerin güzelliginde kaybolurken..bu haftaki konuda mest etti.ALLAH cümlemize ziyaret nasip ettirsin.seçsin bizi kendisi,bu nut tanesi gibi bizleride inşallah seçer..
yazıyı okurken bitmesin istedim.Hayatta herşey bitiyor..Şükür burda bulundurana.
Size yazdıran ALLAHA şükür…
Efendimizin diyarında Rabbinin misafiri olan o gül çehre yavruya dahi ,Efendimizin asla incinmelerine rıza göstermediğini unutarak ,bu kutlu mekandan, yüreciği fena bir anı ile ayrılırsa korkusu yaşamadan kırıcı davranabiliyoruz,maalesef.Oysa şimdi peygamberim seni ne çok severdi diye düşünmek gerekmez miydi. Rabbimizin yüreklerimize ,merhamet Peygamberinin merhametinden, inceliğinden damlalar nasip eylemesi niyazıyla. Cuma hediyeleri için de çok teşekkürler,hep gün sayarak bekliyoruz.
Maşallah, Allah bagislasin Hocam nur cemaliniz aynen aksetmis evladiniza. “Birçok derviş, maddî yoksulluk yemini etmiş kişilerdir ve dilencilik yaparlar.”sozunu okumustum bir yerden yani dervisler hayatta kalmak icin halktan aş dilenmek zorunda kalmazlar mi?Yoksa yanlis mi tanittilar bize dervisleri?
“gerçi bu satırların yazarının idrak ve temsil kıtlığı sebebiyle, siz güzelim canlara nakletmede kusurluyuz” siz kusurluysaniz bize lal olmak düşer.Allah razi olsun…
aşk ile hûû
maşaallah ,onlar bize ,hepsi hepimize emanet verilen
çiçekler…inşaallah hakkıyle yetiştirip ,
soldurmadan,incitmeden büyütebiliriz Allah’ın izniyle.
bu ne lutuftur ki o mübarek yerleri bu yaşında ziyaret
etmiş;daim olsun inşaallah.
ne guzel yazmışsınız,sagolun.
Maşallah evladınız çok güzel bir çocuk ve bir o kadar da şanslı. Harem-i pâkinde gitmek için yıllarca bekleyen büyüklerimiz var. Bu küçük yaşta oraları görmek , manevi havayı yaşamak her insan nasip olmaz. İstemek bir insana en zengin en cömert padişah olan rabbimizden istemek yakışır bana göre. Yazınızda
Biçaredir ümmetlerin, isyanına bakma
Red eli vurup hasret ile düzaha yakma
Rahmet et aman, ateş-i hicranına yakma
En başta kulun Galib’i pür-cürmü bırakma
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin Efendim
Haktan bize Sultân-ı müeyyedsin Efendim
bu kısmın manasını çözemedim 🙂 Ağabey sizin yazınızın en sonunda “gönüllere nakşola ” yazdıkça sanki yazdıklarınız kağıda değil gönlümüze yazılıyor. Allah sizden razı olsun. Emeklerinizin karşılığını en zengin, cömert padişah gani gani versin.