Ehl-i tevhide,
Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın birbirinizden ayrılmayın ve Allahın üzerinizdeki nimetini düşünün… [Âl-i İmrân, 103]
Ey can güneşi, ey kalbimin güneşi, ey güzelliği ile güneşi bile utandıran güzel, gel, gel de bizim zavallı halimizi bir gör, şu balçık beden, canı nasıl tutmuş bırakmıyor?
Bahr-i cürme daldı zâtım, ya Resulallah meded
Yoktur ümid-i necâtım, ya Resulallah meded
Geçti beyhûde hayatım, ya Resulallah meded
Müptela-i seyyiâtım, ya Resulallah meded
Ey sevgili, yol arkadaşı ve sen ey Hak dostumuz, biz aşk deryasına dalmış balık gibiyiz, gerçi balığın sesi hiç çıkmaz amma cahillik ettik ses çıkarmaya cüret ettik sen bu kusurumuzu da bağışlayıver…
[NEV-NİYÂZ ve DEDESİ]
– Haftanın ikramı ile başlayalım söze, Yahya Soyyiğit nefesinden ve Hicaz makamından buyurmaz mısınız? [242. mestmp3]
Tevhidin özü budur, arşı kürsü durdurur.
Âşık, mâşûk buldurur: Lâ ilâhe illâllah.
Cennete dahil eder, içinden hüzün gider.
Gönlünde zuhûr eder: Lâ ilâhe illâllah.
Perde olmaz dünyası. aldatamaz ukbâsı.
Sever kulu Mevlâsı: Lâ ilâhe illâllah.
– Pek ateşin nağmeler bunlar… Güzel sesin kalbe tesir etmesinin hikmeti nedir?
– Cenâb-ı Hakk’ın elest bezminde: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” hitabına cüz’i surette bile olsa benzerliği yüzündendir. Sanki deryadan alınmış bir kova su gibidir. O’nun huzurunda mest olan gönüller, o zamandan beri mecnundurlar. Ondan bir hatıra yerleşmiştir hafızalarına. Bu dünyada o hatırayı canlandıracak herhangi bir şey, yeter mecnunluklarının açığa çıkmasına…
Aşk ehline âlemde dilârâ mı bulunmaz,
Mecnun isen ey dîl, sana Leylâ mı bulunmaz?
– Hazır sizi bulmuşsak soralım. Geçenlerde Ebu Said el-Hudrî’den rivâyet edilen bir hadisi şerif işittik: “Bir şahsın mescide devam ettiğini görürseniz, onun imanlı biri olduğuna şehadet edebilirsiniz.” Kalplerde gizli bir hal olan “iman”a şehadet konusunda, Peygamber Efendimizin pek ihtiyatlı olduğu malumdur. Bu buyruğu nasıl okumalıyız?
– “Allah karşısında hiç kimseyi tezkiye edemem (temize çıkaramam)” buyuran da Resulu Kibriya efendimizdir ve bu hususiyeti sadece cemaata devam edene tanımıştır.
– Peki devam camiye midir? Cemaate midir?
– Söz de canlıdır, bak bir sual ile şimdi nerelere varacak yolun sonu… Başımızdan geçen bir hadiseyi nakledelim de sen ordan bir pay çıkar kendine. Manzara 2010 yılı Cidde-Mekke-i Mükerreme arasında cereyan ediyor. Harem-i pâkine varmak niyetiyle taksideyiz. Şoför efendi, namaz vakti yaklaştığında radyosunu açıyor. Kabe-i muazzama’dan yükselen ezanı işitir işitmez arabasını sağa çekiyor. Kendisi imam müşterileri de cemaat olarak namaza duruyoruz. Arkadan gelen arabalar da sağa durup cemaata iştirak ediyorlar. Bir de bakıyorsunuz, on on-beş arabalık bir konvoy ve kalabalık bir cemaat. On dakika sonra büyük mescidleri bulunan bir benzin istasyonuna, yarım saat içinde Mesicid-i Haram’a varmak mümkün iken, bu yol tercih edilmiyor da namazın evvel vaktinde kılınmasına riayet ediliyor…
– Öyle sanıyorum ki Peygamber Efendimiz olsa biraz daha müsamahalı davranırdı, biraz abartmamış mısınız?
– Bir tabloda sahabe hayatından: Hazret-i Hatice annemizin dayı oğlu, Kureyş kabilesinden bir Kur’an hâfızı, hakkında “Abese” sûresi indirilen bir âmâ aşık. Resulu Kibriya efendimizin ikinci müezzini, gönlünü İslâm’a açan ilk mü’min yiğitlerden: Abdullah İbni Ümmü Mektum, Cemâate devam hususunda Hazret-i Peygamber’den izin alabilmek için:
“- Ey Allâh’ın Resûlü! Benim durumumu biliyorsun; evim mescide pek uzak, arada hurma ağaçları var! Medine’de zehirli haşereler, yırtıcı hayvanlar kol gezmede… Her zaman rehber de bulamıyorum!” dedi.
Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:
“-Ezânı işitiyor musun?” diye sordu.
“-Evet!” deyince:
“-Öyleyse cemâate gel; emekleyerek de olsa…” buyurdular.
Hazret bu halde dahi cemaatten hiç ayrılmadı. İşte seven, işte sevdiğine ittiba budur!
– İyi ama evde namaz kılınmaz mı ki?
– Evet, nâfile namazların evde kılınması daha sevaptır ama farz namazların mutlaka câmide, ilahi davete uyup cemaatle kılınması gerekir.
– Cemaatle kılınan namaz 25 derece daha sevaplıdır değil mi?
– Namaz zaten cemaatle kılınır. Tek başına kılınmasına mazaret halinde izin verilmiştir. Ne yazık ki konuşurken bu gerçeği eksik naklediyoruz. Cemaatle kılmazsanız 25 derece eksik ecir, feyz alırsınız demek lazımdır ki muhatapta cemaat bilinci nakşolunsun!
– Nedir cemaati bu kadar yücelten?
– Cemaat ve ümmet tuğlaları birbirine kenetlenmiş bir bina gibidir, adeta tek bir vücuttur. Bir azası hastalanınca, aynı rahatsızlığı hisseden ve ona ortak olan bir beden gibidir cemaat. Ve bu cemaatin fertleri, “Doğuda bir müslümanın ayağına diken batsa batıdaki müslüman aynı acıyı hissetmedikçe imanı kemale ermiş olmaz” diyen bir peygamberin ümmeti, “Fırat kenarında bir kuzuyu kurt kapsa, adl-i ilahi’de Ömer ondan sorumludur” buyuran ehl-i tevhidin takipçisidir.
Sonsuz olan hayat nehrini görünce, kâsedeki suyunu, yâni şu fânî ömrünü, sonsuzluk nehrine kat! Su, hiç nehirden kaçar mı? Kâsedeki su, nehir suyuna karışınca, orada kendi varlığından kurtulur, nehir suyu hâline gelir. Böyle olunca, o kâsedeki suyun vasfı, sıfatı yok olur da, zâtı kalır. Artık bundan sonra o ne eksilir ne kirlenir ne de kokar. [Hz. Pir Mevlana]
– Ehl-i sünnet ve’l cemaat var bir de?
– Hamd ü senâlar, bize sünnet ve cemaat ehlinden olmayı nasîb ve ikrâm eden Allah’a… Sünnet ehli olan cemaate tabidir zaten. Benim ümmetim hata üzerinde ittifak etmez buyuruyor Hak Nebi. Zinhar ümmeti, cemaati hafife almayasın. Cemaat, kuru bir kalabalık değilki, aynı ruhla hareket eden muntazam bir birliktir o. Hem Allah’ın bizden istediği aslında tek bir şey var: Tevhid. O bir noktaya varabilmek için bazı kolaylıklar, (o emirler, ibadetler bize bir yük değil, kolaylıktır.) Namazdan, oruçtan, hacdan hepsinden kasıt bu birliği yakalayabilmek. Tevhid noktasına ulaşabilmektir. Onun için ibadetlerin asli icrası cemaat halinde olanıdır. İşte namazını da evvel vaktinde cemaatla ikame eden insan, Beytullah’ın etrafında müminlerin teşkil ettiği nuranî halkalardan birine girmiş olur, cümle Müslümanlarla bir olmuş olur…
– O zaman Ne mutlu Beytullah merkezinin çevresinde yönünü Kabeye, gönlünü Rabbine ve omuzunu mümin kardeşine vermiş olarak halka halka saf tutanlara!
– Sadece namaz mı? İbadetten murad böylesi bir tevhid bilincine ermektir zaten. İşte oruç en kalabalık cemaate sahip, en uzun (10-15 saat) ibadet olduğu için tevhid noktasına en yakın ibadet olduğu için Allah, “ecrini ancak ben veririm” buyuruyor.
– Oruç ve Ramazan’a daha çok var, şimdi anışımız nedendir?
– Üç aylardan evvel gelen tevbe ayları diye bilinen günlerdeyiz. İnsanın gönlünü, idrakini aynaya benzetirsek, bir ayna kirli paslı, üzeri örtülü olursa istediğiniz kadar güçlü bir ışık kaynağı tutun yansıtmaz değil mi? işte gönül ve idrak, benlikle, gafletle, Allah’ın beğenmediği hallerle, nefsin emrinde kirletilir, örtülürse Nur-u Muhammedi ne kadar parlak olursa olsun zuhur etmeyecektir. O ilahi nur, zaten hep var. Mühim olan o yansımayı alabilecek kıvama gelebilmektir.
Bunun için aynanın tozundan, toprağından temizlenmekten başka cilalanmak lazımdır. İşte Recep, Şaban ve Ramazan’dan evvel gelen Cemaziyelevvel ve Cemaziyelahir ayları ahalimiz tarafından “Tevbe ayları” olarak ilan edilmiş, Yani tevbe ile kalp aynası, idrak merkezleri temizlenirse mübarek üç aylarda fevkalade yansımalar olacaktır.
Tevhidi terk etme zinhar ey aziz
Tevhid için gönlüne eyle temiz
– Şimdi merak ettik, tevhid bu tevbe aylarının neresinde?
– Tevhid, canların aynı merkeze ve aynı sese dikkat kesilmesidir. Bundan müşterek ölçü, müşterek heyecan doğar. İçinden geçtiğimiz bu aylarda müslüman kardeşlerimiz diğer zamanlardan daha çok tevbe ve istiğfarda bulundukları için, biz de hâl ile tevbe edip o tevhid halkasına dahil olduğumuzda umarız ve dileriz ki Cenab-ı Hakk’ın, bir nur yüzlü, ağzı dualı mübareğin yüzü suyu hürmetine “bu canda tevbe edenlerdendi, affedilmişlerdendir” deyiverdiği zümreden sayılırız.
Şu beş duyudan, altı yönden varını yoğunu birliğe çek, birliğe. Kendine gel, benlikten çık, uzak dur, insanlara karıl, insanlara, insanlarla bir ol. İnsanlarla bir oldun mu bir madensin, bir ulu deniz. Kendinde kaldın mı bir damlasın, bir dane… Dünyada nice diller var, nice diller ama hepsinde de anlam bir! Sen kapları, testileri hele bir kır! Sular nasıl bir yol tutar gider. Hele birliğe ulaş, hır gürü, savaşı bırak, can nasıl koşar, bunu canlara iletir. [Hz. Pir Mevlana]
– Ne diyelim Mevlam bilip bilmeyerek işlediğimiz cümle günahlarımızı mağfiret eylesin
– Affetsin elbet ama yaz-boz tahtası değil ya bu! Günah işlememek için, nefse esir olmamak için de Hakkın yardımını istemek, bizi doğru yoldan ayırmamasını niyaz etmek gerek. Rabbimizden niyazımız bizi tevhidin hakikatine erdirmesi bizi kendinde fânî kılıp, cemaatin çağırdı tevhid halkasına dahil etmesidir.
Muhabbet-i Ehli beyt-i Mustafa üzerlerimize sâyebân,
Vakt-i şerif, sebeb-i gufran, aleme bayram olan Cuma,
ömür ve şahsiyetlerimiz, ahir ve akibet,
zahir ve batınlarımız hayrola, aşk ola, aşk ile dola,
Aşkullah, Muhabbettullah, Marifetullah,
Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola erenler
Umalım ki Mevlam söylediklerimizi önce bize duyursun,
sonra ihtiyacı olanlara tesir buyursun. . .
Sözü çok olanın, yalanı dahi çok olur imiş;
Yüksek müsaadelerinizle
Mevlam ateş-i aşkınızı ziyâde eylesin
Gam ve telaş sizlerden uzak olsun da
huzur bulasınız efendim
Bu cuma ikramınızın sözlerini yazan ne güzel yazmış. Mihrican hanımın sözlerine aynen katılarak hayırlı cumalar dilerim.
YÜCE RABBİM..bu güzel günde bu yazıyı okumak nasip ettiğin için sonsuz şükürler olsun…yazan ve okuyan tüm canların cuması mübarek olsun…Esselamü aleyküm…