… Şeyh Ebu’l Hayr hakkındaki konuşmamıza dönelim. Belagatı ve dildeki talakatı (düzgün söz söyleme kolaylığı) ile dinleyene te’sir eden insanlar çoktur. Yine üslubunun güzelliği ve kaleminin sihriyle büyüleyen yazarlar vardır. Ayrıca sağlıklı muhakemeleri ve isabetli görüşleriyle hoşa giden insanlar da bulunur. Bütün bunlar her yerde ve her zaman görülen, bilinen şeylerdir. Fakat bütün bunlardan daha garibi daha acayibi konuşmayan insanlardır. Konuştuklarında yazarları acze düşürecek bir belagat büyüsüne sahip değildirler. Bununla birlikte onlar insana bir yazardan, bir hatipten daha çok tesir ederler. Onlar halleriyle tesir ederler, sözleriyle değil. Hocam Şeyh Ebu’l Hayr el-Meydanî de bunlardandır. Yine Meydanî’nin ve Şamî’nin hocası Şeyh Bedruddin al-Hasenî bunlardandır. Mısır’da tanıdığım ve hocalarımın hocası olan es-Seyyid el-Hadır Hüseyin de bunlardandır. Bu zat Ezher Şeyhi olmuştur. Yine araştırmacı dil alimi Ahmet Temur Paşa da bu grupta yer alır. Bu konuda şahit olduğum pek çok şey var ki bunlardan birisini şimdi size nakledeyim. Bu hikayeyi “er-Risale” dergisi sahibi üstad Ahmet Hasan ez-Zeyyat nakletti. Hikayesini anlattığı zatın ismini zikretmişti ama ben unuttum:
Bu zat müderris(profesör) imiş. Dünyalık nâmına, ders verdiği Ezher Camii Şerifini (“cami” kelimesine müenneslik=dişil ta’sı gelip de bu kelimeyi “camia=üniversite” şekline tahvil etmeden önce) ve onun yakınında olan oturduğu evi ile Ezher arasındaki yoldan başka birşeyi bilmezmiş. Ömrü uzun olup, yaş ilerleyince sağlığı bozulmuş ve dinlenmeye ihtiyaç duymuş. Doktor onu dinlenmeye mecbur tutmuş ve iş ortamından, bulunduğu mekandan uzaklaşmasını, bağ ve bahçelerde, Nil kenarında sükunet aramasını tavsiye etmiş.
Bunun üzerine Şeyhimiz çıkar ve bir arabayı durdurur. O vakit otomobil mevcut değildi. Arabacıya der ki: “Oğlum beni gezinip istirahat edeceğim güzel bir yere götür.” Arabacı habis bir adammış. Şeyhimizi alır, randevu evlerinin bulunduğu Özbekler mahallesine götürür, der ki: “Amca burası.” Şeyhimiz der ki: “Akşam vakti yaklaştı nerede namaz kılacağım? Önce beni mescide götür.” Arabacı da “işte mescid” diyerek, bir evi işaret eder…
Kapı açıktır. Evin sahibesi kendi gibi olan kadınların hali ve tavrı üzere ayakta duruyordu. Kadını görünce Şeyhimiz gözünü yumdu. Orada bir iskemle görüp ezan okunmasını beklemek için oturdu. Kadın ona bakıyordu. Bu adamın evine ne sebeple geldiğini anlayamadı; evine daha önce gelip gidenlerden değildi. Ona sormaya cesaret de edemiyordu. Şeyhimiz tesbih çekip saatine bakıp dururken, ehli salah insanların insanların huzurunda, hatta genelev kadınlarında bile bulunabilecek haya bakiyyesi, kadını soru sormaktan alıkoydu. O sırada uzaktan akşam ezanının sesi duyuluyordu. Şeyhimiz kadına dedi ki: “Müezzin nerede? Vakit girdiği halde niçin ezan okumuyor? Sen onun kızı mısın?” Kadın cevap vermedi. Şeyhimiz biraz bekledi. Sonra: ” Kızım akşam gariptir (المغرب غريب) ertelenmesi caiz değildir. Burada kimseyi göremiyorum. Eğer abdestin varsa arkamda namaza dur, cemaat olursun.” dedi ve ezan okudu. Kadına bakmadan kamet getirmek istedi. Kadından bir hareket hissedemeyince: “Neyin var? Yoksa abdestsiz misin?” dedi.
Bunun üzerine, bir anda kadının imanı uyandı. Şimdiki durumunu unutup eski günlerine döndü. İffetli, temiz ve günahtan uzak olduğu günlere. Ağlamaya ve hıçkırmaya başladı ve kendisini şeyhimin ayaklarına bıraktı. Şeyhimiz dehşet içindeydi. Ona bakmak ve dokunmak istemez bir halde kızcağızı nasıl teselli edeceğini bilemedi. Kız şeyhimize hikayesini anlattı. Pişmanlığını ve tevbesinin sahih olduğunu görünce onun doğruluğuna kani oldu. Dedi ki: “Beni dinle kızım, Rabbülalemin ne buyuruyor? Euzübillahimineşşeytanirraciim “Ey nefisleri aleyhine aşırı giden kullarım, Allah’ın Rahmetinden ümit kesmeyiniz. Şüphesiz Allah günahları toptan affeder.” Toptan kızım, toptan. Tövbe kapısı her asi kula açıktır. Bu kapı geniştir. O kapıdan girenler için, genişler; günah yükleri ne kadar ağır olsa da. Hatta küfür bile olsa. Kim ki imandan sonra küfre düşer de sonra ölüm kapıya dayanmadan tevbe ederse , tevbesinde sadık olur ve islamını yenilerse , şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Ey kızım, Allah, ikram edenlerin en cömerdidir. Sen hiç kerim birisinin kendisine yönelen, kendisine sığınan ve kendisine itimat eden bir kişinin yüzüne kapısını kapattığını gördün mü? Kalk ve guslet vücüdunu suyla; kalbini de tevbe ve pişmanlıkla yıka ve Allah’a yönel. Ben seni burada bekliyorum. Ağır davranma çünkü akşam namazının vakti çabuk geçer. Kız şeyhin dediğini yapar. Yeni bir elbise yeni bir kalple huzuruna çıkar. Şeyhin arkasında namaza durur, namazın tadını alır. Namaz kalbini temizlemiştir.
Namaz bitince şeyhimiz der ki: “Haydi gel, birlikte gidelim. Bu mekanla, buradaki kişilerle bütün rabıtanı koparmaya gayret et. Burada yaşadığın müddet içerisindeki her türlü izi hafızandan silmeye çalış. Allah’a istiğfar etmeye devam et. Salih amelleri çoğalt. Zina küfürden daha büyük değildir ya. Hind ki kafir idi, Rasulullah’a düşman idi. Rasulullah’ın amcası Hz. Hamza’nın ciğerini yemeye teşebbüs etti. Tevbesinde sadık olunca saliha müminelerden oldu. Biz de Allah ondan razı olsun, der olduk.
Şeyhimiz kızı alır, dindar kadınların bulunduğu bir eve götürür. Sonra salih müslümanlardan, evlenmeyi kabul eden birisiyle onu evlendirir ve o müslümana bu kız hakkında iyi davranmasını tavsiye eder.
Merhum Şeyh Ali el-Tantavî ‘nin (Şam, 1909- Cidde, 1999) ANILARIM kitabından bir tercüme denemesi
Mütercimden bir not: Kitabın bu kısmını okumaya gülerek başladık, ne varki ilerleyen satırlarda “gülme” yerini “ağlarken gülmeye” bıraktı. Böylesi bir duyguyu daha önce hiç tatmamıştık. Hiç insan aynı anda hem ağlar hem güler mi? Meğer hayatta böyle şeyler de oluyormuş …
Merhum Şeyh Ali el-Tantavî ve hocalarından ALLAH razı olsun ,dinsiz yaşamak mümkün mü diyen ALLAH dostu gönlünden de