Bir Garip…


Ey garip bülbül,
Rabbini hamd ile an, secde edenlerden ol ve sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et. [Hicr, 98-99]

Gel bu aşkın kadehinden bir kadeh nûş eylegil
Gel bu aşk ile başını tâ ebed hoş eylegil

Ta başından söyleyelim bu hafta bir garip haller geldi başımıza, haliyle mektupta bu hallerden vâreste değil…

Kulu ol kim olasın âzâd!

Bir lâtifeyle başlayalım söze, şöyle ki geçtiğimiz günlerde bu satırların yazarı basit bir cerrahi müdahaleye maruz kaldı. Gözümüzün içine bakmayı bıraktığımızda yanıbaşımızda anestezi uzmanı doktor hanım gülümsüyordu, yahu bunca zamandır uyutup uyandırırız sizin gibi gözünü açana rastlamadık.. Ameliyat masasından kaldıracağız uyanın artık diye sarsıyoruz hafifçe, ne deseniz beğenirsiniz:

“Gerek narkoz, gerek aşk ile âlemde serhoş olmak gerek vesselam”
Haddizâtında aşk, insanın kendinden geçmesi, kontrolü kaybetmesi şartına bağlı değil midir?

….

Şu garip insanın hayatında, her ne sevinç ve mutluluk varsa hepsi zuhuru, görünüşü farklı da olsa kavuşmaktan kaynaklanır ve her ne gam ve keder var ise ayrılıktandır. İnsanoğlu nimetlerin kıymetini elindekini kaybedince anlar. İşte ufak tefek gurbetler, ayrılıklar da ona ufak tefek hatırlatmalardır.

Dikkat buyurun; bir kimse bir belaya duçar olduğunda, asıl bela o belaya neden uğradığını bilmemesidir. [Hz. Aşkî]

Kulu ol kim olasın âzâd!

Mevlam her cuma kurduğumuz bu gönül bağından, âşıklar bezminden ayırmasın bizleri, bu meclisimizi bir ucu cennete dek uzanan, şükrü eda edilmiş huzur pınarlarından eylesin.

Vâlide sultanı da yanımıza alıp haremi pakine, hicaz illerine avdet eylerken uçakta nazarımız karşımızdaki yazıya ilişti kaldı.

Fasten Seat Belt While Seated

“Oturduğunuz sürece kemerlerinizi bağlayınız” şeklinde tercüme edilebilecek bu ikâzın neresi garip?

Şu garip kardeşiniz uçak inene dek nerelere bağladı bu hitabı bir bilseniz. Önce oruç geldi aklımıza, İngilizcesi “fast” “fasten” çağrışımıyla. Kemer belimizi dolayısıyla bizi tutup bağlar, oruç ve diğer ibadetler de bizi tutmalı, Hak ile aramızı açan günahlardan alıkoymalı değil miydi?

Kulu ol kim olasın âzâd!

Madem “yolcu, yolda temkin üzere gerektir” şu hayat seyr ü seferinde kendimizi sağlam bağlamalı değil miyiz?

Ve asırlar öncesinden İmâm-ı Bûsirî seslenmez mi? Kasîde-i Bürde’siyle

Serkeş atlar zapt olunur dizginleri çekilerek
Benim bu azgın nefsim, kimler yola getirecek

Ve günahlar geldi aklımıza dizginlerini koparan atları duyunca…

Bir günah eden kişiye bin gün âh etmek düşer
Bin günah ettim İlâhî, bir gün âhım yok benim

Kulu ol kim olasın âzâd!

Ve günahın ucunun dokundu yerler, makamlar…

Felekde hâsılı insân isen bir cânı incitme.
Günahkâr olma fahr-i âlem-i zîşânı incitme

Ey Allahım, biz dünyada günâh işledik. Bu duruma Habibin Hz. Muhammed (sav) üzüldü, düşmanımız İblis ise sevindi. Ey Allahım, Eğer yarın kıyamette cezâ verirsen, dostun Hz. Muhammed (sav) yine kederli ve düşman İblis yine sevinçli olur. Ey Allahım, iki sevinci düşmana verme, iki üzüntüyü Hak Dost’un gönlüne koyma.

Ey Allahım, eğer sebebini sorarsan hiçbir bahânemiz yoktur. Eğer tartacak olursan malımız yoktur. Eğer yakarsan tâkatimiz yoktur. Serveti olmayan müflisler, sermayesi olmayan muhtaçlar ve tâat ve ihlas süsünden yoksun olanlar bizleriz.

Kulu ol kim olasın âzâd!

Ey Allahım, eğer bir kez olsun bana “Kulum” dersen sevincim arşı geçer. Ey Allahım, iyilerin istiğfar etmeleri gerekiyorsa, ya iyi olmayanlar ne yapsınlar? Ey Allahım, eğer iblis Hz Adem’e kötülüğü öğretmişse ya buğdayı Adem’e kim rızık olarak verdi?

Ey Allahım, yükselttiğin bayrağı indirme. Sonunda affedeceksen başında utandırma. Ey Allahım, bedava yarattın, bedava rızık verdin, aynı şekilde bedava bağışlamanı umarız ve dileriz. Zira sen Hudâ’sın tüccâr değil…

Eğer bize cenneti tâat karşılığında bahşedeceksen bu bir satış olur ya senin ihsan ve bağışın nerdedir? Ey Allahım, ben, ucub ve kibre sevkeden tâatten bizârım, beni özre sevkeden günahtan da…

Ey Allahım, bu yanan çırayı söndürme, bu yanmış gönlü yakma, bu dikilmiş perdeyi yırtma ve bu bendeni kovma.

Kulu ol kim olasın âzâd!

Gel ey aşk, soğumuş gönlümüzde ateş yak. Sönmüş çıramızı nurunla tutuştur, aydınlat…

Ey Allahım gariplere acıyan sensin. Ben de bir garibim. Derdime devâ ver. Çünkü sensin tabibim, ey cümle kaybolmuşların yol göstericisi. Ey Allahım taşıdığın esma ve sıfatların hürmetine feryadıma yetiş. Zira buna gücü yeten de ancak sensin.

Aaah azizim haldaşım, olanlar oldu ve her ne ki O’nun muradı oldu, halimiz pek bir garipse de hayr oldu erenlerim…

Kulu ol kim olasın âzâd!

Kulu ol kim olasın azâd! İkide bir satır arasına giren bu seste neyin nesi, ne olacak mektubun hitamı erişti, mestmp3 olacak bir seda sunmadın canlara…

Be hey bülbül nedir feryâd
Var eyle Hak’dan istimdâd
Hüdayı yâd etme olma yâd
Kulu ol kim olasın azâd [260.mestmp3]

Yolunu şaşırmışlara rehber olan Hâlık! Cânımıza safâ, gönlümüze aşk, gözümüze nur ver. Ve bize iyi olan her ne var ise fazl u kereminden onu ver, Yâ Rab, gönlümüze rahmet-i cân ver, Herkesin derdine basîretler dermânı ver. Bu kulun neyin olması gerektiğini nereden bilsin? Bilen sensin, her neyi biliyorsan onu ver. [Hz. Pir Mevlana]

Muhabbet-i Ehli beyt-i Mustafa üzerlerimize sâyebân,
Vakt-i şerif, sebeb-i gufran, aleme bayram olan Cuma,
ömür ve şahsiyetlerimiz, ahir ve akibet,
zahir ve batınlarımız hayrola,
Aşk ola, aşk ile dola, Aşkullah,
Muhabbettullah, Marifetullah,
Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola erenler

Umalım ki Mevlam söylediklerimizi önce bize duyursun,
sonra ihtiyacı olanlara tesir buyursun. . .

Sözü çok olanın, yalanı dahi çok olur imiş;
Yüksek müsaadelerinizle

Mevlam ateş-i aşkınızı ziyâde eylesin
Gam ve telaş sizlerden uzak olsun da
huzur bulasınız efendim

9 thoughts on “Bir Garip…

  1. Ümit ağabey, size nasıl teşekkür etsem bilemem. “Fasten Seat Belt While Seated” kelimesini unutacağım kalmadı. Gerçekten bizleri 2010 yılından alıp 1200’lü yıllara uçurup İmâm-ı Bûsirî’nin zamanına taşıdınız. Başkası olsa yolculukta bizim acıkma gibi huyumuz var. Başlarız menü sıralamaya. ( karnıyarık, yanında pilav, bir güzel salata, üstüne de tatlı olarak fıstıklı baklava olsa ne güzel olurdu diye ) Aslında ben de kasideyi tam bilmediğim için perhiz kelimesine takıldım, buradada mı yoksa diyet var diye düşündüm. ( sabah kahvaltısında iki dilim kepek ekmeği,, yanında bir kibrit kutusu peynir, çay yok.. vb. hayda diyetteyiz ) Ama bir baktım ki Mısır piramitlerinde hazine aramak gibi bir yolculuk başlamış. Kader değişir mi diye hep düşünürdüm. Başımıza bazen Hz. Aşki ‘nin belirttiği gibi kabul etmek zor olur. Bazen isyanlara düşer insan. Şeyh Galip’in de anlattığı gibi
    Her derd ki var devâsı vardır
    Her hasta ki var şifası vardır
    Sözlerine inanıyordum ama nasıl başarılacak bilmiyordum. İmâm-ı Bûsirî bunu başarmış . Kaside-i Bürde ‘yi araştırırken çelişki yaşama nedenim ise yazılan tek kaside, kaside-i bürde olmamasından. Kaside farklı dillere çevrildiği için çevirim aşamasında birkaç kelime değişiyor. Mesela 161. Beyit Sezai KARAKOÇ’Un yaptığı çeviriden farklı başka bir çeviride. Ama genel anlamda aynı şeylerden bahsediliyor. Başka çevirideki 161. Beyitteki mana :
    YA RAB,SABA RÜZGARI”BAN” AĞACININ DALLARINI SALLADIĞI, KERVANBAŞI TATLI NAĞMELERLE DEVELE Rİ AŞKA GETİRDİĞİ MÜDDETÇE (yani dünya devam ettikçe), FAHRİ KAİNATA,O’NUN AL VE ASHABINA VE ONLARA TABİ OLANLARA RAHMET BULUTLARINI GÖNDER.
    Yazılan yazı bozulmaz derler ama rabbimiz merhamet ederse, peygamber efendimiz (s.a.s) sayesinde yazı değişebilirmiş. İnşallah Peygamber efendimizin sizinle eşlik edeceği dillere destan bir kaside yazmak size de nasip olur diyerek iniş vakti derim.

  2. Sezai Karakoç üstadın
    İslam’ın Şiir anıtları eserinde Kaside-i Bürde tercümesi’nden iktibastır:

    Selem ağaçlarını mı, ordaki dostları mı andın ki birden
    Gözbebeğin kanlandı, gözyaşın aktı kırmızı kırmızı..

    Yoksa bir yel mi esti Kâzime yönünden;
    Yoksa Eden Dağı’nın üstünde, kapkaranlık gecede
    Şimşek mi çaktı?..

    Gözlerine ne oldu ki, “dur ağlama” desen çoşar ırmak olur;
    Ya kalbine ne dersin, “yetiş huzur” dedikçe artar acısı gamı..

    Aşk gizli kalır mı kimseden, niçin aldatır kendini insan?
    Gönül yanıp dururken, gözden akarken çeşme gibi gözyaşı..

    Aşk olmasaydı döker miydin gözyaşını böyle taze toprağa?..
    Gözün uykudan kaçar mıydı, andığında Ban Ağacını, Alem Dağını..

    Âşık inkar etse ne çıkar, gerçek şahitler var:
    Yaşa batık gözler, sararmış yüz, zayıf ten ve göz çukurları…

    Aşktan değil de neden bu peki, bir yanağında kırmızı gül;
    Bir yanağında sarı gül döküntüsü, izi;
    Kızılırmak, Yeşilırmak yatağı..

    Evet, yârin hayali gelip beni birden uyandırdı;
    Sevgi, zaten gelir gamlarla, mahveder vücut hazlarını..

    Aşkım sebebiyle bana dil uzatan, utanır mıydın ki bilseydin,
    Yanık aşklarıyla meşhur Özr oymağı gençlerinden daha mazurum, beterim hakçası…

    Gizlenir gibi değil ki bu sır, işte sen de öğrendin;
    Şimdi, de diyeceğini, kat by derde bir dert de sen..
    Zaten yok sonu yok başı..

    Öğüdünü esirgemedin sağol benden ama;
    Tutamadım onları, çünkü tutuktur zaten sevenin kulakları..

    Yaşlı adama, ağarmış saça, utanmadan; “yalan söylüyorsun” dedim..
    Nasıl inkâr, itham edilebilir oysa, ağaran saçın beyazlığı?..

    Günaha batık nefs, öğüt mü dinler!
    Kendi karanlığına gömülmüş ak saç, nasıl ışıtsın bu karanlığı?..

    Güzel fiillerle bir şölen hazırlayamadı nefsim;
    Misafirse sessiz, ihtişamsız apak çıkageldi, karşılayan bile olmadı..

    Bilseydim ki, yok bende bir karşılama gücü bile,
    Siyaha boyadığım bir panonun ardına saklardım kendimi ve bu sırrı..

    Kim çeker benim nefsimi bu hoyratlık alanından?..
    Çılgın atları zaptedip dört döndüren süvariler gibi tıpkı..

    Günah işleye işleye günahı bitireyim dersin belki içinden..
    Boş hayal! Yemek vücudu arttırır, günah da günahı…

    Nefs memedeki çocuktur, vaktinde kesmezsen sütten,
    Koca adam olur da, hâlâ emzik ister, arar sütü mamayı..

    Nefsine sen hâkim ol! O olmasın sana hâkim;
    Çünkü nefs neye hâkim olursa, onu ya öldürür, ya soldurur hâsılı..

    Nefs sürüsü bırakırsan yayılır her yöne; görmeli gözetmeli;
    Otu çok tatlı gelen yaylalara yaymazlar koyunları..

    Nefsin tattırdığı hazzın çoğu semm-i katildir;
    Ağuyu altun tasta bal içre sunarlar, bunlar onun suç ortağı..

    Açlığın ve tokluğun hilelerinden koru kendini,,
    Evet açlığın da.. Çok açlık, tokluktan da zararlı..

    Gözünden yaşlar boşalt ki, ne haramlar doldurmuştun vaktiyle..
    Ve sığın tövbe gölgelerine, odur en serin hurma altı..

    Şeytana ve nefsine uyma! Baş kaldır, isyan et!..
    En akla yakınmış gibi gelen sözlerini bile dinleme, deş ve bul püf noktalarını..

    Bazan hasım kılığındadır, bazan hısım, bazan hakem,
    Düpedüz hilekârdırlar, ne hakemi, ne hasımı, ne hısımı!

    Allah’ım sen affet bizi!.. Bizzat söyleyip te tutamadığımız sözlerden..
    Ki andırır kısırların nesliyle öğünmesini tıpkı…

    Sana “yap!” dedim ama ben yapmadım onu;
    Sana “yol işte bu yoldur” dedim ama nefs, beni o yola bırakmadı..

    Üstüme borç olan namazı kıldım, orucu tuttum; ama o kadar..
    Ölüm, evet ölüm göz önündeyken bir parçacık arttırmadım onları..

    Kendime zulmettim, ihmal ettim geceleri ihya sünnetini..
    Can verdi gecelere namazla O, öyle ki, şişerdi ayakları..

    Boş midesinin üstüne taş kor, derisini büzüp düğümler,
    Çekilen karnına kuşak bağlardı; yine azalmazdı açlığa sabrı…

    Altundan ulu dağlar nefsine sundular da kendilerini,
    Reddetti O, gösterdi onlara gerçek ululuğu ve gerçek altını…

    Zühd ve takvasını arttırdı, eksiltmedi o dağlarca zarûret..
    Ne denli olsa da yok edemez ihtiyaç, insandaki temizliği, pırıltıyı…

    Dünya ne oluyor ki, O ona muhtaç olsun..
    Dünya O’na muhtaç ki, onun için değil midir varoluşu, yokluktan çıkışı?..

    Bu dünyanın ve öte dünyanın, göze görünür- görünmez yaratıkların,
    Acemin, Arabın, bölük bölük bütün insanlığın Hz. Muhammed’dir başı..

    Bir eşi yoktur O’nun emir ve nehiy peygamberliğinde;
    “Evet” i tam evetti, “hayır” ı tam hayırdı…

    Her yönden hücum eden korkunun türlüsünden
    Ancak O Sevgili kurtarabilir bizi, O’nun merhameti, O’nun şefaati…

    Kim döndüyse sesine, koşup yapıştıysa O’nun eteğine,
    Yapışmış oldu kopmaz bir ipe, hiç kopmaz ve tam kurtarıcı…

    İçiyle ve dışıyla, ahlak ve yaradılışta üstündür,
    öbür peygamberlerden bile;
    Hiçbirinin ilmi, keremi O’nu geçemedi, O’nunkine ulaşamadı..

    Ve hepsi umar ve bekler, Allah’ın Resûlundan;
    Denizinden bir avuç su;
    Yağmurundan bir damla su yollamasını..

    Dururlar huzurunda hepsi yerli yerinde..
    Kimi ilminden bir nokta,
    Hikmetinden bir hareke bir kısmı..

    Peygamber ruhu alıp peygamber vücudunu,
    mükemmel peygamber olunca,
    O’nu Sevgili edindi seve seve insan yaratan, insan ören Rabbi..

    Üstünlüğünde eşit ve ortak yoktu O’na kimse;
    Güzelliğiyse parçalanmaz bölünmez bir bütündü, ne çıkacak,
    ne eklenecek bir şey vardı…

    Hristiyanların kendilerine gelen Resûl için dediklerini dememek şartıyla,
    Öğ öğebildiğin kadar.. Yücelt yüceltebildiğince O Hakk Kahramanını..

    Korkmadan istediğin ölçüde şerefi bağla O’na;
    İstediğin ölçüde O’nun değerlilik hakkını tanı..

    Erginliğine yok son ki, orada durup,
    Dil, cesaretini bulsun, O’nu anlatmayı..

    Mucizeleri bile gerçeğinin yanında sönük kalır;
    Yoksa ismi anılınca çürüyen kemikler bile canlanıp ayağa kalkmalıydı..

    Aklın yetişmeyeceği tekliflerle etmedi bizi imtihan;
    Bizi sevdiğinden elbet.. Biz de hemen inandık O’na..
    En ufak şüphe bize yaklaşmadı..

    O’nun gerçeğine ermekte cümle âlem âciz kaldı;
    Uzak âciz kaldı, yakın âciz kaldı, acz çepçevre sardı dört yanı..

    Güneş küçük sanılır uzaktan bakılınca;
    Göz dayanmaz amma, çıplak gözle bakıldı mı..

    İnsan nasıl bu yerde anlar O’nun gerçeğini,
    Ki rüyada görsen O’nu, sana yeter ömür boyu
    Bu mutluluk ve O’nun nurdan bakışları..

    İnsanlığın bilip bileceği şu, bilgilerinin sonu şudur ancak;
    O insandır ve yaratılmışların en iyisi, en güzeli, en hayırlısı..

    Ve Peygamberlerin halka gösterdiği mucizeler,
    O’ndandı, O’nun nurundandı, O’nun habercisi, O’nun öncü ışıklarıydı..

    Çünkü O erdemlik güneşi, öbür peygamberlerse yıldızlardır,
    O yıldızlar ki; Güneşten aldıklarıyla aydınlatırlar karanlıkları..

    Gel gör ki, Rabbim O’na neler verdi, nasıl süsledi O’nu..
    Ahlâkını güzellikle sardı, müjdeyle, güler yüzlülükle benek benek noktaladı..

    Latifliği bir çiçek, dolunay şeref ve değeri..
    Cömertliği bir deniz, yardımı zamandır tıpkı..

    Tek başına bir yerde, O’nu görsen, heybetinden
    Sanırsın arkasında asker, asker,asker.. bir ordu gizli, bir ordu saklı..

    O’nun tebessümünden ve konuşmasındandır sanki;
    Sedefte saklı inci, İnciler hep sedefte saklı..

    O’nun toprağının kokusundan daha güzel var mı koku?
    Ne mutlu o kişiye ki koklamış, öpmüş ola o toprağı!

    Doğuşu açıklar bize her yönden her açıdan O’nu..
    Başlangıcı da iyi O’nun, sonu da..
    Hoştur doğuşu ve batışı..

    O doğum günü ki, iyi farkına vardı İran, indiğinin
    Kendisi için korku, kendisi için ceza, kendisine cehennem âzabı..

    Göçtü, darmadağın oldu Kisra’nın saray duvarları o gece..
    Devleti de, bu duvardan başlayarak yarıldı, çatladı ve dağıldı..

    Son nefesini verdi, korkudan mecûsi meş’alesi..
    Ve Yahudi nehri, bilinmeyen bir yere alıp gitti,
    Dert yuvası başını..

    Ve sapık Save halkı, her günkü gibi
    Su aldıkları göle gittiklerinde;
    Bu da nesi?.. Kurumuş kül olmuş!
    Döndüler elleri boş,
    Kızgın kudurmuş ve çatlamış dudakları..

    Sanki doğmuştu ateşte su,suda ateş duygusu!..
    Tabiat, o gün yoldan çıkmışları, tabiatından çıkararak karşıladı..

    Sanki, çarpıkların ateşi sıkıldı terledi de sulanıp söndü üzüntüden;
    Sularıysa hüzünlerinden ateş gibi kızdı, buharlaştı..

    Cinler çığlık atarlar, Nurlar, saçarlarken havaî fişeklerini
    Hak böyle tantanayla çıkıyordu ortaya, Hakk’ın sesi ve ihtişâmı..

    Kör oldular, sağır oldular, felç oldular, muştuları duymadılar,
    Haberleri almadılar; görmediler korkutuş yıldırımlarını..

    “Bundan sonra o eğri dinimiz belini doğrultup ayağa kalkamaz”
    Dediler, haberini verdiler kâhinleri, ozanları..

    Gökte yıldızların aktığı görülürdü
    Ve aynı anda yerde putların devrildiği, yıkıldığı..

    Ve vahy yolundan çekilip gitti bozgun
    Şeytanların şahı; bozgun askeri yerinde kala kaldı..

    Nasıl ki, Ebrehe’nin ordusu dağılmıştı;
    İki avuçtan atılanla bir ordu kör olmuş, yere saplanmıştı..

    Allah dedikten sonra o taşların atılışı
    Rabbine yalvarır yalvarmaz balığın karnından atılanın çıkışını andırmıştı..

    Yemin ederim ikiye bölünen aya,
    O’nun kalbiyle ilgili aya..And içerim aya karşı!..

    Ve o hayrı, keremi içine alan mağaraya..
    And içerim ki, Kafirlerin gözleri içerdeki Işıktan kör oldu bakamadı..

    And içerim ki, Muhbir-i Sadık mağaradaydı ve Sıddık mağaradaydı..
    Görmediler ve sandılar ki, orda, kimsecikler yoktu ve olamazdı..

    Ne bilsinler ki, örümcek O’nun için örmüş ağını..
    Güvercin, O’nun için yuva yapmış, yumurta bırakmış uçup durmaktaydı..

    Allah isterse bir güvercin, bir örümcek ağıyla da korur,
    Kat kat zırhı ve yüksek kaleleri aratmaz,
    onlardan müstağni kılar insanı..

    Ve bir örnek daha:
    Çağırınca Peygamber, Ağaçlar geldi, eğildi huzurunda;
    Dallarıyla, kökleriyle yürüdüler; Çünkü yok ayakları..

    Çizgiler çekerek yol ortasına, yazılar yazarak
    Güzel yazılar yazarak; dalları budakları…

    O bulut gibi ki, O nereye giderse üstünde o da oraya gider,
    O’na, gün ortasında yakan güneşe karşı gölge yapardı..

    Dünyanın sıkıntısı binince boğazıma
    Hemen sarılır, sığınırım O’na..
    O hemen kurtarır bu zavallıyı..

    İki dünyaya ait hiçbir şey yok ki, o hayır saçan elden
    İstemiş olayım da almamış olayım, olmadı..

    Aklın ermeyince hemen inkâra kalkma rüya vahiylerini;
    Belki gözleri uyurdu O’nun ama, kalbi uyumazdı..

    Nübüvvetiyle O gerçeğin doruğuna çıkmıştı
    Nasıl inkâr olunabilir erginlerin rüya durumları..

    Allah’ın alanı bu. Ne vahiy çalışmakla olur
    Ve ne de bir suçtur Peygamberin gâibi çizip anlatışı..

    Bir dokunmakla nice hastayı iyi etti eli
    Nice çılgınlık zincirini kırıp mahkûmlarını kurtardı..

    Kara kıtlık yılları oldu, O’nun duasıyla canlı ve ak
    Sanki gecenin oratasında ansızın bir dolunay çıktı..

    Bulut akıttı durdu suyu öylesine ki, o kurak vâdilerde;
    Oldu her sel bir arim seli, her ırmak bir deniz ırmağı..

    Bırak konuşayım, anlatayım o mûcizeleri:
    Geceleri dağlarda yakılan şölen ateşleri gibidir âşikârlıkları..

    İnciyi işlersen değerlenir şüphesiz;
    Ama işlemesen de inci incidir; incilikte farksızdır işlenmişi, hamı..

    Ama nasıl uzanabilir hayali övüşün o yüceliklere
    Ki orda hüküm sürer o davranış ve ahlâkın hârikalar mantığı..

    Biri Kur’an Âyetleri: Haktır, Allah’tan gelmedir,
    Ezelî ve ebedîdir, sonradandır, fakat yoktur öncesi başı..

    Zamanla kayıtlı değil getirdiği kutsal haber
    Son saatten, Addan, İremden haber…
    Odur mutlak haberlerin saltanatı..

    Devam edip gidiyor O’nun hükmü. Üstündür
    Öbür peygamber mûcizelerine ki, tesirleri ve hükümleri ebedî olmadı..

    Öyle muhkemdir ki, hamlede yıkar inkârı ve şüpheyi
    Tartışma kabul etmez; hâkime hakeme yok ihtiyacı..

    Kimse karşı çıkamadı O’na. Yeltenmediler değil ama.
    Düşmanı, en düşmanı bile O’na sığınmakta buldu var olmayı..

    Belâgatı, düşmanının davasını uzaklara fırlatır:
    Kötü niyetlinin elini hareminden ırakta tutmaktır zaten yiğide yaraşanı..

    Kemmiyette anlamlar deniz dalgalarından büyük;
    Keyfiyetse, güzellikte ve değerde cevahirden üstün ve san’atlı..

    Madem okuyunca gözün, gönlün nur doldu, aydınlandı;
    Zafer buldun her vakit. Öyleyse bu sağlam ipe iyi yapış, sarıl sıkı..

    Okuyuşun, korkusundansa alev alev yanan cehennem ateşinin
    İtfaiyesi budur yalnız ateşin: Yanık yürekle çağırmaktır tek şartı..

    Sanki O şöyle bir pınar: Yüzü simsiyah olan
    Gelip bir yıkanmakla bembeyaz olur; budur nur pınarı..

    Ve O, adalette sırat gibi kıldan ince; hak ve eşitlikte de,
    Hassas ve ayarlı mizan gibi, insanlar ve kâinatlar arası..

    Bakma bilmezlikten gelişlerine, inkarlarına yüreği karaların
    Onlar öyle bilir, öyle anlarlar ki… Ama ya kıskançlıkları?..

    Eh! Öyleyse kalksın ağrıyan göz inkâr etsin, göremiyor ya,
    Güneşi, gün ışığını; yaralı ağız da, alamadığından suyu, suyun lezzetini, tadını..

    Çölde hızlı hızlı giden yoksullar; develeri
    İz bırakarak giden dilek sahipleri görürsün. Yön tektir; O Hayr kaynağının evi alanı..

    Sen ey, anlayanlar için, bizzat varoluşunla ne büyük işaret ve mûcize,
    Nimetin kadrini bilenler için ne büyük nimetsin, ne büyük Hakk armağanı..

    Ne hesabı mümkün, ne kitabı harikalarının
    Ve yine de usanmaz insan bir bir anmaktan onları..

    Kalktın bir gece, kutsal bir yerden kutsal bir yere gittin,
    Kapkaranlık gecelerde dolunay nasıl ilerlerse
    Alımlı alımlı..

    Çıktın, boyuna çıktın.. Yükseldin Kâbe Kavseyne kadar,
    Ki, daha önce ne kimse çıkmıştı oralara,
    Ne de hayal ve ümit etmişti; bırak çıkmayı..

    Seni öne geçirdi her yerde peygamberler, resuller,
    Seni öne geçirip arkada durdular kendileri, hizmet geleneği icabı..

    Delip yedi kat göğü geçip gittin Sen o üstün insanlarla alay alay;
    Başlarında Sendin, başlarında sallanan sancak Senin sancağındı..

    Öyle çıktın, yükseldin ki, yarışanlar kaldı yarı yolda;
    Yakınlıkta ilerisi, daha ötesi kalmadı..

    Bütün makamlar geride kaldı Makamından
    Çağrıldığın o an, Tektin artık nasıl tekse; gök ve kale sancakları…

    Devşirmek için yemişlerini gözlerden saklı
    Bir buluşmanın ve gizliden gizli sırrı..

    Topladın öğülesi gök çiçekleri, üstünlükleri tek başına;
    Aştın bütün menzilleri yalnız, ıssız kalabalıksız, hızlı hızlı..

    Tayin edildiğin iş nice ulu;
    İdrakse ne kutlu sana mahsus nimetler alanını..

    Günler geçer, geceler geçerdi; gün ne, gece ne bilmezlerdi
    Ancak haram ayı geceleri yaparlardı uyku bayramı..

    Yüzen atlar denizinin üstünden akar asker denizi,
    Atlar dalga dalga deniz ileri, çoşkun kahramanları..

    Onlar ki, koşar Allah’a doğru, yaşar Allah için;
    Mahveder, kökünden söküp atar küfrü, şimşekten kılıçları..

    Ne mutlu sana bana Ulu İslam Milleti, şuurların örgüsü;
    Bize Yaratan verdi o sağlam, o yıkılmaz yapıyı..

    Allah, bizi kendisine çağıranı, çağırınca kendisine,
    O Peygamberlerin oldu, bizse ümmetlerin başı..

    Bir arslanın nasıl ürkerse koyunlar sesinden, heybetinden,
    Öyle perişan etti. O’nun çıkış haberi, inkar yobazlarını..

    Peygamber terketmedi savaş alanını; düşman,
    Çevrilinceye dek göğdelere, kasap çengellerine asılı..

    Düşmanların gözü hep kaçışta olurdu savaşlarda;
    Kol ve bacakları kıskanırlardı, kargaların kapıp kaçtığı..

    Onlarla kurtuldu yalnızlıktan İslam Milleti, Dini;
    Sanki yadellerden döndü, yurdunu buldu, sıla yaptı..

    Allah, ordusuyla koruyacak, varlık var oldukça O’nu;
    O, dul ve yetim, babasız ve sahipsiz olmadı..

    Her biri bir dağdır savaşta, onlara çarpan, onlarla çarpışanlara
    “Savaş meydanında ne gördün?” diye sor, düşmanlarına sor onları..

    Bedire sor, Huneyne sor, Uhuda sor.. Sor bütün savaş alanlarına;
    Kesin sonuç alışta, zaferde onlar mı üstündü,
    yoksa kendi işinde veba mı?..

    Kıpkırmızı çıkaranlardır kapkara vücutlara sokup
    Yıldırımdan da çabuk, bunlar ak çelik kılıçları..

    Onlar sanki kâtip, süngüler de kalemleriydi
    Ve vücutlarda bir tek harfi bile noktasız bırakmazlardı..

    Silahla donanmışlardır ve yüzlerinden tanınırlar
    Seçilirken ilk bakışta nasıl hemen seçilirse ağaçlar içinde gül ağacı..

    Her biri silahları içinde saksı içindeki gonca gibi;
    Zafer rüzgarları sana armağan eder kokularını…

    Dağlarda fışkıran çamlar gibi birden zuhur ederler atlar üstünde;
    Kolanların ilmeklerin sıkılığı değil dimdik tutan onları, yüreklerin, bileklerin sağlamlığı..

    Kalpleri, dudakları uçukladı korkudan düşmanların
    Ayıramaz oldular kahramanı koyundan, kardan karanlığı,
    kargadan kartalı..

    Onlara bir ormanda rastlayan aslan bile uslanırdı,
    Çünkü beraberlerindeydi Peygamberin zaferi ve duası..

    Yok dostundan tek kişi yardımını görmesin,
    Düşmanından tek kişi yemesin tokadını..

    Dinin kanatlarını gerdi ümmet üstüne;
    Gözlerden saklar orman aslan yuvalarını..

    Ne felsefe, ne mantık durup dayanabildi,
    Kur’an’ın karşısında. Fikir gecelerini ışıttı aydınlığı..

    Yeter sana peygamber mucizesi, okumamışken bilgisi;
    O “cahiliyet” çağında, öksüzlük de üste, terbiye ve ahlâkı..

    O’nu öğer öğerim, yorulmam ve usanmam. Affa sebep umarım;
    Şairlikle, devlet memurluğuyla geçen ömrün bütün suçlarını..

    Boyna bir boyunduruk bunlar: Korkulu son hazırlar.
    Sürüklediler beni; sanki ben kurbanlık bir deve, onlar ipi halkası..

    Ah! Çocukluk etmişim; harcamışım kendimi bir ömür boyu:
    Bir ömür boyu, toplamış, devşirmişim suç ve pişmanlıkları..

    Bir de düşün nefsimin ticaret zararını,
    Bir an duraklamadan din satıp alan dünyayı..

    Ismarlama yerine hazır eşya düşkünü;
    Parayı peşin alıp yiyen, malı boyuna borçlanan imalatçı..

    Gerçi günah işliyorum ama dönmüş değilim O’na verdiğim sözden,
    Kopar cinsinden değil gönlümün bağı..

    Söz vermiştir kurtaracaktır, adıyla çağrılanı..
    Ve beni O’nun adıyla çağırırlar..

    Ve insanlık içinde kim olabilir, O’ndan çok sözünde duranı..

    Yarın hesap gününde tutmazsa O elimden:
    Sen benim için de: Vay sana!
    Hey sonsuz kayan adam, uçurumlar kurbanı..

    Haşa! O, mahrum etmez yardımından isteyeni;
    Koğmaz konu komşuyu, soğuk karşılamaz kendine sığınanı..

    Düşüncemi, şiirimi O’nu öğme yoluna koyduğum günden beri,
    O oldu benim için koruyucular koruyucusu, kurtarıcılar kurtarıcısı..

    Lütfunu esirgemez en dar elden bile O.
    Çünkü: Yağmur ihmal etmez çiçeklerle süslemekte
    su tutmaz yalçın dağ uçlarını..

    Gözüm yok, bu dünyanın parasında pulunda, zerresinde.Bu türlü zehirleri..
    İki avucunu açıp toplar ancak, Herem’in öğücüsü şair Züheyr takımı.

    Ey insanların en iyisi!. En üstünü! Yalnız sana sığınılır,
    Herkes için geçerli, kimsenin kurtulamadığı vakit kapıyı çaldı mı..

    Allah’ın Resûlü, beni de bürümeye, örtmeğe yeter kurtaran örtün..
    Göründüğü o gün, öç alan adıyla Yaratıcı..

    Bu dünya ve öte dünya, senin bağış bolluğundan örnekler;
    Levh ve kalem bilgisinin bilgindedir kaynağı..

    Nefsim! Düşme umutsuzluğa büyük günah işlemişlik yüzünden..
    Mutlak bağışlayan yanında, değil büyüğü küçüğünden farklı..

    Nefsim! Düşme umutsuzluğa büyük günah işlemişlik yüzünden..
    Mutlak bağışlayan yanında, değil büyüğü küçüğünden farklı..

    Günahların büyüklüğüne göre gelir, o ne kadar büyükse o daha da büyük olur,
    Umulur ki, dağıtılırken kullara Yaratanın acıyışı..

    Rabbim! Yalvarışlarımı döndürüp çevirme bana geri;
    Rahmetinden elverir bir rakam eklemeden, kapama hesabımı.

    Rabbim! Bu kuluna yardım et, bu dünya ve öte dünyada.
    Korkulu olaylar ve durumlarda yok bir parçacık olsun dayanıklığı..

    Rabbim! İzin ver çözülsün ebedî salavat bulutları bir kez daha..
    Boşansın Resûl üstüne sel sel, sicim sicim “Selam! Selam” yağmurları..

    Ailesi üstüne, arkadaşları ve bağlıları üstüne bir kez daha.
    Yaşasın bir kez daha, o sana en yakın, eli açık, gönlü ipekten yumuşak, içleri pırıl pırıl yolunun uluları..

    Ban ağacının yaprağını, göğdesini titrettikçe tiril tiril Bad-ı Sâba,
    Kızgın çöllerde ürpettiği sürece develeri devecinin şarkıları..

  3. Umutrehberi sakinlerine bu cuma mektubunda verdiğim gürültü rahatsızlığından dolayı özür dilerim. Kasîde-i Bürde’nin net ve doğru olarak yapılan şerhli açıklamasını bulduğumu bildirmek istedim. İmâm-ı Bûsirî nur içinde yatsın…

  4. İmâm-ı Bûsirî, Kasîde-i Bürde’si iyi ki yorum kısmına eklemişsiniz. İmâm-ı Bûsirî’nin hayatını inceleyip Kasîde-i Bürde’nin yazılış hikayesini okuyunca şaşkınlığım iki kat arttı. Tarifi imkansız! Google’de araştırdım eser hakkında çelişkili açıklamalar var. Net bir ifade yok, çok uzun galiba ondan gibi geldi. Sizden rica etsem ayrı bir link olarak verilirse kasidenin tamamını okumamız mümkün mü ?

  5. Mehrican kardeşimize de bu güzel cuma gününden selam olsun. Gönüllerimizin aynı dertten şikayetçi olması ne güzel. Mehrican’ın duasına da amin diyelim. Rabbim birliğimizi daim eyler inşallah!…

  6. hayırlı cumalar aslı kardeşimiz ne güzel yazmış..ondan ayrı olmak en büyük hastalık en büyük dert… bir büyüğümüz hastalıgı misafir olarak söylemiş..
    size çook geçmiş olsun yine bizi bu cumada zevklerinizle zevklendirdiniz..Allah RAZI olsun..Bu güzel dualara amin diyelim..Rabbım affetsin yolundan ayırmasın..en büyük hastalıkları yaşamayalım inşallahhhh…..

  7. Günlerin en güzelinin sabah güneşinin ışıltısı gözleri açmaya çalışırken , selam olsun. Çok geçmişler olsun .Bu da geçer yahuuu!… derim hastalık da neymiş rabbim bizi kendisinden ayırmasın, en büyük hastalık ve en büyük dert.Son dua kısmına en içtenliğimle amin derim.

  8. Gariptir ki mektuptan taşanlar buraya dek akıyor…
    Kim belayı aşk’ın ilacı burdadır…

    İmâm-ı Bûsirî, Kasîde-i Bürde’sinin devâmında

    Serkeş atlar zapt olunur dizginleri çekilerek
    Benim bu azgın nefsim, kimler yola getirecek

    Günah ve isyanla sakın şehveti kırarım sanma
    Çok yemekle kamçılanır şehvet ve arzu daima

    O nefis çocuk gibidir, durmaz ister emzirsen
    Zamanında ayırırsan vazgeçer meme emmeden

    Sen nefsine sakın uyma, yoksa hükmeder sana
    Hükümran olunca heva, seni eyler rezil rüsva

    Çobanı ol sen nefsinin, güzel işlerinde bile
    Hırsla dalarsa otlağa, durdur onu dizginiyle

    Öldürücü yiyeceği nefis çekici gösterir
    Nasıl bilsin ki o insan ZEHİR, TATLI AŞLA GELİR

    Çok açlıkla çok yemenin kandırmalarından sakın
    Aşırı açlık zararı, aşırı yemekten aşkın

    Haram dolmuş gözleri kıl, gözyaşı tevbeyle temiz
    Her an kollayıp kendini, eyle pişmanlıkla perhiz
    ….

    El aman ya huuu

Söyleyecek sözüm var...

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.