BİR ŞÂİR DOĞUYOR
Akardı gönlüm olup bir şelâle devrinde
Ferîd-i asr olan nev-nihâle devrinde
Bu âlem ây u nücûmuyla başka âlemdi
Sarardı her gece mehtâbı hâle devrinde
Bir öyle rind idim endîşe-i cihandan uzak
Ne mâle bakmış idim, ne menâle devrinde
Visâle ermediğim gam değildi ammâ ki
Girerdi böylece zâlim vebâle devrinde
Melûl ü nâfiz’in ardınca peyrev olmuş idik
Bir aşk u şevk ile, hârun, kemâl’e devrinde
Bu şiir, Yahya Kemal, Faruk Nâfiz, B. Sıtkı Erdoğan gibi büyüklerden birinin değil; 26 yaşında bir gencin kaleminden çıkmış. Nasıl olur? 26 yaşında bir genç bu dili nasıl bilebilir? Ve bu dille, mükemmel bir klâsik gazel nasıl yazabilir? Hem de Mefâilün Feilâtün, Mefâilün Feilün gibi nisbeten az kullanılan bir vezinle?.. demeyin aziz okuyucular. Her ne kadar tersi gibi görünüyorsa da, mûsikîsi ölmeyen (= öldürülemeyen) bir milletin şiiri de ölmez; çünkü her ikisi de aynı hamurdan, topuntüfeğin yıkamayacağı Horasan harcından yapılmıştır. Evet, bu şiirin müellifi Hârun Öğmüş, 1972’de Konya Hatunsaray’da doğmuş bir çiftçi çocuğu. Konya İmam Hatip Lisesinden sonra Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesine girmiş ve 1998 Haziranında mezun olmuş. Fakültede kalmayı düşünmeyip iş aramaya kalkarsa, İmam Hatip’li olduğu için pekçok kapının yüzüne kapanacağından emînim. Ama şiire bu aşkla devam ederse, en azından iyi bir şair olacağından da hiç şüphem yok.
Şiir,müzik,hüsn-ü hat,resim,heykel gibi, ciddî ve kalıcısı yapılmak istendiğinde normal olarak ‘karın doyurmayan’ sanatlar, toplumların refah içinde olduğu, yüksek medeniyyet seviyesine çıkıldığı zamanlarda daha çok müşteri (alıcı-koruyucu-destekleyici) bulurlar. Mârifetin iltifat gördüğü bu dönemlerde, rekabet sayesinde, bir tür “seri imalât” halinde öyle değerler su yüzüne çıkar ki, sadece kalburüstünde kalabilmiş olanlar dahi ciltler doldurur. Politikacıların, iktidar çekişmesinden, halkın eğitim, sağlık, huzur ve refâhını düşünmeye pek vakit bulamadıkları dönemlerde ise, bu değerler nâdir de olsa yine yetişir; ama bunlar artık hüdây-ı nâbit kır çiçekleri niteliğindedir ve ilgisizliğeterkedilmişliğe serzenişin, hattâ bir tür sessiz direnişin sembolüdürler. Bakınız, “Terkîbi Bend dertavsîfi ahvâli vatan”ının son bendinde ne diyor Hârun Öğmüş:
Sâkî, ayağın kesme, kerem kıl bu gedâya
Tâ göndereyim fâtiha Rûhî vü Zıyâ’ya
Eslâfı bu beş bend ile anmaktı murâdım
Dünyâ neme, ben hükmedemem nefs ü hevâya
İşkence içün inmedi Kur’an bize hâşâ
Vâiz gibi cür’et edemem halka ezâyâ
Ben gûşei uzlette oturmakta musırrım
Yoktur hevesât ardına gitmekte nihâye
Kadrin bilinir sanma musallâda dahî sen
Hârun bırak evhâmı, kulak ver bu nidâya
Bir benzeri yok ülke bu, bir dârü’lacâib
Bin türlü belâ ortada, bin türlü mesâib
İşte bu da dîvânından bir başka şiir; ‘Göz Göze’ redîfli gazeli:
Bir an gelip de baktı mı mânâlı göz, göze
Artık o ân olur iki sevdâlı gözgöze
Tatsın yeter ki bir nefes ömründe sevmeyi
Artık neler demez, neler, îmâlı göz, göze
Lâl olsa keşke, nâfile diller yorulmasa
Söyler durur olan biten ahvâli göz, göze
Kudret eliyle parlatılan saf bir aynadır
Aksettirir gönüldeki her hâli göz, göze
Bir nükte söylemiş yine Hârun ki doğrusu
Söylenmemiş cihanda bir emsâli göz göze
Ne kadar güzel, değil mi? Binlerce şükürler olsun ki, ikiyüz yıldır maruz bırakıldığımız kişiliksizleştirilme savaşına rağmen, aslî değerlerimiz yok edilemiyor. Aksine, baskı artırıldıkça, üç numaraya kesilen saçlar gibi, eskisinden hep daha gür olarak fışkırıyorlar.