Bir ümit besleyene,
Sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı ümit eden ve Allah’ı çok zikreden kimseler için Allah Resulü’nde (uyulacak) en güzel bir örnek vardır. [Ahzâb, 21]
Kabûl eyle civâr-ı izzetinde çekmeyim gurbet
Bilirsin kendi şehrimde garîbim Yâ Resulallah
N’ola şerh eyledikçe vasfını cezb-i kulûb etsem
Senin bîmârın olmuşken tabîbim Yâ Resulallah
Uyulacak en güzel bir örnek… Ya kimin için? Hz. Peygamber’in(sav) hayat-ı tayyibesi, Allah’tan gafil olan kimse için değil, bilakis Allah’ı sadece zaman zaman değil devamlı ve çokça anan kimseler için bir örnek ve modeldir. Aynı şekilde O’nun hayatı, Allah’tan ümidi kesen ve kıyametin kopacağına inanmayan kimseler için değil, bilakis Allah’ın rahmet ve lütfundan ümitli olan ve akibetinin, bu dünyada iken kişilik ve davranışlarının ne derece Allah Resûlü’nün kişilik ve davranışlarına benzediği hükmüne bağlı olacağı bir Hüküm Günü’nün geleceğinden emin olan kimseler için örnek olsa gerektir…
Hele bir bakın, öyle sevenler içinden Amr İbnü’l Âs radıyallahu anh’ın ölüm döşeğinde çevresindekilere müslüman olma mâcerasını ve sonrasını nasıl anlatıyor: “Hiç kimse bana Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den daha sevgili olmadığı gibi hiçbir kimse de benim nazarımda ondan daha celâletli değildi. O’na karşı duyduğum saygıdan dolayı muhabbetime rağmen kendisine doya doya bakamıyordum. Bana O’nu tarif et deseler buna gücüm yetmez. Çünkü ona hiç doya doya bakamadım ki…”
İslâm alimleri muhabbet kapısına varan yol üçtür buyurmuşlar: 1. Muhabbetü’l-lezze (Haz kökenli sevgi; kişinin hanımına duyduğu sevgi misali…) 2. Muhabbetü’n-nef’ (Çıkar sevgisi; kendisine fayda sağlayan herhangi bir şeye duyulan sevgi…) 3. Muhabbetü’l-fazl (Fazilet sevgisi; meselâ ilim adamlarının ilim sebebiyle birbirlerine gösterdikleri muhabbet…)
Dememiz o ki muhabbet deryasına, tabiî, aklî ve imânî kapılardan yol vardır. Bir çocuğun babasını sevmesi gibi ta’zim muhabbeti, babanın evladını sevmesi gibi merhamet ve şefkat muhabbeti, insanların birbirlerini sevmesi gibi beğenme muhabbeti, bütün bunlar tabiî sevgiyi oluşturmaktadır. Aklî sevgi ise nefis istemese bile, sonucu düşünülerek aklın onayladığı sevgidir. Acı bir ilacı nefis istemeyebilir fakat akıl, sağlık için ilacın alınmasını teşvik ve temin eder. Hz. Peygamber’in rehberliği sonucunda ulaşılacak mutluluk ve kurtuluş, O’nun zâtının sevilmesini gerektirir. İmânî sevgi ise, iclâl ve ta’zim duygularından doğar. Akli ve imâni sevgi birleşti mi, kişi sevdiğinin istek ve arzularını kendi istek ve arzularına tercih eder hale gelir. Kimi sahâbîler gibi Hz. Peygamber’in emrinde, kendi öz babası veya evladıyla savaşır. İşte bu, Hz. Peygamber’i hem öz nefsinden hem de yakınlarından daha fazla sevmek demektir. Böyle bir sevgi, sevgilinin azarlamasıyla azalmadığı gibi iltifatıyla da artmaz. Bu, kemâlini bulmuş bir imandan kaynaklanan soylu bir sevgi ve köklü bir muhabbettir.
Bu satırların yazarı muhabbet fukarası kardeşiniz de Huzur-u Nebi’de, öylesi bir aşığı sâdıka rastlamak ümidiyle cevlan eylerken leffen sûretini ikram eylediğimiz mübareğe rastladı tam da Yeşil Kubbesinin karşısında…
Usulca sokulup yanıbaşına agâh olmasını bekledik Hazretimin… Dünya gözünü açması pek de uzun sürmedi, yaşlı gözlerle sağına soluna bakındı… bir şeyler mırıldanıyordu, kulak kesildik: “Tüh be, gene uyandık…”
Ne devletdir yumup aşkınla göz, râhında cân vermek
Nasîb olmaz mı Sultânım haremgâhında cân vermek
Bizim de duyduğumuzu anlamış olacak ki çekingen bir edayla gülümsedi ve can kulağımıza küpeyi taktı: “Olsun, binler şükürler olsun, yad-ı hayal-i yar ile ma’lül gönlümü, gözümü ilk sana açtım, ilk gördüğüm sen oldun fani dünyadan kalan ilk günümde…”
Kendimize hâkim olamadık, ıslanan yerlerimizin mahcubiyetiyle müsaade istedik huzurundan… Uyandığımda ilk seni göreyim diye Harem-i pâki’nin karşısında, uyandığımda ilk gördüğüm sen oldun diye sevinen bir güzel aşık-ı sadık arkamızdan sesleniyordu:
Esir-i derd-i aşkım, müptelayım Ya Resulallah
Günahkârım, giriftâr-ı hevâyım Ya Resulallah
Sen’in nakşın, hayalin gönlümüze yerleştiğinden beri, nereye oturursak oturalım, Sen’inle beraber olduğumuz için, orası cennetimiz olur! Üstümüzde, gökler, baştan başa bağ bahçe olur; altımızda yeryüzünün her tarafı definelerle, hazinelerle dolar! Sen nasıl güçlü ve kudretli bir varlıksın ki, alem Sen’in yüzünden bu hale geldi? O’nu gördüğümüz günden beri ömrümüz arttı! O’nu arayan, O’nu isteyen her diken, imanın gül bahçesi oldu! Her koruk, güneşin tesiri ile üzüm oldu, şekerlerle doldu! Kara taş bile O’nun yüzünden la’l oldu! Ortalığa bir gönül karanlığı çökmüştü; şimdi gönül penceresi haline geldi. [Hz. Pir Mevlana]
Alemlere rahmet olan
Ahmed Muhammed Mustafa
Haktan bize devlet olan
Ahmed Muhammed Mustafa
Mahbubu Mevladır ezel
Muhtar edüp O Lem yezel
İki cihanda bir güzel
Ahmed Muhammed Mustafa
Oldur imamı enbiya
Hem rehnümayı evliya
Alemlere vermiş ziya
Ahmed Muhammed Mustafa
Lûtfî koymuş yere yüzün
Dergaha tutmuştur gözün
Şam ü seher olsun sözün
Ahmed Muhammed Mustafa
Olsun sana canım feda [275. Mestmp3]
İşte böylesi bir günün ardından koyulduk Cuma mektubuna lakin sözüm, söylemek istediğim halde söyleyemediğim bir düşünce gibi ağzımdan gönlüme gider; sonra, belki de yüz kere gönlümden kalemime gelen bir sıfat yüzünden mest olur! Sözüm mest olmuş, gönlüm mest olmuş, hayalim mest olmuş; hepsi de birbirine düşmüş, birbirine bakmadalar! Bu mektubun arta kalan kısmı da, perdenin arkasına girdi, senden gizlendi. Çünkü çok söyledin, usandın, yoruldun, huuu…
Ey dost gönüllere sırlarından bahşeden! Ey yarattığı kullarına sahip çıkan! Onlara işler, vazifeler hazırlayan! Ey hayali ile dertli gönüllere dert ortağı olan! Ey defalarca bu miskinin elinden tutan merhamet ummanı olan Yüce Sultanım!
Sen beni bir dost, bir ahbap olarak sayma da, hiç olmazsa uzak yerlerden gelmiş, kimsesiz, garip bir misafir olarak kabul buyur! Beni bir emîr, bir sultan olarak görme de, senin kapında hizmetçi olan birisi say! Susuzluk hastalığına tutulmuş gibi senin aşkına susamış ben zavallıyı, sen susamış bir hasta yerine koyma da, ayırt etmeden herkese sunduğun rahmetinin, merhametinin şifa ilacından bana da sun! Sen beni güzel yüzüne aşık olmuş, onun nurunun özlemini çeken biri sanma da, her taşın güneşten bir nasibi, bir payı olan ışığını bana da düşür! Sen beni suçlarının bağışlanması için tövbe etmiş biri sayma, ama sen affedicisin, affetmeyi seversin, senin lütf u ihsanın suçluların suçlarını yakmaz mı? Mademki senin yardımın olmadıkça ikiyüz kanatla da olsa uçulamıyor. Sen beni böyle bir tuzağa düşmüş sanma! Sen uyuyanları rüya âlemine götürmedin mi? Onlara gizli bir temaşa, gizli bir seyir seyran bağışlamadın mı? Ne olur Senin sevdana kapıldığı için uyuyamayan ben zavallıyı, uyanık değil de uyur say! Beni de gizli âleme götür, hiç olmazsa hayalinle beni sevindir!
Ey Allahım, kalplerimizden dünya kederlerini ihrac eyle, aşk-ı muhabbetini bizlere sertâc eyle, Sana varan yolu bizlere minhâc eyle, mahzun gönüllerimizi lütfun ile dilşâd eyle… Hissemize düşen aşk-ı Habib-i Kibriyayı müzdâd eyleyip bu duaya amin diyen cümle canları firâkın nârından azâd eyleyiver… Şu halimizden Ruh-u Muhammediyye’yi haberdâr eyleyip nigâh-ı iltifât-ı Ahmediyye’ye cümlemizi nâil eyle.
Muhabbet-i Ehli beyt-i Mustafa üzerlerimize sâyebân,
Vakt-i şerif, sebeb-i gufran, aleme bayram olan Cuma, Veladet-i Nebi, irtihal-i Nebi, Hicret-i Nebi kokan şol Rebiülevvel-i şerif, ömür ve şahsiyetlerimiz, ahir ve akibet, zahir ve batınlarımız hayrola,
Aşk ola, aşk ile dola, Aşkullah,
Muhabbettullah, Marifetullah,
Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola erenler
Umalım ki Mevlam söylediklerimizi önce bize duyursun,
sonra ihtiyacı olanlara tesir buyursun. . .
Sözü çok olanın, yalanı dahi çok olur imiş;
Yüksek müsaadelerinizle
Mevlam ateş-i aşkınızı ziyâde eylesin
Gam ve telaş sizlerden uzak olsun da
huzur bulasınız efendim
PEYGAMBERLER SERVERİ, SAFÂ DENİZİ HZ. MUHAMMED
Ey kardeş, Bir olan Allah’a ve Hz. Muhammed’e yapış da ten Ebu Cehil’inden kurtul!
Allah’ın lütufları, Mustafa (a.s.)’a vaatlerde bulundu da dedi ki “Sen ölsen bile bu din, bu iman ölmez.
Senin kitabını, mucizeni ben yüceltirim; Kur’ân’dan bir şey eksiltmeye, O’na bir şey katmaya yeltenen kişiye ben engel olurum.
Ben seni iki cihanda da korurum. Sözünü kınayanları terk eder; onları hor, hakir bir hale koyarım.
Hiç kimse Kur’ân’ı değiştirmeye kudret bulamaz; O’na ne bir şey ilâve edebilirler; ne O’ndan bir şey eksiltebilirler. Sen, benden daha iyi bir koruyucu arama!”
(Ey Ahmed!) kim senin sofrandan başka bir sofraya giderse bil ki şeytan, onunla aynı kâseden yemek yer.
Kim senin komşuluğundan kaçarsa şüphe yok ki, ona şeytan komşu olur.
Bu devir, senin devrindir. Çünkü Kelîm olan Musa bile daima senin zamanını arzuladı.
Musa, senin devrinin parlaklığını, o devirdeki tecelli sabahının zuhûrunu gördü de:
“Yarabbi, o ne rahmet devri; o devir, rahmetten de ileri; o devirde güzellik var.
Musa’nı denizlere daldır da Ahmed’in devrinde çıkar!” dedi.
Ahmed, ümmetler “Yarabbi” desinler diye dünyada nice putlar kırdı.
Ahmed’in çalışması olmasaydı sen de ataların gibi puta tapardın.
O’nun ümmetler üzerindeki hakkını bil! Başın, puta secde etmekten, bunu bilesin diye kurtuldu.
İncil’de Mustafa (a.s.)’nın, o peygamberler serverinin, o safâ denizinin adı vardı.
Sıfatları, şekli, savaşı, oruç tutuşu ve yemek yiyişi anılmıştı.
(Bir) Hıristiyan taifesi, o ad ve o hitap kendilerine ulaştığı zaman sevap için;
O yüce adı öperler; o lâtif vasfa yüz sürerlerdi.
Onlar, Ahmed adına sığındıklarından dolayı (şerlerden, fitnelerden) korundular.
Ahmed’in adı böyle yardım ederse acaba nuru (insanı) nasıl korur ?
O’nu görmek için bir uçtan diğer uca yedi kat gök, hurilerle meleklerle dolmuştu.
Hepsi kendilerini, onun için bezemişti; fakat O’nda sevgiyle aşktan, sevgiliye meyil ve muhabbetten başka bir hevâ ve heves yoktu ki!
(Ey Muhammed!) bu fanî cihandaki körleri katar katar çek!
Ey takvâ sahiplerinin imamı, bu hayallere kapılanları makamına kadar götür!
Doğru yolu gösterenin işi budur; sen de doğru yolu gösterensin; âhir zamanın yasına neşesin sen!
(I/782, III/1197-1200, V/267, 268, II/355-358, 366-368, I/0727-730, 732, 737, 3950, 3951, IV/1470, 1472, 1471)
Amiin
Cumanız mubarek olsun
Bu mübarek günde bu yazı vesilesiyle herkesten dua bekleyen bu acizi de unutmayın inşaallah. Günümüz mübarek dualarımız makbul, ömrümüz bereketli olsun. Amin.
Günlerin en güzelinden selam olsun, hayırlı olsun. Sabah erken kalkan ilk okuyan , ilk yorumu yazan bugün ben oldum yaşasınnn!…..
[ Kumruların kuşluk zikirlerinin de, seher tesbihlerinin de bu “Hu!” ile devam etmesi, aşka sadakati ve maddi aşktan İlahi aşka yükselişi sembolize eder. Hani bir derviş Hu zikri çeker gibi, hani Leyla’dan Mevla’ya bir geçiş gibi… ( i. PALA)] gerçekten sesleri insanı başka alemlere götürür dinleyince.
yüreğinize sağlık yine hanemiz huzur doldu yazılarınız ile. Rabbim sizden razı olsun muhabbet eksik olmasın hanenizden.