Yanmak için bir ateş bekleyene,
Allah kullarına karşı lütuf sahibidir; O dilediğini rızıklandırır. O karşı konulmaz kuvvet sahibidir; O herşeyin mutlak galibidir. [Şûrâ, 19]
Âciz benim, kudret senin
Âsî benim, rahmet senin
Hasta benim, şerbet senin
Sen merhem ur bu yaraya
İnsan bu, sonu olan şeylerle tatmini ne mümkün…. Kendisinin “eksik, kusurlu ve ölümlü” bir varlık olduğunu anladığında hep “eksiksiz, kusursuz ve ölümsüz” olanı arar. Aşk, bu ümitsiz varlığını sonsuzluğa doğru uçuracak yegâne kanattır. (Gönül dostun cemali ile aydınlanır ya) âşık olmak, o yana bir pencere açmaktır… Bizim de dünya penceremize Cuma güneşi ha doğdu ha doğacak… Bizim gönlümüzü tutuşturan O dur (hû’dur) ancak. Yolumuzu kısaltan O’dur ancak. Bütün insanlar hekim olsa, (yine de) derdimize deva olan O’dur ancak. Bu gün nasıl bir gün ki güneş iki kat (güçlü)! Bu gün diğer günlerden farklı; başka bir gün! Gökten, yerdekilere, “Ey âşıklar, müjde! Bugün sizin gününüz” diye nidâ geliyor, dört bir yana nurlar saçılıyor… Hz. Pir Mevlana Hazretleri böyle buyurdular Nâyi Osman Dede besteli Uşşak Ayin-i Şerif’in I. Selamıda… “Es-selâm gablel kelâm” fehvasınca evvel gelen Uşşak pîşrevi Cuma hediyyemiz olarak ikram oluna [276. mestmp3]
[NEV-NİYÂZ ve DEDESİ]
Efendicim ser-levha ayeti nasıl okumak lazım?
Cenab-ı Allah’ın ayetinden, kullarının iyisine de kötüsüne de lütufta bulunduğu anlaşılıyor O ki, kötüleri bile suçları sebebiyle aç bırakmayandır. Biz kulları da ölçüyü buradan almalıyız. Cenâb-ı Hakkın Kurânda çok zikrettiği “Rahmân” ve “Rahîm” yâni merhamet esmasıdır. Bir müminde merhamet ve şefkat, tabîat-ı asliye hâline gelmelidir. Esas olan Günahkara olan müsamahayı günaha taşımamak, günaha olan düşmanlığı da günahkara sıçratmamaktır.
Buradaki “Latif” kelimesinin lugatteki kökü nedir?
Latîf mânâ itibariyle letafetten gelirse “katı ve sert olmayan, ince, hoş ve yumuşak” demek, “lütuf” tan gelirse son derece lütufkâr olan, kullarına ince ve sezilmez yollardan ihsanlarda bulunan’ mânâsındadır.
Hem ne Latîf’dir ki güzellerin güzel yüzüne bakacak güzel gözleri yokluğun körlüğünden sen çıkarandır.
El-latif olan Rabbimizi nasıl bilmek gerek?
Yâni “El-Latif” ism-i şerifi zatı da sıfatları da maddeden münezzeh, cisimden mücerred olan Cenab-ı Hakk’ın çok ince, nazik, hoş, merhametli bir şekilde gayeye ulaştıran, muradı ihsan eden, ebedi olarak mahcubiyette kalmamaları için kullarına günahlarını unutturan, kendi letafetine çeken, insanı ferahlatan, gamını, kederini, hüznünü gideren ism-i şerifi’dir. Bir insan, başkalarına karşı ne kadar sevecen, güler yüzlü, yumuşak davranır ve ne kadar yardımsever ve lütufkâr olursa “el-Latîf” isminin feyzinden o kadar fazla nasip almış demektir.
Aşka varan yollarda nedir bu ismin tecellisi?
Tarîkimizde, Hz. Pir Efendimizin ictihad buyurduğu esma-i şerife’nin intihası “Ya Latîf” dir. Sair turuk-u aliyye’de de şakacılık vardır amenna da bu yolun sâliklerinde daha bir temeyyüz ve tebellür etmiştir. O latife ki insanı güldürür ye’si, hüznü, kederi izale eder…
Öyle gülmek pek de makbul olmasa gerek, kalbi öldürür diye anlattılar bize hep!
Efendimizin sözlerini eksik, yanlış anlayan zihniyete sahip insanlar bir hadisi şerifi şöyle anlıyorlar: “Gülmek kalbi karartır.” Şimdi böyle bir hadis-i şerif var mıdır? … vardır ama hadis bundan ibaret değildir. Muhatapla, mezkur kişiyle dalga geçmek, onun noksanından dolayı ona gülmek babında olan gülmek kalbi karartır. Yoksa latifeye kalp kararmaz bilakis hüzün def olur.
Hz. Ali keremallahu veche hazretleri Mü’minin tebessümü yüzünde, hüznü ise kalbindedir sözünü de bu meyânda mı alalım?
Elbette… “Nükteli ve hikmetli söz, davranışlarla ruhlarınızı dinlendirin. Zira bedenlerin yorulduğu gibi ruhlar da yorulur.” da İmam-ı Ali Efendimizin tavsiyelerindendir. Tarik-i Mevleviyye’den bir büyüğümüz vazife yaptığı yerin merdivenlerinden inerken mırıldanıyormuş, yanına gelmiş birisi “oh kekâ, maşallah ne safalı, neşeli, ferahdır haliniz …” demiş. Hazretim hemen cevabı yapıştırmış: “kardeşciğim buna neş’e demezler, def-i gam derler…” O inceliği anlayabilene bu laf… ve eklemiş Hazretim, kulaklara küpe babından: “Yüzün daima mütebessim, Gönlün mahzûn, bedenin kulluğa güçlü, gözün yaşlı ve kalbin rakik olmalı…”
Peki gam mı esastır neşe mi esastır?
Dünya hayatında gurbette olduğunu bilenler, kendilerinin mahpus olduğunu bilenler, bütüne hasret parçacıklar için Hz. Pir Mevlana’nın buyurduğu gibi “Öz vatanından ayrılığın acısını hissedenler” için gam esastır. O latif, letaif tecellisi ile biraz def edilmeye çalışılır. Bunun farkında olmayıp nefs-i emmaresinin güdümünde güdülenler zaten farkında değildirler “oyalanma” ve “avunma”yı neş’e zannederler. Biz bu dünyaya oyalanalım ve avunalım diye gönderilmedik. Niyazi-i Mısri Efendimizin buyurduğu gibi
Nerden gelip gittiğini anlayaman hayvan imiş…
Yani rezil bir durumdadır?
Buradaki hayvanlık, hakaret maksadıyla hayyvann! demek manasına değil sadece diri, hayat sahibi, insan makamına erememiş manasına… Nasıl ki bir kumaş biçilmeden, dikilmeden yani tenine iğne batmadan insana elbise olmuyorsa insan şeklinde yaratılan mahluk da insan seviyesine yükselebilmesi için biçilecek ve dikilecektir.
Şimdi bana bir kumaş verseniz, biçmeye dikmeye kalksam parça parça ederim bırakım, ziyan ederim, kimsenin işine yaramaz. Nasıl o kumaşı ehil bir terziye veriyorsak, kendi benliğimizi de bir insan-ı kamile teslim edeceğiz…
Kendi kendimize yapamaz mıyız?
Kendi kendine yemek yemesini bile bilmiyorsun! Anacığın babacığın öğretiyor, ağzına soka soka besliyor… Herşeyi bir başkasından, bir bilenden öğreniyorsun, insan-ı kamil olmayı niye kendi kendime yaparım sanıyorsun. Okuma yazmayı hocandan öğrenmedin mi? Mesleğini hocalarından, ustalarından öğrenmedin mi? Konuşmayı dinleye dinleye öğrenmedin mi? Hep başkalarından öğrendin her şeyi… Niye adam olmayı kendi kendime yaparım diyorsun! Onu da adamdan öğreneceksin.
Adam gibi adamlara değil (gibisi fazla) adama yani hazreti insana tabi olana, izinden ve isrinden ayrılmayana aşk olsun, huu
Yâ Rab, be-dermân-ı Habîb,
Aşkın dile eyle tabîb…
Ya Rab! Kalplerimizi, Kuran’ın nurundan, Habibinin yolundan, Senin sevdiklerinin ayak izinden ayırma! Yâ Rab! Bu âlemde bizleri, hikmet ve esrâr hazîneleri olan kullarınla beraber eyle! Layık olmasak da biz âciz kullarını ahirette de sevdiklerinle haşr u cem eyle!
Muhabbet-i Ehli beyt-i Mustafa üzerlerimize sâyebân,
Vakt-i şerif, sebeb-i gufran, aleme bayram olan Cuma, Veladet-i Nebi, irtihal-i Nebi, Hicret-i Nebi kokan veda eylediğimiz Rebiülevvel-i şerif, ömür ve şahsiyetlerimiz, ahir ve akibet, zahir ve batınlarımız hayrola,
Aşk ola, aşk ile dola, Aşkullah,
Muhabbettullah, Marifetullah,
Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola erenler
Umalım ki Mevlam söylediklerimizi önce bize duyursun,
sonra ihtiyacı olanlara tesir buyursun. . .
Sözü çok olanın, yalanı dahi çok olur imiş;
Yüksek müsaadelerinizle
Mevlam ateş-i aşkınızı ziyâde eylesin
Gam ve telaş sizlerden uzak olsun da
huzur bulasınız efendim
http://www.youtube.com/watch?v=Fpk2ms5AC-c Kimi dosta gider Y.Soyyiğit V.Dalsaldı sufi klip TRT
Allah RAZI olsun sizden..
Nâyi Osman Dede ‘nin nağmeleri sessiz kalmamıza neden oldu, ama konu latife olunca nadir bir latifeyi bu pazar gününde paylaşmak istedim. Yüzümüzde umarım bir ilkbahar sabahı güzelliğinde bir tebessüm oluşturur 🙂
***
Kemalpaşazade, ilimde mütebahhir ve allâme olunca bir ara kendisine bir kibir ve gurur arız olmuş. Öğrencilerinden birisi, bu hâli ayıplayıp ona bir oyun oynamak istemiş ve bir ders sonrası sormuş:
-Hocam! Bir sualim var : Allah’ın ilmine nispetle kulların ilmi ne kadardır?
-Be hey torlak molla; bu söylediğin teşbih kabul etmez şeydir.
-Öyle de üstadım, farz ederek de mi ölçemeyiz?
Bunun üzerine Kemalpaşazade, büyükçe bir kâğıda bir yuvarlak çizip içine de küçük mü küçük bir nokta koyarak:
-Bak a molla, demiş, bu daire Allah ilmi olsun, işte kulların bildiği de ancak şu noktacık kadardır.
Molla, fırsatı fevt etmeyip taşı gediğine koymuş:
-Hocam, kerem buyurup şu noktanın içinde siz de kendi ilminizi bize gösterseniz!…
Kemalpaşazade, o günden sonra böbürlenmeyi bırakıp mütevazi bir âlim olarak yaşamış.
Nevş ü nemâ bulamaz düşmiyecek hâke nebât
Mütevâzı olanı rahmet-i Rahmân büyütür
Laedrî
Arayan bulur sultanım,
Lâkin hâlis niyet gerek.
demiş Akşemseddin Hz. ve sonuç ortada İstanbul fethedilmiş. Aşık gerçek aşık ise araya araya bulur, emeğiniz hiç sayılır
mı ?Rabbim verilen emeği hiç karşılıksız bırakır mı ?
Nasıl anlatsam bir yerde güzel bir yemek pişse aç insan ne yapar ? Kokunun izini sürerek bulur , kapıyı çalar nasibi kadarını alır. Babam hep der ki bizlere” gözü namazda olanın kulağı ezanda olur “. İnşallah en kısa zamanda hane şenlenir,saklananlar ortaya çıkıp bir selam verir. Reyyan kardeşime de selam olsun.
Bir sual üzerine muhatabına cevabımızdır:
… Öyle bir devirde yaşıyoruz ki gerçek Mevlevî dervişi bulmak gerekiyor. Heyhat bu ocak sönmüş, yuvasız kuşlar misâli, aşıklar kendilerini sırlamış;
Bir mevsîm-i baharına geldik ki âlemin
Bülbül hâmuş, havz tehî, gülistan harâb
söyleyecek sözler tükendi..her haftayı iple çekeriz.
aslı kardeşimizin dediği gibi…gül kokuları eksik olmasın, bu güzel yazının dualarına melekler de amin desin bizler de.
AMİN EFENDİM..
muzaffer efendiciğimin(k.s.) sözüdür:
“Lâtife güzeldir ama lâtifeye Lâtif gerekli.”
Hû.
Günlerin en güzelinden selam olsun!Yine harika bir konuya değinmişsiniz, Adam gibi adam 🙂 yerinde bir söz aldım bunu zihnime . Rabbim iyilerle karşılaştırsın denilir huyu güzel insanlarla ki ona baka baka sen de olursun bir güzel huylu der büyüklerimiz, gül kokuları eksik olmasın, bu güzel yazının dualarına melekler de amin desin bizler de.