Dert sahibine,
İster yeryüzünde olsun, ister kendi canlarınızda, sizin başınıza gelen ne varsa, daha Biz yaratmadan önce o bir kitapta yazılıdır. Bu ise Allah için pek kolaydır. [Hadîd:22]
Esti mihnet rüzgârı derd-i safâdan gayrı
Mahvoldu bütün varı cevr-ü cefâdan gayrı
Eyyüb sabreyler idi dâim şükreyler idi
Söz düşmedi dilinden hamd-ü senâdan gayrı
Sinema ile arasını iyi eden canlar, Utah’nın kanyonlarında tek başına gezerken sağ kolu kocaman bir kaya parçası altında sıkışıp kalan maceraperest Ralston’ün hikâyesinden de haberdardır. 5 gün boyunca hayatta kalma mücadelesine girmesini anlatan gerçek bir olaydan uyarlanan filmde oyuncumuzun günlerdir aç, susuz kaya altında sıkışıp kalmasıyla, o kayanın üzerine neden düştüğünü anlamaya çalışırken hayatı da sorgulamaya başladığına şahit olduk:
01:10:44 è Düşündüm. Parçalar oturmaya başladı.
Bu kaya… Bu kaya hayatım boyunca beni bekliyormuş.
Lanet kaya! Yaşamın başından beri…
Daha bir meteor parçasıyken… Milyonlarca yıl önce…
Nasıl gelmiş be bu buraya? Tam buraya düşmeyi beklemiş…
Tam buraya. Tüm hayatım boyuca, doğduğum andan beri…
Aldığım her nefes, yaptığım tüm o şeyler…
Beni evrendeki bu çatlağa sürüklemiş.
HUZUR İÇİNDE YATSIN (RIP) 1975-2003 ARON RALSTON’A
Meğer dünyaperest bir gözle bakıldığında dahi olayların ardındaki perde aralanabiliyormuş…
Filmin dimağımızda bıraktığı lezzetten sonra olur da perde ötesinden haberler verir diye neyle konuştuk dün gece… Uşşak makamından derdini dinledik; Kimler ağlatır seni bu feryat nedir böyle. Dedi: O sevgiliden ayrı düştüm, gayrı geçmez âlemde benim feryadsız günüm
[286. Mestmp3]
Aah o ayrılık değil mi Şeyhü’l Ekber’e dahi “Ayrılığa ulaşsaydık, ona kendi acısını tattırırdık.” dedirten… Aynı hazreti dinlediğimizde: “Kâinatta ne varsa hepsi vehim ve hayal, yani aynalara vuran akisler, gölgelerden ibaret” buyuruyor ve ekliyor: “Senden uzaklığım çok yakın olmandandır. Sen gözlerimsin bu sebeple seni göremiyorum…”
Bir ucu ayrılığa varan kaza ve kaderin sırları pek çetindir. Nitekim kendisine bu babdan sual edilen Hz. Ali (kv) Efendimiz: “O mevzu, derin bir deryâdır!” buyurmuştu, yolundan gittiği amcazâdesi Habib-i Kibriya Hazretleri’nin (sav): “Kadere îmân eden, her türlü kederden emîn olur” tavsiyesine uyarak…
Yolundan giderek eren, işbu mânâya vâkıf bir ârif ise: “Dâima tecellî sahibine bakıp tecellî olunana gönül bağlamamalıdır. Tâ ki kendini kaptırmakla firkat dağdağası çekmeyesin. Zîra zuhûrun devamı olmaz. Sebatı olmayana takılıp kalanların ise perişanlık çekmeleri kaçınılmaz bir haldir. Devam istersen mânâdan ayrılma. Gerçek mü’min her olanı Hak bilip eşyada irâde görmeyip Allah’tan gayri fail yoktur: “Lâ faile illallah” diyerek bütün bu görünen varlığın Allah’ın emrinde olduğunu bilir ve öylece amel eder. Tâ ki gönül ıztırâbından kurtulup daimî cilve ve hoşluk hâsıl ede. Dünyâdaki bütün zuhûrlar, görünüşler, daha varlık kisvesi giymeden, kaderin damgasını yemişti. İnsanda olan irâde ve tedbir o kaderin zuhura gelmek arzusudur ki, Hakk’ın bir âleti olan insanın tahayyül kuvvetine tazyik yapar, o da çaresiz, düşüncesiyle o fiilin zuhuru için işe koyulur. Bu sûrethâne olan dünyâda çeşit çeşit şekillerin görünmesi, perde arkasında suret oynatanın oyunlarıdır ki, dışarıdan bakanlar suretin hareketinde irâde var zannederler. Her emir, her fiil, zuhûra çıkmadan evvel bir âlete havale olunmuştur. Vakti geldikte zuhurunu zorlar, coşup suret bulur. Hakk’ın fiillerinin âleti, insanın elidir. O fiili kendilerine isnat edenler gizli şirkten kurtulamazlar…” buyurmada…
Cümle Eşya Halık’ındır Kul eliyle işlenir,
Emri Bari olmadıkca sanma bir çöp deprenir.
Aynı kaynaktan beslenen bizler de Hakk’a yakın bir kul olmak için tıpkı Halîli olan İbrahim aleyhisselâm’ın hâli gibi, değişen imtihan şartlarına rağmen dâimâ; “Âlemlerin Rabbine teslim oldum.” Nidasında olmalıyız: Yâ Rabbî, bizlere böyle yüce, mânâlı ve hakikatli bir rızâ ve teslîmiyet içinde yaşamayı nasîb eyleyiver!
Cenâb-ı Hak, imtihân için gönderdiği bu cihân dersanesinde, yansımalar âleminde, her insana birtakım imkânlar ve nîmetler verdiği gibi bazı mahrûmiyetler ve külfetler de yüklemiştir. Bu külfet ve musîbetler ne kadar ağır olursa olsun hakîkî bir mü’min, onları isyân etmeden sabır, tevekkül ve teslîmiyetle bertarâf etmenin gayreti içinde olmalıdır. Hem sıkıntı hem de rahatlık zamanlarında Cenâb-ı Hakk’a karşı “rızâ”, “tevekkül” ve “teslîmiyet” hâlinde bulunarak huzûr ve sükûn içinde aşk ile bir güzel ömür sürmeli…
Lâkin rızâ, teslîmiyet ve tevekkülü, hiçbir tedbîre başvurmamak, gelebilecek belâları önlemek için herhangi bir gayret göstermemek şeklinde bir pasiflik ve tembellik telakkî etmek de yanlıştır. Tevekkül, hayrın celbi, şerrin defi için her türlü tedbiri aldıktan sonra, netîce hakkında Cenâb-ı Hakk’a teslîm olup O’na sığınmaktır. Yoksa sebeplere tevessül etmeden kuru bir tevekkül de tedbire bel bağlamak da pek de makbûl bir hal değildir…
Hâsılı bir müslüman, ne elde edemediği nîmet ve imkânlar için çok üzülmeli, ne de nâil olduğu dünyâlıklar sebebiyle çok sevinip şımarmalıdır. Hazret-i Pir Mevlânâ ne güzel buyurur:
“Senin iç dünyân bir misâfirhâne gibidir. Sevinçler de kederler de gelip geçicidir. Ne sevinçlere aldan ne de gamları kendine dert edin! Gamlar sürûruna mânî olursa üzülme; çünkü o gamlar, senin için sevinç ve neş’e hazırlamaktadır. Ey Hak yolunun yolcusu! Gönle gelen üzüntüleri tebessümle karşıla ve şöyle duâ et: Ey benim Rabbim! Sen beni belânın şerrinden muhâfaza et, fakat onun vâsıtasıyla gelecek lutuf ve ihsândan da mahrûm bırakma! Rabbim, lutfet de belâlara şükredeyim. Geçip gidince neden şükretmedim diye hasret çekmeyeyim.”
Ey aziz can! O güzeller güzeli gönlümüzü bazen sıkar, bağlar, hayatı zehir eder. Bazen bağlarımızı çözer, sıkıntılarımızı giderir, bizi rahata erdirir, mutlu eder, huzura kavuşturur. Eğer senin gönlün eşek değilse, bu hallerin nereden geldiğini, kimin işi olduğunu anlar, bilir; o işin sahibini, o işleri vereni tanır.
Ve ey zalim nefsim! Eşek bile senin gibi üstün bir varlık olmadığı halde, sahibi, efendisi olan eşekçinin bağlamasını, çözmesini bilir, tanır; bir başkası olmadığını anlar. Efendisini görünce eşekçesine başını sallar. Kulaklarını oynatır. Sesini bile tanır. Çünkü sahibinin sesi ona yabancı değildir. Çünkü onun elinden yem yemiştir, hoş sular içmiştir. Ne tuhaf, ne şaşılacak şeydir ki, Allah bu kadarcık olsun sana bir anlayış, bir seziş vermedi mi? Sana lütuflarda bulunan, seni yediren, içiren, seni zevkler içinde yaşatan, seni yarattıklarının en şereflisi seçerek hiç bir varlığa vermediğini sana veren, sahibini, efendini, seni yaratanı tanımıyorsun ya yazıklar olsun sana!
Seni yaratan yüzlerce defa sıktı, derde düşürdü. Feryat edip durdun. Nasıl, olur da onu tanımaz olursun? İnkâra kalkarsın. Allah sana akıl verdi. Cüz’î irade verdi. Peygamberler vasıtasıyla yol gösterdi. Allah seni kurtarmaya mecbur mu ki! Kâfirler gibi ancak belaya uğrayınca onu hatırlamadasın, başını eğmedesin, teslim olmadasın. Zaten ötelere mensup olmayan, öteleri düşünmeyen baş, yarım habbeye bile değmez…
Ey Rabbimiz! Bizleri, sabır, tevekkül ve teslîmiyet sâhibi olan ve her hâl u kârda “Yâ Rabbî, Sen’den râzıyım!” buyuran sâlih kullarının yolunu kolaylaştır! Ey Rabbimiz! Bizleri gerçek mânâda tevekkül ehli kullarından eyleyip rızâna muvâfık ameller işlemeyi nasîb buyur. Bizleri kazâ ve kadere rızânın safâsına erdiriver…
Her hâl içre ve her dem zuhûr etmesin benden
Hükm-i kazâya rızâ ahde vefâdan gayrı
Yâ Rab dilerim senden zuhûr etmesin benden
Hükm-i kazâya rızâ ahde vefâdan gayrı
Bi ismi zâtike, Ya Allah huu
Muhabbet-i Ehli beyt-i Mustafa üzerlerimize sâyebân, Vakt-i şerif, sebeb-i gufran, aleme bayram olan Cuma, bir küçük tevbe ayı Cemaziyelahir, ömür ve şahsiyetlerimiz, âhir ve âkibet, zâhir ve bâtınlarımız hayrola,
Aşk ola, aşk ile dola, Aşkullah,
Muhabbettullah, Marifetullah,
Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola erenler
Umalım ki Mevlam söylediklerimizi önce bize duyursun,
sonra ihtiyacı olanlara tesir buyursun. . .
Sözü çok olanın, yalanı dahi çok olur imiş;
Yüksek müsaadelerinizle
Mevlam ateş-i aşkınızı ziyâde eylesin
Gam ve telaş sizlerden uzak olsun da
huzur bulasınız efendim
Her hâl içre ve her dem zuhûr etmesin benden
Hükm-i kazâya rızâ ahde vefâdan gayrı
Yâ Rab dilerim senden zuhûr etmesin benden
Hükm-i kazâya rızâ ahde vefâdan gayrı
”” Halîli olan İbrahim aleyhisselâm’ın hâli gibi, değişen imtihan şartlarına rağmen dâimâ; “Âlemlerin Rabbine teslim oldum.” Nidasında olmalıyız: Yâ Rabbî, bizlere böyle yüce, mânâlı ve hakikatli bir rızâ ve teslîmiyet içinde yaşamayı nasîb eyleyiver!””’
amin amin amin.
bildiklerimizin idrakini nasip eyle ALLAH’ım
Elhamdülillâhi alâ külli hâl, sive’l küfri ved’delâl. Amîn.
Ya Kabıd, Ya Basıt
Genişletenin de daraltanın da sen olduğunun her an farkında olduğumuzu unutturma ya rabbi. Amin.
Hayırlı Cumalar.
Elhamdülillahu ala külli hal.
Hayat imtihanlarla dolu, bugün okul yarın arkadaş, eş, dost … vb. . Okul sınavlarında kopya çekmek yasak derler kimselere hissettirmeden çekene de aferin demek elde değil 🙂 . Ömür imtihanında ise kopya çekmek yasak değil, üstelik örneği de var . Nedense doğru dürüst çekemiyoruz, sonra ağlayıp sızlamaya başlıyoruz sıkıntılar , üzüntüler karşısında. Benim kağıdımdaki notum neden düşük geldi . Bir silgi olsa silinse şu yazılar, tekrar yazılsa dememek elde değil. Bu sorunun cevabını da yazmış yazan :
Ey benim Rabbim! Sen beni belânın şerrinden muhâfaza et, fakat onun vâsıtasıyla gelecek lutuf ve ihsândan da mahrûm bırakma! Rabbim, lutfet de belâlara şükredeyim. Geçip gidince neden şükretmedim diye hasret çekmeyeyim.”
Allah sabır versin, kopya çekmeyi nasip eylesin hayat imtihanında nasılsa yasak yok 🙂
La faile illallah. Allah’ım Senden gelen her şeye razıyız, Sen alemlerin Rabbisin. Şu mübarek Cuma günü hürmetine, başımıza gelen musibetlere sabır göstermeyip, kalbimizin en kıyısından dahi olsa isyan etmişsek bizlere affeyle..Seni her daim bilmeyi, zikretmeyi, düşünmeyi ve bu düşüncelerle amel etmeyi bize nasip eyle..