Vaktiyle sosyal paylaşım mekanlarında sızan nükteleri, aşıklara vuslat niyetiyle derleyip topladık. Yerini bulsun erenlerim…
Koma bizi cihân zulemâtında “dâllin”
Nûr ile “müstakîm sırat”ına “ihdinâ”
Evin sahibiyle arayı iyi edenler için emanetlerimiz vardır; yakınlarda hakiki bir sefere çıkacak olanlar lütfen fakirle irtibat kursunlar…
Yüce Sultanım! Gönüllerimize güzel amelleri elde etme yolunda güç ver ki saptıranların vesveslerine kapılmayalım. Hırsın acı suyuyla çoraklaşan vücudumuzu, mücahedeye muvaffak kılıp tatlı bir hale getir. Hevâ ve heves karanlıklarında yalnız başına geceleyin yol alanları her türlü sapıklıktan, yolsuzluktan sen koru ya huu… Yüce Sultanım! Sen bizim hırs ateşimizi rahmet suyunla söndür. Müştakların canlarına tevhid şerabını tattır. Gönlümüzün özünü marifet nurlarıyla, vahdet sırlarıyla nurlandır. Sözümüz halin özü kıl. halimizi de söz mertebesinden kurtar ya huu
Yüce Sultanım! hiçbir hizmetimiz yok iken, tevhid mülkünü bizlere bahşeden zat-ı şerifin olduğu gibi, “Biz ademoğlunu şereflendirdik” [17:70] altın tâcını hiçbir itaatimiz olmadan başımıza koyan da yine zat-ı şerifindir. Sana hakkıyla şükredemediğimizden, tastamam ettiğimiz kusurlardan dolayı o tacı, kahır yağmasıyla başımızdan alma ya huu… Yüce Sultanım! Bağrı yananların seher vaktinde çektikleri ahları, atâ ve ihsan kulağıyla duyup kabul eyle. Senden ayrılığın ateşiyle yanıp tutuşan aşıkların sinelerinden çıkıp gökkubbeye ve ruhlar meclisine ulaşan dumanları, vuslat kokusuna bürü. Aşk saltanatının damında bekçiler gibi sopacıklarını vuran sözlerimize, söyleyip işittiklerinize, “Ecirlerini hesapsız olarak verir”[35:30] lütfundan daima ihsanda bulun ya huu
Ey sâki! aşk şerabından sun. Sun da aklın lafı bir yana gitsin
Yüce sultanım değil mi ki bize öylesine bir devleti duyurdun; bizi bu devletten mahrum bırakma. Dudağımıza değdirdiğin, dudağımızı ıslattığın o şeraptan bizi ayırma; bizi varlığımızdan geçir, bizde varlık bırakma. Ruh zerreleri “elest” günü o şerabı içmişti de sermest bir halde “beli” demişti hani; işte o şerabın hepsini üzerimize dök de bizi şu içinden çıkamadığımız binler vesvese ve düşünceden kurtar ya huu… Yüce Sultanım! Cemâli pâkine müştak, varlık denizinde gayret gemisiyle çabalayan canlarını selamet ve rahmet sahiline ulaştır, aşıklara vuslat eyle ya huu
Dost,
İçimizde taşıdığımız kalp taş kesilmesin diye kainatın kalbinin taş kesildiği, siyah örtülü evin bu suretine her bakışımızda, kalbin göğsümüz içre değil Kabe-i muazzama ile birlikte, alemle hem-aheng attığına şahit oluruz. Belli mi olur gönle doğan mana, nice bin aşığın nazar ettiği manzaradan, özden gelen temiz niyetlere bir işaret bekleyen, siz güzelim canlara da sızıverir de ağlayadururuz, kulak kesilenler niyazımızı işitirlerse:
Yüce sultanım, şu an ve şu saatte yaptığımız salat ve selamlarımızı, yerlerin ve göklerin nuru, sebeb-i hilkat-i alem Habibi Kibriya Eba’l Kasım Muhammed ibni Abdullah Efendimizin, tertemiz ruhuna ulaştır, ervahımız, ahvalimiz O âli nur ile cem eyle. Yüce Sultanım, gaflet uykusuna dalmış olanları lütfunla uyandır, her birinin yaratılış ağaçlarını, hakiki kulluk meyveleriyle süsle. Şu yeryüzünün uzağındaki ve yakınındaki, yer ve gök ehli herkesin sığınağı olan vaktin padişahını da tehlikelerden ve güneşin zararlı hararetinden koru, O’nun dosdoğru saltanatının temelini yardımın ve muhafazanla kuvvetlendir; devlet sancağını yardım ayetleriyle, saadet tuğrasıyla, iyilikle ve güzellikle destekle. O’na hizmet etmek için makam ve mansıp sahibi olmuş devlet erkânının da ikbal saadetini artır. Cümlesinin kalbini işin sonunu düşünme lütfuyla gül bahçesi gibi beze. Hayal melekelerini apaçık olan küfür ve isyan düşmanlarıyla, gizli olan riyâ, gösteriş, şüphe, münafıklık, haset, nefret, kin düşmanlarından koru…
Yüce Sultanım, şehvete susamışları, şeytan, dünyanın zehirli suyunu altın kadehlerde ikram ile kandırır. Pek susuz olduklarından o şerbete kanarlar, manzaraya aldanırlar, zehrinden gaflet ederler. Bu susamışların susuzluklarını Habibi Kibriya aleyhi ekmelittehaya efendimizin havuzundan, Kevser suyundan gider, yolunun tatlı suyuyla onların ciğerlerini serinletiver. Yüce Sultanım, bu dünyanın saltanatı da senin elinde, öbür dünyanın saltanatı da… Ey iki saltanatın sahibi! zayıf kullarını dinin ve insanlığın düşmanlarının ayaklarının altında ezdirme. Az da olsa dileğimiz bu, büyük de olsa kabul, lütuf ve icabet ancak Sen’den. Biz, acizane niyazımızı dergahına arz ettik; artık uçsuz bucaksız, hadd ü kenarı olamayan rahmetinden, alemlere rahmet olan’ın hatrı şerifiyle, ihsanda bulunuver, ey Alemlerin Rabbi ve yardım edenlerin en hayırlısı!
Desert Locust (Schistocerca gregaria)
Bilimsel adı tam olarak bu, çekirge çölün amma mekan tuttuğu yer kâinatın kalbi… Uygun bir mevsimde umre yapan kardeşlerim bilirler, tavafları esnasında az görmemişlerdir uçan çekirgeleri.
Bir de meşhur hatıramız vardır hani:
… Tavaf etmeye gidiliyor o sırada da çekirgeler var, yerler çekirgelerle dolu. Ben de hatıra olsun diye mevta bir çekirgeyi alıp ön cebime koydum. Gittim tavafımı yaptım tam dönüyorum aklıma geldi, işte sanatçı deliliği dedikleri o herhalde. Dedim ki ya bu yarın öbür gün gelip rüyamda kocaman dikilip karşıma ‘Ulan ben ne güzel tam Kabe’nin orada takılıyordum beni ne buralara getirdin’derse. Dönüşte bunu düşüne düşüne yine aldığım yere bıraktım, sonra otele yaklaşırken de düşündüm dedim ki ‘Bu çekirge kendini tavaf ettirdi ya!, ne mübarek bir çekirge
Bunun yüzü tanıdık geldi o yüzden bir de fotoğrafını koyduk satırların arasına… Sonra son tavafımız geldi hatrımıza: 2011’de 5 yıllık vazifenin ardından hicaz’dan ayrılmadan hicr-i ismail’de siyah evin duvarına yapıştırmıştık kendimizi, vazifeli askerler zor kazıdılar, gözyaşlarıyla ıslattığımız yerlerden…
Şimdi Beyt-i Atik’in aynı yakasında görünce çekirgeyi bu seferde bizi yaralayan şair-i muazzamdan bir vuruş daha geldi:
Dil-i mecruhuma rahm eyle kalsın dâm-ı zülfünde
Şikeste-bâl olan murgu edip âzâd neylersin…
Yaralı gönlüme acı sultanım, bırak senin zülfünün tuzağında kalıversin; kanadı kırık kuşu azat edip de ne yapacaksın, kanadı kırık kuşu azat edip de ne yapacaksın! kalsaydık, çekirgenin, evin, evin sahibinin yakınlarında…
…
Kimde misafir olduğunu, kimi misafir ettiğini bilen canlar için dem bu demdir; ev sahibiyle arayı iyi edenlere aşk olsun, yananların ateş-i aşkları ziyade olsun, aşıklara vuslat olsun ya huu
Kerem ve ihsân Kâbe’sini tavaf etmek için ihrama bürünen bu duacıyı, o yüce eşiğe vesile kılanın selamıyla,
Duyuyor musun rebâb ne diyor; gözyaşlarıyla, yanıp kavrulmuş ciğerlere neler söylüyor? Bir vakit Hak Dost’tan ayrıldık da şu dünyaya geldik; fakat halden hale, şekilden şekle döne döne gene O’na gidiyoruz biz. Ey misafir, hiçbir durağa gönül verme; çünkü ordan çekilip ayrılırken yaralanırsın sonra… Pek tutma ki kolayca bırkasın!