Köhne dünyaya, taze bir üslup getirmek gerektir.
Seyid Azim Şirvânî (Şamahı, 1835-1888)
Okuyun şiirimi kılın yâdım
Şâd olsun bu ruh-i nâşâdım
Seyyîd Azîm Şirvâni, bütün ömrünü cehalet ve hurafeyle savaşarak geçirmiştir. 20 Mayıs 1888’de Ramazanın 21. gününde câmide namaz çıkışında bıçaklanarak şehit edilmiştir. Mezarı “Şah Handân” mezarlığındadır. Kitabe-i seng-i mezarında kendi yazdığı beyit bulunmaktadır:
Merg-i cismâni ile sanma menim ölmeğimi
Seyyîdâ ölmerem alemde sesim var menim
Ey tatmayan zamâne arâ’ aşk şerbetin
Git rahat ol, seninle bizim yoktu kârımız
Koy biz çekek bu bâdiyenin bâr-ı mihnetin
Sandûk-ı sinemizde koyuptur emânetin
Aşk olmasaydı olmaz idi hüsn müştehir
Hüsn olmasaydı aşk yitirmişti şöhretin
Biz aşk emanetinin hazine muhafızıyız ki Allah bu emaneti gönül sandığımıza koymuştur. Aşk olmasaydı güzellik meşhur olmazdı. Güzellik olmasaydı aşk şöhretini kaybetmişti.
Aşk eyledi kabul onun dürd-i zahmetin
Aşk idi kim halîlini hıfz etti nârdan
Söndürdü bir hitâb ile nârın harâretin
İsa’yı çarh-ı çârüme kalkışdı aşk-ı Hak
Kim vâsıl etti hâne-i hurşîde rıf’atın
Mecnun’u perişan eyleyen Leyla’nın güzelliğiydi. Leyla ile Mecnun’un rütbesini artıran aşk idi. Hz. İsa’yı dördüncü kat göğe taşıyan Hak aşkıydı. Ki o aşk, Hz. İsa’nın mevkisi yüksekliğini, güneşin evine kadar ulaştırdı.
Hüsn idi Yûsuf’u eleyen şöhre-i cihan,
Aşk idi artıran o Züleyhâ muhabbetin.
Vamık’ı temkinsiz kılan Azra havası, Ferhad’ı kedere boğan Şirin’in aşkı sevdası idi. Hz. Yusuf’un dünyada meşhur eyleyen güzellik idi. Züleyha’nın Hz. Yusuf’a muhabbetini artıran aşk idi.
Savt ile hüsnü nûr-ı a’lâ nûrdur gözüm,
Benden soruş bu tühfelerin kadr ü kıymetin.
Güzellik ve aşk olmasa bu alem neye yarar. Aşksız kimse yaratılış sırrını anlamaz. Hoş sâdası ve güzelliğiyle nur üstüne nurudur gözümün! Benden sor bu hediyelerin değerini.
Lahn-i Hûd ile şûra gelir nâki-i Arap,
Ey şeyh-i kec-menîş, oku bâri rivâyetin,
Hz. Davud’un sesinin güzelliğini Talut’tan sor. Bu işin sırrını, hikmetini Calut anlamaz. Arap develeri Hz. Hud’un nağmeleriyle kendine gelip yol alır. Ey kötü niyetli şeyh bari bu güzellikten bahseden rivayetleri oku da aşk ehline, insafa gel.
Her yerdedir Hudâ-yı ehad nûru cilve-ger,
Vahdet gözile bak, bilesin sırr-ı vahdetin.
Ey şeyh, bu aşkı sen karşı cinse duyduğumuz meyil sanma. İnce manalı nüktenin hakikatını böyle bir işaretle gördük. Bir olan Allah, nurunun tecellisiyle her yerdedir. Vahdet gözü ile bak ki vahdet sırrını bilesin.
Âlemde olsa idi Hudâ-bîn olan gözün
Her şeyde sen görürdün ayâtı Hakk sûretin.
Hakkın varlığından gayrı yok imiş bir tecelliyat. Gördüm ki Hakkın tecellisiyle zuhura gelmiş bu çokluk alemi aslında aynıyla vahdettir. Kesret vahdetin zuhurundan başka bir şey değildir. Hakkı gören, gözleyen bir gözün olsa cümle mevcudatı Hak sureti, inkarı mümkün olmayan bir delil olduğunu herşeyde görürdün.
Âhirde oldu mu’tekif-i bâb-ı devleti,
Dârüsselâma vâsıl olub taptı behcetin.
Hz. Adem cennette, o gün Yâr-i Hakikiyi görünce O’na kavuşma arzusuna düşüp cenneti terketti. Nihayetinde saadet kapısında ibadete koyuldu da selamet yurdu olan cenneti buldu.
İnsânı halk eyledi öz sûretinde hak,
Bak âriz-i nigârıma, gel gör alâmetin.
Haydar-ı Kerrar Hz. Ali Efendimizi bağrında saklayan Necef diyarını seyret, oradan vahdet incileri devşir. Bundan ziyada Yâr sohbeti mi olur daha ne diyeyim. Hak insanı kendi suretinde(suret-i Rahman) yarattı, özüne bak. Bunun alametini sevgilinin iç yüzünde, resmin nakışlarında gör.
Ol Yûsuf aşkı eyledi vâdâr kim beni
Tahrîr edim bu nev ile Yûsuf hikâyetin
Kalb şehrinde(Mısır’ında) aziz bir Yusuf’um var. Hak, gönlümü kendi sevgi güneşiyle doldurmuştur. Yusuf’un aşkı beni Yusuf’un hikâyesini bu şekilde yazmaya mecbur etti.
Şâyet ki remzden olan âgâh hâlime
İzhâr ide bu âşık-ı zâra inâyetin.
Seyyid, bir özge remz göründü bu nazmdan.
Hal ehlinin bu remz füzûn etti hâletin
O yüce aşk şerabı seni kendinden geçirip ne hale getirdi. Artık sende inkar etme, vahdet feyzini veren, aşk şerabını sunan kamil mürşidin kerametini. Ey Seyyid özel bir işaret var bu şiirde, hal ehlinin hallerini artıran, ateşi aşkı ziyade eyleyen bir işaret…
Yazıktır denize varıp da biraz su içmeyi yahut bir testi su almayı yeterli bulmak. Herkes denizden inciler, mücevherler, kuvvet veren yüz binlerce şeyler elde ederken denizden su alıp götürmenin ne değeri vardır ki? Aklı olanlar bununla övünür mü hiç, ne yapmıştır ki bu işi yapan? Hatta dünya, bir köpüğüdür bu denizin; denizse erenlerin bilgileridir. İnci de nerede? Bu dünya, çerçöple dolu bir köpüktür amma o dalgaların çıkıp batması, yürüyüp dönmesi, denizin coşup kabarması, köpürüp kükremesi yüzünden o köpük, bir güzellik elde eder. “Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçimliğidir. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah’ın katındadır.” [Âl-i İmrân:14] Mademki, (züyyine) “süslenmiştir” buyurdu demek ki o güzel değildir. Güzellik, eğretidir onda, başka bir yerdendir. O, altın suyuna batırılmış, yaldızlanmış sahte paradır; yâni bir köprücükten ibaret olan şu dünya sahtedir, kadri, değeri yoktur; fakat biz onu altınla kaplamışız; çünkü “insanlar için bezenmiştir, süslenmiştir. Ama yinede şu dünyada gördüğümüz güzellikler, güzel eserler, hassas duygulu insanların gönüllerini çelerler, o eserleri yaratana götürürler. Sanki Allah yarattığı eserlerini hamal eder, canları, gönülleri onlara yükler, kendine doğru çeker. Senin aşkın, çorak toprağı gül bahçesine çevirir. Dalgan, buluta benzeyen gözü, inciler saçar bir hale kor. [Hz. Piri Destgiri Münir]