Tut kulağın sanadır hitâb


Ehli olana Kaygusuz Sultân’ın Öğütleri
Ey tâlib-i Hak ve hakîkat!

kaygusuz_abdal.jpg

Gel imdi kendine insâf eyle; seni ebediyyen mahv edici cehil marazlarına ilaç bul. Fırsat elde iken gece gündüz durmayub çaresini ara tâ kim ol korkulu menzillerden emîn olasın. Yoksa yâr ü yoldaşın cehil marazından kurtulub şâd ü handan selâmette olduklarını görürsün ve sen gam ve gussaların ve cehalet sebebi ile başına üşüşecek türlü belalara giriftar olub kalırsın. Ol vakit çok peşîman olursun amma fâide etmeye. Fırsat elde iken nadanlığı bırak dânâ ol. Kendini arifler ve ehli diller sohbetine ve meclisine lâyık eyle. İnsan-ı kâmile eriş tâ ki dünya ve âhiret marazlarından emîn olasın.

Mürşid-i kâmili bulduktan sonra aşkı delil edüb özün bilüb arif olub Hakkı vücudunda bulasın. İmam Ali (kerremallahu vechehu) ilk defa idi Peygamber aleyhisselâm’a sordu: Ya Resullâllah ne amel edeyim ki amelimi zâyi’ etmiş etmiş olmayım. Hz. Resul buyurdu: Hakkı istersen kendini bil! Arifleri cem edüb daima sohbet eyle. Sözünde sâdık ol. Bir dilden iki söz söyleme. Kimseye mekr ve hîle etme. Bir kimseyi rencide edüb hor ve hakir bakma zira her mevcut mutlak vücutta iktizây-ı zattır. Elinle koymadığın şeye el uzatma. Daima özünü özüne ver o halde Hakkı bulur, tecelliyâtına mazhar olursun. Ol vakit seyrin Arş ve Ferş’e kadar gider, tamam olur, ömrünü zâyi’ etmemiş olursun ve hem her beliyye ve azabtan emin olursun. Ama ey talib-i Hak, Allah yolu gayet yakındır ama gayet müşkildir.

Arif olan anladı
Hayvan olan tınmadı
Nâdâna ben ne dedim
Aceb bundan ne anladı
Anladın ise hal oldu
Anlamadın ise kâl oldu.

Yeni bir haber söyleyeyim ki anlamadın ise anlayasın. Arif isen insana karış yoksa nâdan gibi yavanlara karışma. Nâgâh bir gün vücudun şehrinden kâfile göçer her zerrâtın geldiği yere ve menzillere (çar anâsır) taksim olur, sen seninle tenhâ kalırsın. Eğer metâın dürr ü gevher ise şâd ü hürrem olub gam u gussa yok, hangi şehir ve menzîle varsan müşteri tâcirler metâından almak için kapına mülâzemet ederler. Eğer metaın hırmende ve nâkıs ise hangi şehre ve menzile varsan metâın kesad bulur, günden güne müflis bir bîneva olursun. Nice zamanlar geçer, devranlar döner, deryalar aslına gider, mâh ü encüm-ü zaman nâbedid olur, heyhat ki kâfile başı sana rahm edüb yüzüne bakmaz ta ki arif-i billâh olanlara, dürr-ü gevher kâfilesine karışırsın.

Ey tâlib! Uyanık ol ve hakîkattan haberdâr ol; başındaki sarhoşluğu gör. Hakkı taleb ederim dersen (Mûtu kable en temûtu) mazmûnuna mâsadak olup ölmezden evvel öl ki dirilesin. Dünyada harâb ol ki ma’mur olasın. Cefâya sabr et ki vefâya eresin yoksa ehli zâhir gibi ibadât yaptım diye mukâbilinde ‘ivaz ümidinde iken nâgâh bir gün işin sahibi işlediğin işi pesend etmeye. Ol vakit mürde gibi olub elin boş kala; halin kat’ı düşvâr ola; çok peşîman olursun ama hiç faidesi olmaya.

İşte gidüb size çok haber getirdim. Özün insan suretinde iken herşeyi kazanırsın yoksa her şey kayıbtır. Ne ki görürsün ana ibretle bak. Bu ne için böyle olmadı deme. Hiç bir şey için gam çekme. Bu sözlerden garaz budur ki sen dahi gönlünü cem eyle; Akl-ı mead’da mukarin ol; dünyaya apışub kalma; sonun fikr eyle.

Ey gâfil! Bu sarayın sahibi vardır. İçinde oturan Sultan’dır. Halini bil ki sonra Sultan’dan utanmayasın. Kimseye adâvet etme. Kimsenin payına el uzatma. Haklıyı haksızı, helâli haramı fark eyle. Zira helal lokma ile ehli diller sohbeti Adem’in ma’murluğudur. Haram lokma ve cahiller sohbeti de Âdem’in harablığıdır.

Andan sonra nâhak işlerden sakın. İbretle bak, hikmetle söyle. Her yerde edeb üzre olub aşağıyı yukarıyı gözleyüb tevâzu ile en geriye otur. Mürşitler ve arifler nezdinde kemâl-i âdâb ile diz çöküb otur. Bir söz ki senden sormayalar söyleme. Eğer sorarlarsa bilir isen muhtasar söyle eğer bilmez isen özünden söz düzüb söyleme. Hodbînlik eyleme. Hakk’ı her yerde seninle bil. Yâr-u sadık ve yoldaşına emîn ol. Câhile hilm ile söyle. Arifler katında sâkit olup âdâb ile dur, hürmetle sor, imtihân ile söz sorma. Eğer sorarsan söyleneni kabul et; inad ve mücadele eyleme; merdûd-ı Hak olursun zira bu sarayda Allah’ın hikmeti çoktur. Bu saray-ı bârigâh O’nundur, başkası yoktur. Eğer kul isen edeb bekle, kulluk hâlince. Eğer Sultan (İnsan-ı Kamil) isen mülk senindir, emin ol. Yoksa sen seni bilmez isen kendini bilmek için arif-i billah’ın eteğine yapış ki sen seni bilesin. Yoksa sonra çok hacalet çekersin; şermende olursun hem de Sultan yüzü görmezsin. Saray içinde oturan Sultandır. Cümle yaradılmış kullarıdır, zerrâtıdır. Her ne ister ol emr eder, hiç mânî yoktur.

Âdem dünyaya gelmekten murad heman kendini, Hakk’ı anlamaktır tâ ki meratibde Hakkı bâtıldan fark edüp ömrünü telef etmemiş ola. Çünkü, sen dahi Âdemim dersen vücudun kubbesine çık, ibretle bak. Bu sahranun düzüne ve inişine ve yokuşuna nazar eyle. Korkulu menzilleri bil tâ ki yol üzerinde korkulardan emin olasın. Onlar ki hakkı bâtıldan fark etmeyüb dünyayı dolaştılar kaldılar hâlâ dahi dolaşub kalmışlardır. Anın için her kişi kendi işine kâildir. Hak Tealâ’nın sırlarına ve hakikatına ermeyüb öz bildikleri kendilerine hicab olmuştur. Bu sebeptendir ki halk birbirlerine sorarlar ki: aceb bu kârhaneyi bünyad eden Üstad nerede ola? Hayran ve sergerdan kalmışlardır. Gökte mahluk yere bakar ki aşağıda mı ola der. Ve yerdeki mahluk göğe bakar ki yukarıda mı der şöyle mütahayyir kalmışlardır. Tâ (Elestü birabbiküm?) deminden Hz. Resul’e gelince yüz yirmi dört bin Peygamber geldi ve gitti, her biri bir söz söylediler hiçbiri bunu temyiz edemediler. Hz. Resul aleyhisselâm ve Hz. Ali ve Ehl-i Beyti dünyaya teşrif buyurdular ve bu kârhaneyi bünyad eden Üstadı yine bu kârhane içinde bildirdiler ve nişanın dahi bu eşya içinde verdiler. Eğer bu kıssadan sen dahi sual edersen bilen bilir, bilmeyen bilmez. Kime ne söyleyeyim, sen seni bilmez isen bula gör bir bir biliri. Bilmeyen ne bilir biliri.

Ma’lum oldu ki hiç kimse delilsiz Hakkı bulamaz imiş zira Hz. Resul ve ailesinden sonra gelen kâmiller dahi (Nefsini Bilen Rabbini Bilir) kudsi hadisi hakkında nice nice güzel sözler söylediler ama gaflet uykusuna dalanların hiç bir söz kulaklarına girdi mi? Biz dahi şu sözü deriz ki:

Hak Tealâ’nın evveli ve âhiri, altı ve üstü, sağı ve solu yoktur. Bir bahr-i peykerândır ki cümle mevcudânın vücudunda mevcuttur yani bilcümle mevcudat Hakkın vücudundandır ve anı ikrâh görüb hor bakanlar merduttur zira bir çırağın nurudur; nihayet sırçaları ayrıdır. Bir güneşin şu’lesidir ama pencereleri ayrıdır ve cümle mahlukatın vücudu birdir ama dilleri ayrıdır.

Biz nasihat edecek değil idik. Çünkü hakikat halka ne kadar çok söylenmiş olsa ol kadar geriye kaçarlar; yalnız ezelde nasibdâr olanlar gerilir. Bunu bildiğimiz hâlde nasihat vermek istemeyiz lâkin bu nasihatleri veren Hak’tır, bizim dilimizden Hak’tır ki söyler. Sonra, halk ukûbâta duçar olduklarında biz ne edelim. İnsan suretinde iken bize Hakkı ve hakikati bildirmediler diye zulüm isnâdına mahâl kalmasın ve El-Adl ism-i şerifinin hükmü (Fiil-i ilâhisi hükmünde ziyadesiyle adaletle lâyıkıyle zuhûr edici mânâsınadır. Ulûhiyetinin neticesi olarak zuhûr eylediği her Esmâ hassasiyetini, yaratış kastına göre hakkını veren. Haksızlık etmekten, zulüm etmekten münezzeh olandır! El- Adl olana kul olanın hazzı ise bir meleke-i râsihaya mâlik olmaktır ki onunla nefsinde tagaddî, kalbinde zühd, amelinde ihlâs, ruhunda hüsn-ü ahlâk, insanlar arasındaki muamelede sitem ve zulüm ifrat, tefritten muhafazaya muktedir olur) câri olsun içindir.

Kim bir zerre ağırlığınca bir hayır yaparsa, onu görür. Kim de bir zerre ağırlığınca bir şerr yaparsa, onu görür. [Zilzâl:7-8]

İki âlemden haberdarım diyen dünya nedir
Bugünü bildinse indinde olan ferda nedir
Sende benlik bende senlik görünürken zâhidâ
İki âlem bir vücuttur deyen ile fetva nedir
Mazi müstakbel bu dem hak ki bunlar üç olur
Bunları cem eyleyüp bir eyleyen Anka nedir
İki derya bir vücut olsa ikilik mahv olur
Ya bu sen ben deyu halkın ettiği kavga nedir
Bir vücutta on sekiz bin âlem oldu bir kadeh
Bu kadeh içre dönüp raks eyleyen sahbâ nedir
Aleme nisbet gerektir dâne-i haşhaş veli
Pes derununda temevvüç eyleyen derya nedir
Der isen dam-ı beladır aşıkın başına aşk
Ma’şukun vechinde açılan gül-ü hamra nedir

Reklam

3 thoughts on “Tut kulağın sanadır hitâb

  1. Rabbim sizlerden razı olsun nacizane bu bu büyük zatların nasihatlarından feyz almayı Hz Allah bu fakire nasip etsin…

    • Azizim,
      Mezkur mânâ, yazının girişinde de belirtildiği gibi (Ehli olana Kaygusuz Sultân’ın Öğütleri)
      asıl adı Alâeddin Gaybî olan Kaygusuz Abdal Sultân’a (v. 1444) ait diye biliyoruz.

Söyleyecek sözüm var...

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.