KENDİMİZİ TANIYALIM
Birinci Tavır
Nefs-i emmâresini zabt idemez ehl-i hevâ
Ten gemisine dümenci olmaz her çevüren
Meşrebi îcâbı bütün vakitlerinde, vücudun kuvvetlerini şehveti uğrunda kullanan bir acâyib bendir.
Geldi tenbîh remz-ile görmez misin
Tutup emri ölmeden ölmez misin
Nefs mertebelerinde birinci tavır “sadr-ı hayvaniye”dir. Bu mertebenin nefsi “nefs-i emmâre”, seyri “seyr-i ilallah”, âlemi “şehâdet”, zikri zâhirde “Lâ ilâhe illallah” bâtında “La ma’bûde illalâh” (hakikatte güç ve kuvvet sende değil amir sen değilsin, senin kulun değilim ey nefs, kulluğum ancak Allah’adır mânâsına), makamı ise “sadr”dır. Bu mertebede tabiatıyla bulunan sâlik, kelime-i tevhid zikrine (darb-ı tevhid) devam etmelidir.
Nefs-i emmârenin bütün işleri, kahra muvâfıktır, bütün işleri şeytânın beğendiği işlerdir.
Nice mecruh eylediyse ruhunu emmâre nefs
Sen de gürz-ü zikr ile dön başına eyle kısâs
Azgın nefs-i emmâren ruhunu nîce bin günâh ile nasıl yaraladı ise sen de zikir topuzuyla ona kısas uygula; vur başına darb-ı zikri… çünkü bundan başka bir amelin kalbe etkisi yoktur. Nefs-i emmâre, bir mürşid-i kâmile biat eden sâlik için manevî yolculuğunun başlangıç noktasıdır. Bu mertebe adını Yusuf suresi 53. ayet-i kerimesinden almıştır: “Ben nefsimi temize çıkarmam, çünkü Rabbimin merhamet ettiği hariç, nefis aşırı derecede kötülüğü emreder.”
Ben kendimi temize çıkaramam. Doğrusu bir kişi, elbette kendi isteklerinin zorbalığında olduğunda bir kötülük içinde olur. Ancak Rabbinin merhametini anlayanlar başka. Muhakkak ki Rabbim mağfiret edendir, tüm varlığı özünden vâredendir.
Kelime-i tevhîd zikri ile sâlikin nefsinde “nefy” gider “isbât” kalır. Vasf-ı mekkâre (hilekar, yük hayvanı) olan bu mertebede bulunan kullarına Allah, “İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar” [Araf:179] ayeti ile seslenmiştir. Nefs-i emmâre mertebesinde ki kötü huylar: hırs, kin, haset, şehvet ve benzerleridir.
Sorarsan nefsini emmâredür ol
Sana sihr eyleyen mekkaredür ol
Nefs-i emmâre mertebesinde bulunan sâlikin şehvetini eşeğe, kinini ve gadabını zehirli yılana, nefsinin tamah ve aç gözlülüğünü kurta, ihanetini tilkiye, murdarlığını ise köpeğe benzetirler. Bu mertebede olan kişi, yaptığı iyilik ve güzelliklerle övünür, başkaları da bilsin ister çünkü nefsi dünyevi istek ve arzularının esiri olmuştur.
İşit hem vasfını emmarenün gel
Dahı ol halini mekkarenün gel.
Nefs-i emmâre mertebesinden kurtulmak isteyen sâlik öncelikle tüm yaptıklarından pişmân olup samîmi bir tevbe ile tevbe etmelidir. Bunun yanında sadrını tüm kötülüklerden temizlemelidir. Böylece sadrın üzerini örten “kışr” (kabuk) ortadan kalkacak ve “lüb” (öz) ortaya çıkacaktır. Kelime-i tevhid zikrine ve ibadetlerine devam eden sâlik, nefsi ile sürekli mücadele ederek “ilme’l yakîn”e erişebilecektir.
İrerse sadruna çün darb-ı tevhîd,
Gele tasdik kalbe gide taklîd
Nefs-i emmâre, sürekli kötülüğü emreden, kulu Rabbinden uzaklaştırıp kötülük işlemeye sevk eden en alt mertebede bulunan isyankâr nefistir. Bu mertebede bulunan kişinin tek düşüncesi; dünya, dünyevi menfaatler ve fiziksel ihtiyaçların giderilmesidir.
Bu tavrın nûru, gök (mavi); vâkıâtı (gördüğü rüyalar), yırtıcı ve vahşi hayvanlardır. Sâlikin bu mertebede gördüğü rüyalara itibar edilmez. Bu mertebenin günü cumartesi (onun için en uğurlu gün), feleği Ay, peygamberi Hz. Âdem, eseri ise “fenâ-yı mâsivâ”dır.
Nefs-i emmâre mertebesinde bulunan sâlik, ibadet etse de bunu azaptan kurtulmak için veya riyakârlıktan dolayı yapar. Bu mertebede akıl etkili olduğu için bazen ruh gelse de akıl onu geri göndermektedir. Bu makamda rüyada görülen hayvanlar iyiye yorulmamakta, bu hayvanların sıfatları ne ise görülen rüyalar o şekilde tabir edilmektedir. Bir şeyh rehberliğinde sülûk eden müridlerde güzel vakıalar da yaşanmaktadır. Zamanını tezkiye ve tasfiye ile geçiren müridin fiilleri ve sözleri değişir, güzel sıfatlar kazanır ve “kalb” makamına girer. Aksi takdirde salik “berzah”ta kalır.
Talep makamı olan bu makamın günü cumartesidir çünkü Kureyş kavmi cumartesi günü Hz. Peygamber’e tuzak kurmak amacıyla Dâru’n-Nedve’de toplanmışlardır. Burada Dâru’n-Nedve, sadrı; Kureyş, nefs-i emmâre güçlerini; Hz. Peygamber, ruhu; Hz. Ebu Bekir ise ruhun güçlerini simgelemektedir. Nefs-i emmâre mertebesinde sadr da toplanan nefsanî güçler sürekli olarak ruha tuzak kurmak için fırsat beklerler.
Nefs-i emmâre mertebesinin yıldızı “ay”dır. Çünkü ayda bulunan özellikler sadırda da bulunmaktadır. Salik bu mertebede nûrânîlik rengini aydan almaktadır. Ay ışığı düştüğü keteni nasıl mahv ediyorsa salikte kötü sıfatlarını bu makamda mahvetmektedir.
Bu mertebenin peygamberine Hz. Âdem denmesinin sebebi ise onun “ebu’l evlâd” (nesillerin babası) oluşudur. Hz. Âdem nasıl nesillerin babası yani başlangıcı ise nefs-i emmâre de nefis mertebelerinin başlangıcıdır.
Nefs-i emmâre mertebesinde sâlikin nefsi sürekli olarak bedenin fiziksel ihtiyaçlarının karşılanmasını ister, kalbi ise maneviyattan zevk almaz. Burada kişi şirk, küfür, gaflet, cehalet, dünya sevgisi, tûl-i emel, ikiyüzlülük, gurur, heva, gazap, şehvet, hırs, buhl, ucb ve kibir, intikam, kin, düşmanlık, cimrilik gibi sıfatlara sahiptir. Sahip olduğu bu kötü sıfatları düzeltmek isteyen mürid, kâmil bir mürşide intisab ederek kelime-i tevhid zikrine başlar. Sâlikin bu kötü huylardan tamamı ile kurtulabilmesi mümkün değildir. Ancak bu kötü huylar güzel huylara dönüştürülebilir. Sâlik bu mertebeye özgü olan kötü huyları düzeltmeden bir üst mertebeye geçemez.
Özenmez misin ol yâre aldanmışsın ağyâre
Seni azdırmış emmâre, gel Allah’a dönelim gel
“Nefs-i hayvaniyye” de denilen bu mertebede bulunan kişinin nefsini bilmek, Rabbini tanımak ve mârifet tahsil etmek gibi kaygıları bulunmaz. Onun tek kaygısı “akl-ı meaş” (geçim derdi)’dir, “akl-ı mead” (ahiret fikri)’den ise habersizdir. Nefis, bedenin fizyolojik isteklerinin etkisi altındadır oysa insan bedenden ibâret midir?
Benim bu emmare nefsim, ne ders aldı, ne de ibret
Yaşımdan ve ak saçımdan, nedeni kara cehalet
EŦ-ŦAVRU’L-EVVEL
Mefā’įlün / Mefā’įlün / Fe’ūlün
Nedür ol ŧavr-ı evvel śadruñ ey yār
Mine’l-ħalķi ile’l-ħalķ oldı her bār
Śorarsañ nefsini emmāredür ol
Saña siĥr eyleyen mekkāredür ol
Çün oldur ma’den-i fisķ-ı đalālet
İde Ĥaķķ śadrını şerĥ-i hidāyet
Anuñ aħlāķıdur ĥırś u küdūret
Ġađab buħl ü ĥased hem daħı şehvet
Didi emmārenüñ ehline ol Ĥaķķ
Bular en’ām gibi oldı muĥaķķaķ
Daħı en’āmdan oldı hem eđāll ol
Naśįb olmadı çünkim raĥmeti bol
İşit hem vaśfını emmārenüñ gel
Daħı ol ĥālini mekkārenüñ gel
Dönübdür şehvet-ile bu ĥımāra
Ġađabla kin ile āġūlu māra
Eźā ider cihān ħalķına her dem
İder her kişinüñ göñlüni pür-ġam
Ŧama’la ĥırśla ķurdurur hemān ol
Cihānı yimege ister bula yol
Ķoyun ķuzı gibi a’māliñi āh
Ŧaġıdurdı eline girse bir rāh
İdübdür ĥįle vü tezvįri śan’at
İşitdüñ dilkiler gibi ħıyānet
Hemān ki kelb gibi daħı o murdār
O leş gibi düşer dünyāya her bār
Bu evśāfuñ birisi kimde ki var
Hemān oldur düşinde olan ıžhār
Gehį dilkü görinür gāhį aślan
Gehį kelb gehį ķurd gāhį ķaplan
Bu evśāf olduġı-çün anda ey yār
Görinür kendüsine yine onlar
Bu evśāfdan ħalāś olmayıcaķ sen
Bes olmaz saña Ĥaķķ’uñ yolı rūşen
Ħalāś olmaġa isterseñ ‘ilācı
Yüri bir yire göster iĥtiyācı
Nedāmet tįġı-ile yāre śadruñ
Çıķarup ŧaşra ķıla cümle mekruñ
Yuya hem tevbe-i ābıyla anı pāk
Vücūduñ çirklerinden eyleye pāk
Çü śadruñ şerĥ olunca pāk hem
Olur ķalbüñ Ĥaķ-ı esrārına maĥrem
Daħı şerĥ olıcaķ ol cild-i ĥayvān
Gider ķışrı açılur lübb-i insān
İde çün nefy-ile iŝbātı her gāh
Ki diye “Lā ilāhe illa’llāh”
İrerse śadruña çün đarb-ı tevĥįd
Gele taśdįķ ķalbe gide taķlįd
Çü śıdķuñ gelmese her dem saña ger
Sebeb bu mübtedįseñ ey birāder
Saña ‘ilme’l-yaķįn ise irādet
Yaķįn gelene dek eyle ‘ibādet
Gehį śıdķ u gehį kiźb ola kāruñ
Çü olmaz bir makām içre ķarāruñ
Gele ‘ilme’l-yaķįn ķalb evine gāh
Gide geldügi gibi yine her gāh
İrince sem-‘i cāna tevbe telķįn
Dilinden mürşidüñ bulınca temkįn
Olur dilinde dā’im źikru’llāh
Olur göñlinde ķā’im fikru’llāh
Lisān-ı pįri ola her ne dirse
Daħı anuñ göziyle ne görse
Bu denlü kâfîdür fe’fhem diyelüm
Mu’ammâ sorana ebsem diyelüm
Buradan da nefse yol vardır efendim.
Serkeş atlar zapt olunur dizginleri çekilerek
Benim bu azgın nefsim, kimler yola getirecek
Gerçeğe ne ibâdetle, ne okumakla gidilir sâdece değerli bir şeyini kaybetmekle, dert ve musibetle… Terakkî zevkte olmaz ancak belâ ve mihnette… O halde ey tâlip tabîat mertebesinde kurtuluşun çaresi asıl, açlığa sabr eylemektir!
🔑 Nefs-i Emmâre’den geçebilmek için bizim hiçliğimizi ve ancak tecellî edenin Allah olduğunu ilmen de olsa bilmek gerektir.
… Âlemde her şey mertebeli yaratılmıştır. Bir ben vardır bende, benden içeru. Benler vardır benin içeresinde. Benim en üst benim ise onu tanıyan bilen gören “Ben senin Rabbin değil miyim?” denildiği zaman, “Eyvallah” demiş olan ben. Benim bütün hayat mücadelem, o benin içindeki birinci beni elde edebilmemdir aslında. Yedinci beni altıncı benle tanıştıracağım, altıncı beni beşinci benle tanıştıracağım, Nihayet ikinci ben birinci beni tanıyacak. Bu bizde meknuz, bize zaten verilmiş bir şey. Çünkü “Kâlû Belâ” demişiz bir kere. Demişiz ama hiçbirimiz hatırlamıyoruz. Bizden istenilen şey, yeni bir sayfa açmak değil, sadece hatırlamaya çalışmak, zaten var olanı bulup açığa çıkarmaktır.