Ey insanlar! sizsiniz hep Allaha muhtac fakirlersiniz (esmâsı olarak varsınız), Allah ise zengin O, hamd ile öğülecek velînimet O. [Fâtır:15]
El–fakru fahrî ve bihî eftahiru: Fakirlik benim övüncümdür. Ben onunla iftihâr ederim. [Hadîs-i Şerîf]
Len tenâlü’l-birre hattâ tünfikû fermân-ı Hak
Ol sebeb el-fakrü fahrî remzi etti cânı çak
Hâşim’in zikri, El-fakrü fahrî
Bu dem’in şükrü, Elhamdülillâh
“El-fakru fahri” yani “fakirlik medâr-ı iftihârımdır” hadisi mecaz bir söz müdür? Hayır, hem belki onda binlerce izzet ve naz gizlidir. Fakr u zarûrette olanlar zenginlerden çok ziyade azizdirler. Çünkü ihtiyacı, zenginlerin muhtaç oldukları şeyden çok azdır. Zenginlik, kimseye muhtaç olmamak demekse fakirlerin en yüksek zenginlerden olması icap eder. Çünkü zenginin konağı, köşkü, yalısı, çiftliği vesairesi bulunur. Oralarda hizmet edecek adamlar lazımdır. Zengin de o adamlara muhtaçtır. Otomobile binmek için şoför istihdam etmeye, şoför bir yere gitmişse gelinceye kadar beklemeye, hatta hizmetinden memnun olduğu aşçı, işçi gibi kimseleri hoş tutmaya, belki de onlara yaltaklanmaya mecburdur. Halbuki, fakir olanlar bu gibi tecemmülat ve tekellüfât’tan vareste bulundukları için ihtiyaçlarını temin edecek adamlara muhtaç olmaktan kurtulmuşlardır. Demek ki fakr ve zarûrette ma’nevi bir izzet ve ulviyyet mevcutmuş. Lâkin El-fakru fahrî ’ hadîs-i şerîfi ulemâ-yı zâhir’in manâlandırdığı gibi değildir. Erkân-ı İslâm’ın ikisi varlıkla, zenginlikle kâim (zekat, hac) Burada iftihar edilen fakirliğin hakikati, ef’alinde, sıfatında, zâtında kendini Hakk’a tefviz etmektir. Bu efendimizin sahib olduğu makamdır. O halde bize düşen fakirlik, Fakriyyet-i Muhammediyye’de fâni olmaktır.
El-Fakru fahrî’den telezzüz kesb iden güzel âşıklara,
‘Aşka düşen añlar imiş ‘aczini
Fakr içine gizler imiş fahrini
Habîb-i Kibriyâ efendimiz “El-fakru fahrî:Fakirliğimle iftihar ederim” buyurmuştur. Bunun manası; “Hakk’tan başka kimseye muhtaç olmamaklığım ile iftihar ederim. Bende olan her şeyin, mülkün yegane sahibi Rabbimin emâneti olduğunu bilirim, sahiplenmem, kuvvetimle, güzelliğimle gururlanmam” olsa gerektir.
İren fakrıñ tamâmına
Kanar vuslatıñ câmına
Fenâ-fi’llâh makâmına
Ulaşan mahvu’llâh olur
Yokluk mülkünde aşk istiğnası ile şâhız, hazinemiz fakr cevheri ile ağzına kadar doludur:
Şâh-ı istiğnâ-yı aşkız nîstî mülkündeyiz
Gevher-i fakr ile mâl-â-mâldır gencînemiz
El-fakru fahrî, el-fakru fahrî
Demedi mi ol âlemler fahri
Fakrını zikret, fakrını zikret
Mahv u fenâda buldu bu gönlüm
“Fakru fahri” eldedir ferman-ı vahdaniyetin. “Yokluğumla iftihar ederim” sözünü O’nun tevazu icabı “ben yokum” demesi gibi anlama! O söz, kendisinden başkası olmayanın “Siz yoksunuz var olan benim” fermanından başka bir şey değildir.
Nefsini bilen erermiş bir tükenmez devlete
Fakrı fahridir Niyazî bil o devletten garaz
“Nefsini bilen Rabbini bilir” hadisine göre kişinin kendisini bilmesi demek Rabbi karşısında yok olduğunu bilmesi demektedir. “El-Fakru fahrî” hadîs-i şerîfine de uyarak halle, sözle bedenen ve malla bütün insanoğluna emaneten verilen eşyayı Cenâb-ı Hakk’ın mülkü bilip kendimizi fakir ve muhtaç hissettiğimizde “Nefsini bilen Rabbini bilir” hadisine göre Cenâb-ı Hakk’ı bilmiş oluruz.
Bezm-i maârifden seni yok eylemiş bu varlığın
Mahza bu yüzdendir senin canandan ağyarlığın
Öldür şu nefs-i ser-keşi öğren tarîkin barlığın
Yağma edersen varlığın gider gönülden darlığın
Erenler ekseriya ‘ben’ kelimesi yerine ‘fakir’ tâbirini kullanır. Hadd-i zâtında ‘fakîr’ iddialı bir sözdür. Çünkü “Benliğim dâhil her şeyi terk ettim, ne benliğimden ne başka kimseden birşey ümid ettim, ben ancak Allah Teâlâ’ya muhtaç ve tâlibim.” demektir. Derviş bu kemâlde olmasa da konuşurken fakîr tâbirini kullanır. Zîrâ sözler dua gibidir. Bir kişi ısrarla duada bulunsa ve bir zikir üzre azmetse, sebat etse elbet zikrettiğine ve niyâzının neticesine erişir. Yani fakîr, fakîr diyerek inşâallahu Teâlâ o da “Allah’tan gayrıya muhtaç olmayan kişiler zümresine” dâhil olabilir. İnsanda böyle bir hal yoksa övünebileceği, güzel diyebileceği bir hali de yoktur. Ancak bu fakrın sırrına ve zevkine erişmişse, işte o insanın bu âlemde güzel bir sermayesi var, demektir. Allah Teâlâ’ya muhtaç olmaktan daha büyük bir nimet yoktur. Biz ‘elhamdülillah’ derken dahî Allah Teâlâ’ya muhtaç olduğumuzun hamdini ilanederiz. Efendimiz(sav) “El fakru fahrî” buyurarak Livâü’l-hamd sırrını ne güzel işaret eylediler. Fefhem(düşün)
“Fakrü fahrî” sözü düstûr-u esâsiyyendir
Mâsivâ perdesini çâk ederek üryansın
Olmak için, solmak lâzımdır solmak için de soyunmak, varlıktan soyunmak lâzımdır, ol sebepten zikrimiz el-fakru fahrî, erişilen mazhariyeti kendine mâl eden, kaybeder. Malın sâhibini, cânın sâhibini unutma. Boş bir kabsın, dilenmesini bil. Fakîrliğini kaybetme ki Ganî ile olasın.
Çektim el benden, bana benlik veren bildim ki Sen,
Benliğimde kaldığımca zerre rahat etmedim
Zikrimiz el-fakru fahrî yani ne kadar boşalırsan, ne kadar yok olursan o kadar dolar, o kadar varlıktan nasiplenirsin. Hiç bir nesnenin kendine ait olmadığını bilen, herşeyin sahibi olur. İstemenin hakikati istememek; her şey Haktadır zîrâ Hak her şeyi de muhîttir. Gelen gönülden gelir, giden de gönülden gider.
İÇTEN DOĞUŞLAR
– Birinci Velâdetnâme –
“Kâf-u Nûn” sırrını tefsîr edecek Kur’ansın
Cism-i Kürsî’de bir Arş dersi veren irfansın
Kitabın dışta mecâz içte icâz mahzenidir
En büyük mûcize “Âdem” buna pür-îmansın
“Küntü kenz” sırrını fâş etmede mevcûdiyeti
Bu sıfatınla O’nun Zâtına bir ilânsın
“Hâl-i âmâ”yı yıkıp vâcibi izhâr ettin
Kuvveden fi’le çıkan bir eser-i imkânsın
Öyle bir zerre imişsin ki cihanlar meknûz
Katrenin hacmine sığmış sonu yok ummansın
“Sırrı – Levlâk”ı düşündükçe tefâhur eyle
Şu hakîr hâke düşen bir zer-i bî-pâyansın
Nice âlem mütekâsif duruyor vechinde
Zübde-i kevn-ü mekân tesmiyeye şâyansın
Sîretin bulmak için bak nice sûret giydin
Her sâhifende bin eş’ar okunan dîvansın
Zâhiren şimdi “hubût” eyledin arza amma
Sen O’nun mâyesisin sâhibine akransın
Ahsen-i sûret giydin, onu mahcûb etme
“Sidretu’l-münteha” da tahtı kuran sultansın
Kâinatın sebeb-i hilkatısın fahreyle
Cümle esmâ-ı ilâhî yazılan fermansın
Mıknatıstır ebeveyn, cezbeder eflâka kadar
Annen Arzdır, pederin gök, ne büyük ihsansın
Kâh eser, kâh müessîr oluruz nevbetle
Fıtratın tezgâhına sen de bugün hayransın
Hilkatın cümle şüûnunda kemâlat doludur
Neyi nâkıs görüyorsan o kadar noksansın
“Men aref” künhüne ermek bu seferden gâyen
HAKK’ın âyînesisin varlığına bürhansın
Akıbet gübre olup gitmemeğe cehdeyle
Sen ezelle ebede mihver olan bir ânsın
Beşerin ömrü şihâbdır sönüyor sür’at ile
Sen güneş ol ki nûrun ebediyyen yansın
Nefsin idrâk ederek, yârini ağyardan ayır
En çetin harplere sahne olacak meydansın
Bu gazâda sana bir başkası yardım edemez
Bil ki gönlündeki derde yine sen dermansın
Mârifet doğma değildir ölebilmektir esas
Öyle bir öl ki bütün hep diriler kıskansın
Ahdine sıdkını göster ederek teslim-i nefs,
RABB’ine bezm-i Elestten verilen peymansın
Cânı cânâna fedâdan çekinen nâmerttir
Dâvete aşkla icâbet edecek kurbansın
HAKK’a mahrem olanın hakkı şehâdet olmuş
Bu tevekküldeki ulviyet ile giryânsın
Bazı cevherleri ALLAH düşürür hâr eline
EHL-İ BEYT kadrini takdîr edecek vicdânsın
Ağla dehrin yüzüne son kere kundakta iken
Asl’a ric’at ediyorsun ebedî handansın
Şu denî âlemi mektep bilerek dersini al
Olgun ol! Zâhiren âlem seni echel sansın
Tükürüp geç feleğin tükrüğe değmez yüzüne
Bırak ol kahbeye sen ehl-i dalâlet kansın
“Fakrü fahri” sözü düstûr-u esâsiyyendir
Mâsivâ perdesini çâk ederek üryansın
Bende benlikten eser kalmadı ifnâ ettin
Dâimâ gönlümü işgâl edecek mihmansın
Bâdemâ âleme mes’ut kaparım gözlerimi
Çünkü dünyâda beni anlayacak insânsın
“Mâ-arefnâke” deyip kat’-ı kelâm eylemeli
Ne kadar âşikâr olsan o kadar pinhânsın
“Mustafa Hüznî ULUĞ” oldu “hubut” târihin
“El veled sırrı ebih” lâfzına tercümansın
Nefh-i rûh eyleyecek kudreti gösterdin ULUĞ
Bir cesetken beni ihyâ edebildin cansın
01/12/1950, İstanbul
Burada da fakirlik var, buyurmaz mısınız?
ALLAH razı olsun üstadım çok güzel bir yazı tüm yazılarınız gibi…
Rabbim göynünüzün muradını versin…
Huuu