Bir yakaza uyanıklığında


Ey azîzan, ey tâlibân, ey âşıkân gelin imdi dinlen sözüm:
Vasl-ı tarîk; Kurbiyet-i Hak; Âşinâ-ı Rab
Herbiri bir kitâb: açalım fasl-ı bahârı
Bülbül olub oku, gülden nâzik sayfaları

Uykudan bîdâr olup fehmeyle aklın var ise 
Çeşm-i insâna bu dünyâ oldu gaflet perdesi
Mâverâ-yı hüsn-ü hikmet keşf olur her dem sana 
Bak ne suret gösterir seyreyle ibret perdesi

Bir nefesle sayfa çevrilir, perde açılır: Hûûû…

Hadi yüreğim ha gayret
Hele sıkı dur hele sabret
Başını eğme dik tut
Bu bir rüyaydı farzet
🎵
Câhîliye devrimden bir şarkı tutturmuşum, nakaratından bağlamışlar dilimi gönlüme, sımsıkı sıkı sıkı: Bu bir rüyâydı farzet, bunu bir rüyâ farzet: ya gerçekten rüyâdaysam

yakaza_1.jpg

İnsanlar uykudadırlar öldükleri zaman uyanırlar

Rüya gördüğümüzü ancak uyanınca fark edebiliyorsak şu anda evet tamda şu anda rüyada olmadığımdan nasıl emin olabilirdim ki!?

İşte başlıyoruz, hangisi rüya hangisi gerçek, okudukça kendi göğünden kendi başına düşecekler düşünce, sen fark et aslını, neslini!

Büyük yerden küçük yere geldik,
gene büyük yere döneceğiz,
gene döneceğiz,
gene döneceğiz aslımıza
diye sayıklarken gözümü açtığımda, kendimi bu hapishanede buldum, suçum neyse bilmiyorum, aynı hücreyi paylaştığım yanımdaki mahkûm da hırsızmış, mahkemeye çıkarılmak üzere derdest edilip götürülürken kulak şâhidi oluyorum.

Hırsız, kendine ait olmayan bir malı, gizlice çalan, başkasının hakkında gizlice hak iddia eden… ne ayıp diyorum hırsıza, içimden yüzüne karşı…

Bütün bir gün, bir ömrün muhasebesini yapıyorum elbet masum değiliz acaba hangi günahım, içimden dışarı çıktı da buraya tıkıldım. Akşam olduğunda devletlüler gelip hangi suçtan hüküm giydiğimizi söylüyorlar, nefis muhasebesi boyunca sayıp döktüğümüz, bildiğimiz suçlardan hiç biri değilmiş meğer: suçumuz gasp, “gâsip bir ümit” diye kayıtlı adımız hem de cenâbetmişiz!

Başkasına âit bir şeyi zor kullanarak ele geçirmiş, zorla zaptetmişim gûyâ… hırsıza laf ederken, ben de aynı işi alenen yapmışım. Gece sabaha kadar film şeridimizde gasp suçunu yokladık… zâhiren bir kayda rastlanamadı.

Sabahın erken vakitlerinde, mahkemeye için hücremden çıkarılırken bir yolunu bulup gardiyanın elinden fırtıyorum, can havliyle koşuyorum, koşuyorum aydınlığa, koşuyorum aydınlığa… bir taraftan da bağırıyorum avazım çıktığı kadar:

– Ben masumum, ben masumum.

“Masum olan kaçar mı ülen” diye bir çekme takıyor yol kenarındaki zabıta ve yere kapaklanıyorum. Kovalayanlar da üstümüze çuvallanıyor elbet.

Kafayı fena çarpmışım, bayılmış olmalıyım, gözümü bir başka zamanda açıyorum.

Allah seni ümit diye yarattı. Ümit diye yaratılan ne Allah’ın ümidini boşa çıkarır ne de Allah’tan ümidini keser! Âşık-ı sâdıkın asla ümîdi münkati’ olmaz. Ümit, imânın mîyârıdır. Ümit imânı, imân da ümidi çoğaltır.

Gönül kulağımıza, iç sesin okuduğu bu yüce fermân üzerine, karga tulumba eller üstünde götürülürken “ya hu bırakın benim bir suçum yok” dediysek de nâfile, laf anlatmak ne mümkün bunlara.

Sâhi kim bunlar? Bu kıyafetler, bu yüzler sanki bu zamana ait değiller, şehir sanki üçyüz yıl öncesi, devir bir başka devir…

– Dellenme bre, biz emir kuluyuz, derdini kadı efendiye anlatırsın

Çok gecikmeden gelen bir adaletle, Kadı Efendinin huzuruna alınıyoruz:

– Evlâdım Ümit, ümitleri boşa çıkarmışsın! Sana ait olmayan bir mülkte hak iddia etmişsin, kırk yıldan ziyade ömründe ne de çok şey.i sahiplenmişsin öyle!

Bu babacan tavırlar hoşuma gitse de, hemen çözülmek yok öyle, suçumu itirafa hiç niyetim yok:

– Ya hu hangi mülkten bahsediyorsunuz hepsini çalışıp kazandım, ev, araba, yazlık, eh biraz da miras var. Hepsi benim! itirâzım var, en yetkilinizle görüşmek istiyorum.

Sahip olduklarını koruyabilene, varlığını kendiliğinden devam ettirebilene SÂHİP derler Gâsip efendi! diye çıkışıyor tatlı sert bir tavırla Kadı efendi:

– Bu cahil hangi zamanda yaşadığını bilmese gerektir…

diyerek acı acı güldükten sonra saflığımıza acıyıp diyeceğini dedi:

– Bütün mülk, karalarda ve denizlerde hükmü geçen Sultânımızındır biz de O’nun kullarıyız, huzur-u şahanelerine kabul buyururlarsa derdini O’na anlatırsın!

Nîce vakit zindanda bekledikten sonra, bu işin de vakt-i merhûnu tamam olduğunda, Sultânın yüce huzuruna çıkarılıyoruz. Daha kapıdan adımımı atar atmaz, bir feryad bir figan sormayın:

– Sen ayet kitap bilmez misin bre gâfil
lehü’l-mülküssemavati ve’l-ard
tebarekellezi bi’yedihil-mülk

– Yerin göğün mülkü O’nun, mülk, hükümranlık, fiiller âlemi ancak O’nun. Sultan bildiğiniz ise zıllullah yeryüzünde O’nun gölgesi. Nizam O’nun, aleme nizam için kurduğu bu tezgahın başına bizi koymuş, yeryüzünden Allah, insana insandan tecelli eyleye diye!

– Benim kullarıma da zorluk çıkarmışsın Allah’tan reayamsın, gözetip kolladığım halkımdansın, adaletle hükmediriz sizlere… kullarımdan olsan almıştım şuracıkta kelleni, ettiğin gasp suçundan, hem mülkümde ortağım mı var!

– Ya hu Sultânım! Kimsenin malını mülkünü zorla almadım, etmeyin, eylemeyin, insaf eyleyin n’olur gurbetteki ben garîbe!

– Bu vücûd ülkesi, ten mezbelesi nereden senin oluyor da canım öyle istedi diye tutturup gidersin bir ömür burnunun dikine be hey gâfil!

– Fiiller ancak Hakkındır, alemde hüküm sürek Melîk-i muktedîr tektir: Lâ fâile illâ hû, yürü Sure-i Saffât’tan oku!

Orada hazır bulunan hüffâz-ı kuran’dan birisi kelam-ı kadim’den ilgili ayeti okumaya başlıyor:

VAllâhu halekaküm ve ma ta’melun;
“Hâlbuki sizi de yaptıklarınızı da Allâh yaratmıştır!”

Sultan sadakallahu’l azim deyip devam ediyor, bak bunlar da ayettir ehline:
Geymiş suret gezer
Türlü işler düzer

Sen gardiyanla ne kavga edersin o vazifesini yapıyor devletin eli var gözü var, yargılayan, yakalayan sıfatı var o kulumuzdan görünmüşse ne olmuş bu rengimiz!

sultan_kaftan

Kaftansız geliyorsa
yüceliğinden ne eksilir pâdişahın
Duvardaki resimler gibiyiz
Ressamın ışığı vurdu mu
Ancak o vakit parıldarız

Hil’at giyince kaftan içinde herkes tanır Sultanı, iş aba-pûş olunca, eskice libaslar içinde, türlü işler çevirince “Sensin Sultanım” diyebilmekte.

Hem cümle saçlar bir baştan çıkar bilmez misin!

Daha şaşkınlığım geçmeden şehrin uzağından, canımın ta içinden çıkıp gelen, üzerinde yolculuk âlemeti olmayan ak sakalı pir hoca sırtımı sıvazlıyor, zahirde Sultan bile ayakta, sükût bozulur diye titrek nefeslerle, minaresine nur inmiş o caminin şerefesine dayadık can kulağımızı:

Allah, yarattığı kulun, cümle mahlûkun tek sâhibi ve mabûdudur. Kulun her uzvu Allahın irâdesiyle hareket eder, çalışır. Yüreği de Allah için çarpar. Gıdâsını nefesini Hak verir. Hâlık, mahlûkuna tâ rahm-i mâderde iken gıdasını ve nefesini ihsan etmiştir. Ervâh âleminde iken de mânevî gıdası vardı. Âleme nüzûlünde annesinin memesine sütü koyan ve içiren Allahdır. Rahîm’e tecelli, anne bir kabdır ve hizmetkârdır; dadıdır. Rezzâk’a tecelli, babası da hizmetkârı ve lalasıdır. Çocuk, Sahibinin, Hâlıkının lutfettiği, gönderdiği gıdânın kabı olan memeye sarılır. Karnı doyar. Rûh-u latîfi şükreder, uykuya varır. Abd, ezelî ve ebedî hayatını te’mîn eden Hâlıkına kulluk eder. Gayrisi olmadığına göre her el Allaha uzanır ve her avuç Allaha açılır, ve her yürek Allaha dökülür. Ümmîd, ilticâ kapusu tektir; O da Allahındır. Hu meded Allah.

Yâ Rab! Bende zuhur eden tecellî eden lutfundan dolayı beni şaşırtma. Her şeyin sâhibi Sensin, mâliki Sensin, mutasarrıfı Sensin. Bunu bana unutturma. Kendime mâletmek gibi bir gaflete düşürtme. Yâ Rab! Bana, nâçizâne hizmet kapunda Seni memnun edecek, razı olacağın işleri bildir ve onları yaptır. Nefsime ve hislerime hizmet ettirme. Yâ Rab! Mâzîm hicâb, hâlim niyâz, istikbâlim mağfiret olsun. Bunlar da hepsi Senin, ben de Seninim. Kapunda kulum, fakirim, âcizim, mûterifim. Bağışla, affet, merhamet et. Rahmet et; bir nazarla içimi temizle ki nazarın devam etsün. Yâ Rab! Bana kabul edeceğin duâları, münâcâtı öğret; onları yapayım. Hu meded Allah.

….
Böylesi bir niyazla hu hu’lara karışırken aminler,
içinde benliğimi kaybettiğim derin bir sessizlik

Artık itiraza mecalim kalmadı, içimden gelen bu sese teslîm oluyorum, dilimden söyleyen sanki ben değilim artık:

Varlığını say yoğa
Dostun içinden doğa

Fâil-i mutlak, Allah-u Tealâ Hazretleri’dir. Veren, alan, yapan, eden, nimet veren, vermeyen, yaşatan, öldüren hep O’dur, ancak O’dur…

“Fâil-i mutlak benim” dedin eyvallah dedik. Lâ fâile illallah’a zevk ile sarıldık, ezelde mühürlü kitaba şahid olmaya, fiillerini seyreylemeye geldik elhamdulillah, vakit erişti teslim olduk elhamdulillah.

Yazılmış alnına fâilin her ne ise reddi nâ‐kabul
Hüner bu defteri almalı,  hoşça dürmektir
Musaddaktır bu dava ta ezelden mühr‐i hikmette
Cihana gelmekten maksat bu tatbikâtı görmektir

Sultan, yerde kalan sözünü yeniden kaldırıyor:

– Demek süt içme vaktin geldi deli oğlan?

Allah vardır, hem gayrıya yer bırakmayacak denli vardır. Zâhirde öyle gibi görünmeyebiliyor bazı işler. Evvel giden ulularımız kitaptan, sünnetten okumuşlar okumuşlar, hazmetmişler. Koyunun türlü türlü otları yiyip yiyip, hazmedip de, ak bir süt halinde memesinden yavrusuna, kuzusuna süt verdiği gibi… Diken yiyor, ot yiyor, kabuk yiyor, arpa yiyor yiyor. Ama hepsi süzülüyor memeden yavruya zahmetsiz, gayet nefîs, her türlü gıdayı, hayat için, gelişme için tekâmül her türlü malzemeyi ihtivâ eden süt çıkıyor kuzunun ağzına…

Yâni büyüklerimiz öyle yapmışlar. Kendileri nerelerden ne zahmetlerle bilgileri toplamışlar, bize şöyle yap demişler. Biz de hem cahiliz, hem de çocuğun süt istemem dediği gibi istemem diyoruz. Ne yapacaksın? Süte talip olacaksın!

– Peki içelim bu nimetten fakat bembeyaz süte inat yüzümüzü karartan suçlarımızdan nasıl berat ederiz?

– Her şey temiz bir tövbeye bakar sonra aczini, fakrini, yok.sunluğunu bil, Ganî’den dilenmesini bilene fakîrullah derler, O’nun muhtacı olduğunu asla unutma, unutturma!

Var sandığın her şeyini iade et bakalım. En çok sarıldığın canı bile vereceksin hem de! Bir kıl dibi kadar temizlenmediğin yerin kalsa cünüpluğun gitmez, ecnebiliğin bitmez!

Sonra iradeni de teslim et. Kalmayıncaya kadar sende senliğinden zerre miktar!

Benden benliğim gitti,
Hep mülkünü dost tuttu

İşte şimdi gâsıplıktan, zorla el koyuculuktan kurtuldun, cünupluktan temizlendin ve artık kendi kendine konuşuyorsun: fetvâyı kendinden alabilirsin!

Hem bize ölü değil canlı lazım, Zâtın zuhûru bedenle olur. Bu bedeni ve azalarını şimdi emanetçi olarak sana iade ediyoruz artık kul oldun! Sana gördüklerinin sıfat ve esmasına bakmak yakışmaz hep zâtı gör, her işi Zât.en bil!

Her ne gelirse yahşîdir
Zira bu DOST’un bahşîdir

Eğer bu mertebeye geldiysen varlıktan zerre kalmamış olsa gerektir. Gelip geçerken günler bu makamın tecrübesi çok kolay: “Ayağım nereye götürüyorsa oraya gideceğim” deyip iradeyi mülkün sahibine bırakıver gitsin: suyun selin akışı gibi…

Hani Ruh-u cesedül kevneyn, Mirat-ı Hak, Habîb-i Kibriyâ Hazretleri, mübarek develerine işaretle: “O deveyi rahat bırakın, ayağı nereye götürüyorsa oraya gitsin, durduğu yer mescidimizdir” buyurmuştu saadetle, işte öylesi bir sevk-i tabi ile hareket başlar.

Böylesi bir günün sonunda yine zorluklar vardı: Evvelce fiileri, sıfatları O’na verdiğim halde halen nasıl olup da elle tutulur gözle görülür durumda kalıyorum! Tamamen kisve-i tenden, bu cismim belasından kurtulup, incecik zardan sıyrılıp gerçek anlamda ölümü g.özlüyorum.

Böyle geçen günler ancak O’nun varlığı ile var olduğum idrakinde gün.eş saydığım, kendime varlık vermeyip şirkten kurtarıldığım, aynalı günler.

Amma o güneş her zerreye yayılmıştır…

Nereye bakar isem dopdolusun
Seni nere koyam benden içeru

Aynen üzerine güneş vuran bir ayna gibi. Güneş düştüğünde parlar araya perde girdiğinde yok olur, karanlığa bürünür adeta bir ölü gibi olur.

Güneşin aynaya vurup vurması nasıl aynanın elinde değilse bundan sonraki yaşamım da elimde değil kudret elinde, “nahnu kasemnâ” da ne taksim edilmişse O.
O…
Hû…
İllâ Hû…
İllâ Hû.

umutrehberi_umutrehberi.jpg

Tâ nefes kesilinceye dek, yana yana, döne döne Hûûûûû… diyeyerek yakazadan gözlerimi açarken, rüyâ içinde rüyanın sonlarına doğru çağırdı beni bir hâtif-i esrâr:

Bunca yıldır misâfirsin bu tende
Cehâlettir ânı bilmez isen sende
Seni geldiğin yere götürecek, bir ömür aradığın bineğin sendedir bunca yıldır üstünü örttüğün bineğini aradın, hadi gösterdik sana, yâr ile ettiğin ahdi unutma, sonrası senin kırbacına, bineğinin sur’atine bağlıdır, kendi bineğini kendin kırbaçla!

One thought on “Bir yakaza uyanıklığında

Söyleyecek sözüm var...

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.