Hulk-ı ‘azîm


Bismillahirrrahmânirrahîm
Ve inneke le ‘ala hulukin azîm [Kalem:4]
Hiç şüphesiz sen pek yüce, azîm bir ahlâk üzeresin.

mercy

Hulkuna çünkü Hâlik-ı a’zam dedi azîm
Lâyık halâyik eyleye mi hulkuna senâ
[Mevlânâ Sinân Şeyhî el-Bayrâmî v. 1431]
Pek yüce yaratıcı, senin huylarını «pek büyük, azîm bir ahlâk üzerindesin» buyurarak târifini bizzât kendisi yapmışken, yaratılmışların lâyık olduğun şekilde seni medh etmesi ne mümkün…

Hem dahi Kur’an’da öğdü ol Kerîm
Dedi kim sensin “alâ-hulukın ‘azîm”
[Süleyman Çelebî el-Nurbahşî v. 1422]

El-‘AZÎM cellecelâluhû: Kendi esmâ terkibi olarak açığa çıkmış hiçbir mahlûkun, tesîrindeki şiddet sebebiyle azâmetini kavrayamayacağı, aklın ve hayâlin alamayacağı kadar sonsuz, kendisine ziyâde ümitler beslenen, muhteşem büyüklük.

Yâ Rab ne azîmdir bu resîm, hulk-ı azîm hem yâr-ı kerîm…

Meselâ bir fil için “Fil büyüktür” bir dağ için de “bu dağ daha büyüktür” deriz ve göz onun büyüklüğünü çevreleyebilir. Ama yeryüzü, gökyüzü, dünya, güneş, kâinat büyüktür dediğimizde göz onu ihâta edemez. Çünkü bunlar gözlerin göremeyeceği belki aklın künhünü idrak edebileceği kadar büyüklüğe sahiptirler.

İşte akılla bile künhü idrak edilemeyen, bütün büyüklerin ötesinde olan en büyük, her şeyi içten ve dıştan çepeçevre kuşattığından, ihâtası imkansız olan Mutlak Büyük, el-‘azîm olan Allah’tır…

“Hulk-u ‘azîm” sıfatına hâiz olan Yüce Sultân’ın tabiatındaki azamete âgâh olan, hayret makamındaki erlerin manzaranın heybetinden kalbi titremeye başlar, içi içine sığmaz olur, çâresiz dilinden bir salavât dökülür: Gul Allahümme salli yâ ‘azîm ‘ala resûluke’l-‘azîm ve ‘ala alihi’l-‘azîm bi addi azametike yâ ‘azîm

Ey el-‘azîm olan Allâhım, azîm olan resûlüne ve O’nun azîm âilesine azametin mikdârınca salât ve selâm eyle yâ ‘azîm

Ey Habîb-i Hakk kerîm’üş-şân Muhammed Mustafâ
Nâzenîn-i Hazret-i Yezdân Muhammed Mustafâ
Zâtunı meddâh olan ol Hazret-i Hak olıcak
Nîce bilsün kadrüni insân Muhammed Mustafâ
Ümmet üzre ulu minnetdir vucûdun nîmeti
Cümle halka rahmet-i Rahmân Muhammed Mustafâ ﷺ
[Abdulehâd-ı Nûri es-Sivâsî el-Halvetî v. 1651]

RİSÂLE FÎ SALÂTÜ’N-NEBÎ
SALAVÂTULLÂHİ ALEYHİ VE SELLEM

MÜSEDDES KASÎDE
O Hâlik ki yoğ iken vâr eyledi ettik zuhûr
Kendini isbât için cihânı eyledi pür-nûr
Aşk yüz gösterince âlemi bir coşkudur tuttu
Hûb cemâlin şûlesi cihanda karanlığı yuttu
Kim ki O Dost’tan her-dem huzur bulayım der
Ez-cân u dil ber rûh-ı Ahmed salavât ver

Ol Kerîm ki kudretiyle felekleri döndüren
Cümle âfâkı sırlar içinde sarhoşa döndüren
Sırr-ı zâtın kalpte gizledi, aksine kâinat dedi
Huzurunda herkesi çâresiz hem hayrân eyledi
Ey âciz bin cân ile bende ol Muhammed’e el ver
Ez-cân u dil ber rûh-ı Ahmed salavât ver

Acâyib bir arza yaydı manâyı pek derindir
Hazîneyi iste bu hânede ki talep yeridir
Bu dâr-ı mihnet içre rahat mı bulunur
Yârın Hak divânında adın sanın unutulur
Durma oynat dudağını burası sevinçli yer
Ez-cân u dil ber rûh-ı Ahmed salavât ver

Kendi kereminden Hüdâ nice nimet dolu sofralar verdi
Rehnümâ-yı râh-ı Hak olsun için Muhammed’i verdi
Kim O’ndan uzak durursa Allah’a yol bulamaz
Kimin bunda şüphesi varsa onda akıl bulunmaz
Kim ki rûz-i cezâ’da O’ndan şefâat bekler
Ez-cân u dil ber rûh-ı Ahmed salavât ver

Cümle yârân-ı Muhammed, âgâh kimselerdir
Her biri Hak yolunda kılavuz hem yol bilendir
Körü körüne inâd edenlerse gâfildir ya câhildir
Ömrünü hevâya veren sarhoşlar bunu ne bilir
Ne mutlu ferâh gönüllere ki îman içindedir
Ez-cân u dil ber rûh-ı Ahmed salavât vir

Sıddîk gibi sağlam takvâlı kimse yoktur
Hem Farûk gibi temiz tâkî kimse yoktur
Mîr Osman ki O’dur nâşir-i câmi’-i Kuran
İhsânda Haydar gibi bir er bulamaz arayan
İki cihanda başın yüce olsun istersen eğer
Ez-cân u dil ber rûh-ı Ahmed salavât ver

O iki şehzâde, iki şehîd hem merhûm
Şefâatleri makbul, iki maktûl, masûm
O iki kâmil, iki mükemmili bilmemek olmaz
Zîrâ onlarda zerre miktarı hata bulunmaz
O yüce Resul’ü aşk ile sevenlerdensen eğer
Ez-cân u dil ber rûh-ı Ahmed salavât ver

Yahyâ-yı Hâşîmî müflîsdir, öyle bir ameli yoktur
Gece gündüz gam ve keder elinden esâreti çoktur
Dost’un merhametinden başka ümmîdi yoktur
Yâ ilâhî! Kerem eyle taksîrâtı pek çoktur
Az çok demeden cümle muvahhîdi mesrûr eder
Ez-cân u dil ber rûh-ı Ahmed salavât ver

Esrâr-ı hakîkat ma’deni
Gönüller sultânı, bir aşk rehberi
PÎR-İ SÂNİ-İ HALVETÎ
HAZRET-İ SEYYÎD YAHYÂ-YI ŞİRVÂNÎ
Kaddesallahu Sırrahu’l Fettâhî

Ve’s-salavât-ı safîyât ve teslîmât-ı vâfiyât ol hulâsâ-i mahlûkât ve zübde-i mevcûdat hazretine olsun ki tevhîdin yegâne mütelezzîzi O’dur;

O’na yakın olmak lezzet
O’ndan uzak olmak hasrettir
O’nunla yoldaş olmak hayat
O’ndan ayrı düşmek,
Hayat rüyâsında nefisle bir başına kalmak
Ölümün ta kendisidir.

İki cihânın her neresinde bir teşevvüş, karışıklık, bulanıklık varsa
Orada mutlaka Sevgili’nin terkinden bir iz vardır

Ve yine iki cihânın her neresinde güzel bir iş varsa
Orada mutlaka ay yüzlü Sevgili’den bir koku vardır.

O’nu sevenlerin ismini anıp anıp yanışları derecesinde, henüz O’nu tanımayanların gafletleri derekesinde, bekâsı ile kâim, aşkı ile dâim, eksilmeyen bir salât ve selâm olsun
kendinden kendine…

 

Reklam

One thought on “Hulk-ı ‘azîm

Söyleyecek sözüm var...

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.