bu şiiri yazmak için söküp attım pansumanı yaramdan
tam olarak bıçağa kaptırdığım tarafımla sancıyorum al
al bu hayat kiminse billâhi ben yaşamıyorum
al bu hayat kiminse billâhi ben
sarılan bir yarayı fışkıran bir damardan daha çok sevmiyorum
saat kim bilir kaç olacak yine, kaç!
bugün bitip dün olacak gece yine gün olacak
tam ağzını bozduğun tebessümlü bir sıra
parantezler basacak cümlelerimi
peşimizde bağlamdan kopmuş bir gürûh
eğer hakkım olsaydı yağmuru yağdırmaya
bana tufan derlerdi sana ise Nuh!
kaçıp kaçıp sana geliyorum, ne diye?
gidecek bir yerim olmadığından değil
bir yerlere senden gidiyor olmamdan belki de
borç olsak geçirmişiz tarihimizi
çoktan kalkmış bir treni bekliyoruz biletsiz
yabana atılacak şeyler var bavulumuzda
şu havuza çakılırım, şu ummana nefessiz
şu kazanda yakılırım, şu nazarda hevessiz
gitmiyorum diyorsam ve ne kadar gidiyorsam
yüzme bilmiyorsam ve ne kadar yüzüyorsam
şu yüzmediğim suların da cümlesinin dibisin
çok sarhoş olsam dediğim her dakika
şaraba testisiz yakalanmak gibisin
sonra bir süre her yanıma dökülüyorsun – dökül! –
ne önemi var geçmeyen bir izin unutkanlığımız karşısında
zaten kırık bir gökyüzüdür artık mutlu olmanın damı
hayat böyle dımdızlak ortada bırakır işte adamı
ben bir kere görmüştüm çokça cenâzelerde
topraktan gayrısı tortop edip saklamıyor insanı
gözlerin yeter ki sözlerime ilişkin olsun
istersen gövdeme ihanetler sırt sırta yuva yapmıştır
boş bulduğun yere saplan senin de canın sağ olsun
ellerimi ceplerimde kaybedip unutmuşum
ben senin bildiğin dervişlerden değilim
ceplerim ellerimden misli ile büyüktür
ellerimi bir yerde ceplerimle yutmuşum
o kadar yorgunum ki o kadar ki yorgunum
uykumdan çalıyorum uyumak için
ben ölümden gayrı yazmayı bilmiyorum
sen hırkalara bakıyorsun şallara niçin?
havalar ısınıyor yar bahar diye
ölümlü şeylerle avunmamak vaktidir
gözlerin çocukluğumun bozulmamış aktidir
ve üzerime dökülmenin üç kurşunu vardır mavzerimde:
1- dökene kurban olayım.
2- dökülen dökendendir.
3- hiç çıkmasın izin benden.
tam da bu yüzden
dol ya da dökül
şaraba meyyâl bir üzüm gibi serpil
hiç çıkarmasan da üzerinden yine de bil
yine de bil yine de bil yine de bil
onlar hırka değil, pil!
Âşk,
İnsanın kendi ülkesindeki renklerin siliniş seyridir.
Kendi ülkendeki kraliyetini kendi rızânla yıkan rejimdir.
Kendini, sevgilinin ülkesinde yok etme arzûsudur.
Âmma, sevgisiz âşk filiz vermez. Seven ile sevilenin hâlidir sevgi. Seven sevilende, sevilen sevende yok olmadıkça âşk doğmaz. Ülkeler yıkılmadıkça, âşk imparatorluğu kurulamaz. Hızır gibidir âşk. Nerede yıkılmış bir ülke var ise, orada imparatorluk kuran peridir âşk.
Bir kıyâmettir,
Güneşin batıdan doğmasıdır âşk.
Anlatır Fuzûli âşkın seyrini;
Kavuşursan meşk,
Kavuşamazsan âşk olur.
Âşkın kıymeti, uzanıp dokunamamakta, hatta kol kaldırıp uzanamamaktadır.
Âşkın tadı acıdır; içtikçe yakar, sıcaktır.
Kalbe hoşluk, beyne sarhoşluk, ruha ıstırap verir.
Öyle bir ıstıraptır ki o, o acıyı tadan, tatlı aramaz bir daha.
Âşk derdiyle hoşem, el çek ilacımdan tabîb!
Kılma derman kim helâkim zehr-i dermanındadır!
Sorarım Sofulara;
Âşk’ı bulanda
Kalır mı din, kalır mı iman
Âşk’a düşende
Kalır mı sûret, kalır mı gûman
Âşk gözünden bakanda
Âşık mı kalır, Mâşuk mu
Âşık’da ben, Mâşuk’da..
Din’de ben, iman’da..
Leylâ’da ben, Mecnûn’da..
Kadın’da ben, erkek’te..