Ey şûh sen o şi’r-i musaffâ değil misin?
yukarıdan aşağıya bir:
derviş selâmı
هو
vaktiyle
bir âh içine
“Hiçbir şeyi
Kendime âit görmeyecek kadar
Çok şeyim var”
diye bir şiir gömmüş
iç•indeki zengin memeden
emdikçe emmiş
konuştukça
süt zehir olmuş
gözünden damlamış
sustukça
süt bal olmuş
damağını emmiş
Tanrı Dağı’nın ardındaki duman
Göğüs Kafesi’ni geçmeyen
bir dervîş tanımıştım
harfsiz şiirlerinden birinde
şöyle ağlıyordu:
ayaksız geldiğimde
kapıyı açık bulmuştum
…
kafesin kapısı açıkken
uçmayan kuşu
oynuyordum o günlerde
biliyordum kuşlara serbestti
ve henüz bilmiyordum
kafesin sadece
kuşu içerde tutmak için değil
dışardan korumak için de
orda durduğunu
yine “Ben•Siz” şiirlerine
ikincinin duymadığı
cemrelerden birini düşürmüştü
üzerime örttüğü
sessizliğin üstüne
ne söylesem fazla
eksik bir tercüme
olacak gibi ama
nefesi değmişti bir kere
dokunmadan hâmile bırakıp
adına “Rûhummm” demişti
dönüşte bir başka basıyordu ayağı yere
insan neymiş bilince
insan kendine nasıl hitâb edebilirdi ki:
“Ben olan Ben”
diyebildi
usulca başını eğdi ve
elini kalbine götürebildi ancak
“Sus Yâ Alî”
şimdi biliyordu artık
“kutsal ikilik”
ne demekti
ikincisi hiç görünmeyen
nasıl bir sönmez ateş
dinmeyen yel idi
uzansa eli değmezdi
– O’nu gördün mü ey sevgili?
O bir nurdur nasıl göreyim
kendinden başkasını görmedi
kendinden başkasıyla konuşmadı
yatağı soğumamıştı
ve şiiri hâlâ yakıyordu
tutuştukça toprak at
söndükçe üfffle e mi
ey nefesss
biraz esss
bağrım yanıyor
هووو
Hâmiş: Bu hissiyat bu seslerle demlendi, dinleyene iyi gelecektir
Hakikat bağrından bir nidâ imiş
Sesleri gönlüme bir şifâ imiş
Kim dediyse vallahi doğru demiş
🌬Estikçe ateşi ‘kül.l’eyler ben•i
Muhabbetle..:) •♡