Ne kadar hızlı geçip gittiğini fark ettirmeyecek bir hızda geçen “tek bir an” dışında, hayatın tamamen hatıradan ibaret olduğu gerçeğine çarptınız mı hiç? Şimdi geçen şu an hariç, gerçekten hepsi hafızada!
[E. Kandel]
Her ben diyende “BEN OLAN” mutlak bilincin engin aynasında, imgeler ortaya çıkar ve kaybolur…
Gelip giden muhterem geçicilerde sürekliliği sağlayan ise sâdece hafızadır.
Algılanan, öğrenilen şeyleri zihinde tutma ve hatırlama hassası, bellek diye tarif edilen hafıza, maddîdir yâni yok edilebilir, bozulabilir, azalabilir, geçicidir.
Sinir sistemindeki bir bozukluktan dolayı hatırlama, zihinde tutma kâbiliyetinin zayıflaması veya tamâmen kaybolması, bellek yitimi için bu yüzden “hafıza kaybı” deriz.
Yine de böyle dayanıksız temeller üzerine, belirsiz, aralıklı, rüya gibi bir kişisel varoluş duygusu inşa ederiz…
İnanması imkansız gibi görünse de hiçbir şey “bir andan” fazla sürmez. Şeylerin görünürdeki sürekliliği hafızanın bir ürünüdür.
Akış içinde anlık fotoğrafları bağlayan bir AN-I odası var zihinde.
Kişisel hikayelerimizi anlatırken dondurulmuş anlar olan anılarımızdan faydalanıyoruz ya…
Ama işte onların ima ettiği devamlılık yok ki
Sâdece şimdi
Sâdece burada
Sâdece olan
Hafızayı silip atsak ben sandığımızdan geriye ne kalır?
Senliğinden ben çıkınca herkessin işte…
Bu varmışız hissi, insanı zamana inanmaya götürüyor, aldanış da burada başlıyor.
Oysa gerçek kimliğimiz olan farkındalık tamamen anlıktır. Bize süreklilik yanılsamasını, ayrı kişi kimliğimizi veren işte bu hafızadır.
Diyeceğim o ki bu varlık komasında, hafızanın müthiş bir dolabı var çevirdiği…
Nasıl mı?
Hafıza, gündüz rüyaları esnasında “süreklilik ajanı” rolünü oynuyor.
Bu süreklilik hissine bir kez kapıldığında filme de takılmış oluyorsun, devam eden işim, ailem, kariyerim; artık bırakamazsın!
Dikkat et geceleri rüyalarda bir süreklilik hissi yoktur, anlık görüntüler, başı sonu belli olmayan belli belirsiz bir akış…
Bu yüzden gece rüyalarının çoğunu hatırlayamazsın!
Hafızaya bağlanmadığı için de sana kısa gibi geliyor, gündüz hafıza bağlayınca daha uzun, hâliyle de sürekli sanılıyor.
İşte meditasyon, ibadet denilen günlük pratik uygulamalar burada devreye giriyor.
Gündüz rüyaları içinde, sürekliliğin buluttan zincirini kırıp her anın taze kalması için hafızayı devre dışı bırakmaya yardımcı oluyor.
Yani hafıza dolabı, geçici bir zemin üzerinde kalıcı bir ben kişiliği inşa ediyor, sizce de komik değil mi?
Ama andaki aşkın akışı, bu aldanış hikayesinin canına okuyor işte…
Çünkü aşk nedensizdir!
Ne mi yapalım?
Ne bileyim ben…
Ama gün içinde durduk yere olan nedensiz şeylere, sana göz kırpan o renge, belki bir kuş sesine kulak veresin güzeller güzeli, aşka davettir onlar…
Yağmurun sesine bak
Aşka davet ediyor
Evet hafıza, hayatın sürekli görünmesini sağlayan şeydir. Bununla birlikte, beden, zihin ve dünya gerçekten süreksizdir. Onlar sadece sürekli olan şey üzerindeki anlık görünüşlerdir ve gerçekte hiçbir şey göründüğü gibi değildir.
Kendiniz hakkında bildikleriniz, kendiniz hakkında hatırladıklarınızdır.
İsterseniz kendinize bir dakika ayırın ve şöyle bir kontrol edin:
Ayrı “kişi” olarak adlandırdığınız şey, hafızadaki hatıralar demetinden, alışkanlıkların koleksiyonundan başka nedir ki?
Sürekliliği olmayan bir hayatta, kişiliğin nasıl sürekliliği olabilir ki?
“Halk-ı cedîd” ile yoğu var gösteren bu rüyâ, her an tazelenip durur.
Bu fâniliği de sabit bir fikir bilip tutunamayız zira geçicilikte hiçbir kavram tutunamaz.
İşte tam da bu yüzden “bilmemeye” teslîm olmak hakikattir. Mutlak olanın mukayyed olamayacağı, bilinemez olarak kalacağı gerçek ta kendisidir.
Çünkü ebedîyetin huzurunda dağlar, bulutlar kadar geçicidir.
Eveeet bu kadar geçici görüntü yeter, şimdi burada pek çok söz aktıysa da sakın onları da hafızada tutmayınız!
Sâdece olana açık olarak, mayalı sözlerin zihninizden geçmesine ve gerçek kaynaklarına dönmesine izin verin yeter…
Çok teşekkürler nâcizâne harika yazılar için..