Adına öylesine ‘yaşama’ dedikleri zihinle ‘düşünme’ ve bedenle ‘zevk alma’ makinesini durdurmaya geldim; yalnızlığın yettiği bir noktaya yettim
[D. Kerouac]
Bütün deneyimler beden
Bütün bilgiler zihin için
Beden-zihin sınırının ötesinde, rüyâsız derin uykuda da varsın değil mi?
– Bu meydanda ilk kez huzurunuzdayım. Burada ne öğretiyorsun?
Tek bir numaramız var:
“Islanmadan suda nasıl durulur?”
Ben bedenim:
Öyleyse her beden kendi unsuru olan suda ıslanır
Ben zihinim:
Öyleyse her zihin kullandığı bedenin suda ıslanacağını düşünür
Olanların farkında olana ise dokunulamaz.
– Usandım artık ne vakit uyanacağım?
Tavuğunu ikiye bölmeyi düşünen bir adam gibisin.
Hem etinden hem yumurtasından faydalanmak için, bir yarısını yemek, diğer yarısını da yumurta için tutmak isteyen bir adam…
Kişi-birey-şahıs asla uyanamaz
Oysa hazır OLAN her zaman uyanıktır
-Bir ömür çabaladımsa da bir arpa boyu…
Nasıl ki bir cisme çarpan güneş ışığı bir de gölge yaratır, kendi âletinin formuna çarpan bilinç ışığı da özünde gölge olan şeyi, ayrı görünen “benliği” yaratır
Bir gölge ne için çabalayabilir?
Bir ateş resminde yemek pişirebilir misin?
– Peki acaba hangisi daha üstün: madde mi zihin mi?
Mekan dışgörüdür; ayrı sanılan şeyler arasındaki mesafe uzaysaldır. Zihin ise içgörüdür; ayrı sanılan olaylar arasındaki mesafe zamansaldır.
Sanal uzay-zamanda geçen bu yalan, dünyanın göründüğü “ekran” ancak bilinç ışığı ile bilinebilir.
Birden fazla şey yok ki şeyler arasında mesafe olsun. Başlangıcı olmayan tek bir an hiç bitmiyor ki ayrı olaylar arasında mesafe olsun.
Ama zihin gözlüğü takıldığında, dünya-mekan-zaman yanılgısının görülmesi de gerçeğinin fark edilmesi için zemin teşkil ediyor.
Gerçeğini ayırt etmek için “sahtesi” yâni aslının ne olduğunun anlaşılması için “görüntüsü” şarttır.
– Efendim, düşüncelerim sessiz kalmamı imkansız kılıyor. Kendimiz güçsüz hissediyorum. Ne tavsiye edersiniz?
Serçenin güzelim şarkısını duyuyorsunuz. Kafanın içinde beliriyor. Yine de şarkının senin olduğunu iddia etmiyorsun değil mi?
Neden kafanın içinde görünen düşüncenin senin olduğunu iddia ediyorsun ki?
Durmaksızın geçen arabaların vızıltısı, ağaçların arasından geçen rüzgar ya da uzaktan duyulan belli belirsiz bir köpek havlaması gibi, gürültüden ibaretmiş gibi bir tavır takının düşüncelere…
“Bunlar BENİM düşüncelerim” diye kanmadığınız sürece zihnin üzerinizde, etkisi sıfırdır ha uzaktan gelen serçe sesi ha içerdeki kafa sesi di mi ama!
Düşünceler sandığın gibi değil; gökyüzündeki bir bulut gibi sadece görünüştür. Dikkatini çekmesine gerek yok.
Hem düşünce dediğin analitik-kritik bir süreçtir onlar daha çok kafa sesi! İlgini, dikkatini ve enerjini akıtarak beslemezsen, duyulmazlar.
– Üstadım, “uyanma” denilen şey nasıl gerçekleşir?
Bir neyzen ve üflediği enstrümanı olan neyi düşünün…
Neyzenin nefesi evrensel, o nağmeleri duyurmak için kendi elleriyle tasarladığı ney, kapasitesi, sesi, rengi ve biricik özellikleriyle nesnel.
Şimdi ve burada, öznel bilinçli yaşam enerjisi, nesnel enstrümanına karışıyor.
Ve ney, kendisine üflenir üflenmez diyor ki ‘Bu benim bedenim, bu benim sesim, ne dilersem onu çalarım”
İşte bu karışıklık çözülmeli, ancak bu da herhangi bir kişi tarafından yapılamaz.
Böylesi bir çözülme aydınlanma olarak kabul edilebilir.
– Kişi uyanamaz deyince kafam karıştı. Benim “uyanmak” gibi bir amacım olmamalı mı?
Uyanabilen her şey tekrar uyuyabilir. Hiç uyumamış olanın farkına varmak, ömür kafesinden çıkmak için gerekli olan tek şey!
– Sizi çok seviyorum. Size lâyık olmak için ne yapabilirim?
Bana layık olmak, gerçekten ayrı olmamak, anda olmaktır. Anda ikinciye yer yok; bu da ancak bireyselliğin ölümü ile sağlanabilir vesselam.
Eyvallah