Açık Sır 6


Yalnızca zihnin kendi soyut kavramlarına nasıl da yapıştığını görerek, formdan bağımsız mevcudiyet olan gerçek doğamıza, her zaman mevcut ve zâten boş, engin farkındalığın varlığına, ayrılmadığımız cennete uyanabiliriz.
[Adyashanti]

Eğer bedenle ve onun hikâyesiyle özdeşleşmezseniz ve size sezgi ve mevcudiyet hissi veren o canlandırıcı bilince yani kim olduğunu bilmediğiniz “Ben olan ben’e” sımsıkı bağlı kalırsanız, tam şu anda huzuru ve tam özgürlüğü bileceksiniz.
[R. Balsekar]

Mevcûdiyet

Bir şeyler olmasını beklemediğinizde, kendi varlığınızın kaynağına doğal bir batma ve derinleşme olur. Çok sessizdir ve ancak o zaman varlığı hissetmeye başlarsınız.

Tanımı gereği sınırlı olan her tanım yetersizdir ama, öyle de olsa aydınlanma kendi özellikleri bakımından tanımlanabilseydi, koşulsuz sevgi, herkesi kapsayan şefkat, dinginlik ve sebepsiz bir neşe olarak görürdüm.

Zamandaki varoluş, bu niteliklerin yalnızca bir yansımasıdır ve ayrı kimliğime olan inancımı sürdürürken ve bu benliğe yatırım yapmışken “Ben” sadece bu niteliklerin anlık bir yansımasını ifade edebilirim ve asla zuhurdaki yansımanın kendisi olamam.

Kim olduğumu bilmesem de hiçliğin farkındayım.

Bununla birlikte aydınlanmanın başka bir özelliği daha vardır, o da benim zamansız doğal hâlim ve benim yanıltıcı ayrılık hissim arasında köprü oluşudur.

İşte bu özellik mevcudiyettir. Varlık bizim değişmez doğamızdır ancak çoğu zaman bir beklenti, motivasyon veya yorumlama hâliyle, yapışarak akmaya çalıştığımızdan onu kesintiye uğratıyoruz.

Neredeyse hiç evde değiliz. Özgürlüğümüzü yeniden keşfetmek için bu projeksiyonları bırakmalı ve varlığın akışının “her an her şey olabilir” genişliğindeki mevcudiyet olasılığına izin vermeliyiz.

Onun gerçek keşfi ya da bizim ona erişimimiz, deneyimin türünden bağımsız olarak ancak anda olanın tâ özüne inerek yapılabilir.

Bu, kendiliğinden canlılığın bulunduğu ve bilinmeyeni açık bir kabul ile karşılayabildiğimiz yerdir.

Sâdece burada, basitçe ne olduğuna dâir mevcut farkındalıkta, sahte benlik illüzyonundan özgürlük olabilir, onun “cilâlı imaj devri” sona erebilir.

Güçlü hislerle yaşamak, zamansız varlığın harikası için her şeyi bırakmaktır. Buna izin verecek kadar cesur olduğumuzda, birdenbire her şeyin tek kaynağı olduğumuzu yeniden keşfederiz.

Varlık, basitçe olana adanmış, olanı hoş karşılayan, açık bir farkındalığın özelliğidir.

Akan suyun sesi, çayın tadı, korku hissi veya bir koltukta oturmanın ağırlığı ve dokusu, olan her neyse… Hâlâ deneyimlerin farkında olan biri olabilir.

Ve sonra farkında olanın gitmesine izin verilebilir artık geriye kalan tek şey mevcudiyettir.

Bütün bunlar hiç yargılamadan, analiz etmeden, sonuca bağlamadan ya da bir şey olma arzusundan uzaktır.

Karmaşa ve beklenti yok. Sâdece olan var.

İlk başta, olana adanmış farkındalığa izin vermek yeterlidir. Farkında olanın da gitmesine izin verme yolu kolayca izlenebilir ama asla tamamlanması gereken bir görev değildir.

Ben mevcudiyeti, varlık olmayı ‘yapamam’ çünkü mevcudiyet, varlık benim.

Bu yüzden öğrenecek bir süreç yok çünkü zaten olduğum bir şeyi öğrenemem ya da başaramam.

Varlık tamamen zahmetsizdir ve bana benden yakındır.

Gerisine ancak kendi izin verebilir ve bilinmeyi murâd ettiğince zuhûr edebilir.

Çoğu zaman yapmaya meyilli olduğum şeyler, yolu uzatmak veya akışı kesintiye uğratmak olur ki yine bu da o sahnede olması gerekendir, yerli yerincedir.

Şahsının henüz hazır olmadığı manâları örtmesi de (Es-settâr) O’nun şefkatindendir.

Varlık olmasaydı mevcudiyet olmazdı.
Ben varlığım ve sen varlıksın.
Eğer mevcudiyet olmasaydı, varlık olmazdı.

Varlığımız bilinen veya bilinmeyen her şeyin kaynağından geliyor ve biz buyuz. Kendi eşsiz yaratılışımızın tek kaynağı biziz.

Bir olan varlıkta birliği hissedebiliriz veya ayrı kalabiliriz. Olanı kabul edici bir açıklık olabilir veya manipülasyona yatırım yaparak ortalığı karıştırabiliriz.

Olanın olduğu gibi olmasının süregelen basitliğine izin veren bir karşılama olabilir veya basitçe ne olduğu merak edilebilir, olmadı beklentilerimizin sınırlamaları tarafından hapsedilebiliriz. İşte bütün bunların ve daha fazlasının hepsine izin veren bir özgürlük…

O kadar inanılmaz özgürüz ki bağlı olduğumuzu bile hayâl edebilir, buna inanabilir ve böylece bir ömür sürebiliriz.

Varlık, karanlıktaki ışıktır. Bu atomiktir. Bir varlık ânı, dünyaya bin yıllık “iyi işlerden” daha fazla ışık getirir.

Varlığında tüm eylemler düzenli ve kusursuzdur. Sâkinliğinden doğan kendiliğinden bir akıştır.

Ancak varlığa izin vererek bir tür ölümü kucaklarız.

Ölen, tüm beklenti ve olma çabasıdır. Ölen, yalnızca geçmişin ve geleceğin, hafızanın ve beklentinin yanıltıcı dünyasında işlev görebilen ayrılık malzemesidir, sahte-kimlik duygusudur.

Çünkü basitçe anda olana girersek, bir bilinmezlik yurdunda olduğumuz görülecektir.

Varlığın kucaklaması işte böyle bir ölümdür. Ölen şey, bireysellik rüyasıdır.

Bıraktığımız şey, ayrı bir varlık olduğumuz hissi… Kendimizi bütünün bir parçası sanmamız ve dâimâ “bir parça” olarak devam etmemiz gerektiği hissi…

Ve bu bırakışla, tüm ölümün k özgürleşmenin yeniden doğuşu olduğunu görmeye geldik.

Çünkü varlığımıza açtığımız kapı, birliğe girme olasılığı, gerçekte ne olduğumuzun yeniden keşfidir.

Bu, bir zamanlar kesişen ve her nasılsa artık görünmeyen, ayrılık ve aydınlanma dünyası arasındaki köprüdür.

Varlık olduğunda benlik artık yoktur. Sonlu ve sonsuzun düğümlendiği, yaşayan bir paradoksun üzerinde duruyoruz ve süreklilik akışından, özgürlüğün gün yüzüne çıkmasına izin veriyoruz.

Bu, apaçık sırrın:
“Ey gelip gitmesi olmayan, hoşgeldinler olsun sana”
ile karşılanmasıdır.

Varlık olduğunda farkındalık vardır ve bu, karanlığı delen ışıktır. Işık karanlığa girer ve birliği kesintiye uğratmış gibi görünen o yanılsamaları dağıtır; Musâ’nın asâsı sihirbazların sahte yılanlarını bir bir yer ve kendine dahil olduklarını hatırlatır.

Farkındalık bölmez veya bastırmaz ve böylece gerçek olmayana da enerji verir. O sâdece olanı görür, sahte ve hayâlî olanın buharlaşmasına izin veren ışığı getirir.

Şimdiki zamanla bütünleşemeyeceğimiz hiçbir durum yoktur. Bu ne harika değil mi? Tekrar söyleyeceğim. Varlık her durumda mevcuttur ve onun doğal rengi, asli karakteri olan özgürlük zâten sürekli olarak mevcuttur.

Allah, kuluna kâfi değil mi?
[Zümer:36’dan]

Her gün yanında olmak için yeterlidir…

Acı, korku, araba sesi, ağaçlardan esen rüzgar, sandalyedeki bedenim, parmaklarımın arasında bir kalem, ızdırap, alışkanlıklar, bolca kendini yargılama, suçluluk, yürüyüş, peynirin tadı, aceleci davranmak, tembel olmak, kontrolde olmak ve varlığın üretken ve kullanışlı olmadığında, ve benim “ruhsal” bir şey yapmam gerektiğinde ısrar eden mürşîd zihni, kahya benlik…

Mevcudiyet, nerede olursa olsun varlığın akışı olan hayatın herhangi bir yerinden parlayabilir.

Hikayemin özellikle bir yönüne ışık tutmaya çalışırsam, hayatın ve doğuştan gelen bilgeliğimin bana sunduğu fırsatların doğal akışını ve karşıt denge noktasını bozmuş olurum.

Çünkü mevcudiyet bir görev değildir ve benim iradem tarafından kullanılamaz.

Dua ya da günlük meditasyon, ruhsal bir egzersiz gibi ya da bir yere ulaşmak için bir araç değildir.

Sınır kabul etmeyen doğal hâlimize ulaşmak için fazladan her çaba sâdece yorgunluk getirir.

Varlık her şeyi kapsar ve kendi ödülü yine kendisidir. Bir yere varmaya çalışmıyorum ve eğer öyleysem zaten onu yarıda kestim.

Oysa mevcudiyet olduğunda, bütün varlık onun kucağında gevşer.

Dalga ne yapsa okyanusun kucağında olduğunu anlayınca bir kere artık soru yok ve çabalamak yok.

Zihin tahttan kalkar, beden gevşer, nefes dengelenir ve algı küreselleşir.

Asla gelmeyen ve asla gitmeyen şeyde, dışı olmayan kendi içimde dinleniyorum.

Varlık olduğunda tam bir yakınlık vardır ve duyular daha önce bilinmeyen bir dereceye kadar yükselir… Masumiyetle görür ve dokunurum, ilk kez tat ve koku alırım, taze gelen ve bilinmeyen yeni bir ses duyarım, hayat bağışlayan bir nefes…

Varlıkta ince bir risk ve dinginlik hissi vardır. Bu hem ilk hem son adımdır.

Zamanın ve kimliğin ötesine geçer ve ne olduğumun keşfinin anında ve doğrudan erişilebilir kılındığı zemini sağlar.

Varlık olduğunda, yanıltıcı olan her şey kaybolur ve geriye kalan gerçek, çok güçlü hayâti hisleriyle capcanlıdır.

Hayat dolu ve tam… Benim hayatım değil, kimsenin hayatı değil, sadece varlığın akışı olan hayat.

Varlık, cenneti, göğü yere indirmez veya yeryüzünü göğe yükseltmez. Zâten ne varsa hepsi birdir.

Yukarda varsa aşağıda o
İçerde ne varsa dışarda o

O’dur evvel âhir hem bâtın zâhir…
[Hadîd:3’ten]

SIR AÇIKTIR
SERÎ HÂLİNDE DEVÂM EDİYOR…

Söyleyecek sözüm var...

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.