Hayatlarımız şu ya da bu şeye dâir korkularla doludur ama bunların hepsi sahip olduğumuzu düşündüğümüz benlik ve onu korumakla ilgilidir. İroni, öyle ayrı bir benliğin olmamasıdır.
[W. Hsin]
“Yüce ve Sonsuz Ben” olan zâtı ile, sonsuzluğun bir dakikasının tadına bakan “sonlu şahsı” arasında, en ufak bir ayrım bile yaparak yaşayan her canlı, her zaman korkuya maruz kalacaktır.
[S. Muktananda]
KORKU
Gerçekte kim olduğumu anlayana kadar, hayatım büyük ölçüde korktuğum şey tarafından yönlendiriliyor.
Bir başlangıca ve bir sona olan inancımı doğuran, bu korkum olabilir.
Hayatta kalma içgüdümü tâze tutan ve devâm ettiren şey kendimi kaybetme korkumdur ve en çok özlediğim ve korktuğum şeyse benliğimin yokluğu…
Zayıflıktan korkarak kontrol etmeye çalışırım, yakınlıktan korkarım mesafeli olmaya çalışırım, boyun eğmekten korkarsam baskın olmaya çalışırım ve sıradan olmaktan korkarsam özel olmaya çalışırım.
Korkabileceğim şeyler sonsuzdur çünkü eğer bir korkum aşılırsa yerine başka bir korku koyabilirim.
Mevcut farkındalık varsa, korku açıkça bir soyutlama olarak görülür… Hâfızanın planından doğan bir gelecek kaygısı.
Korkuyu doğuran hikaye bırakılırsa, bana kalan tek şeyin ham ve canlı bir fiziksel duyum olduğunu keşfederim. Artık korku, beni istilâ etmeyi bırakıyor ve sessizce vâroluştaki yerini alıyor.
Korku, fiziksel veya duygusal acı ile aynıdır. Ona yapışmayı, onu sâhip olmayı bıraktığımda, kendimi onun esaretinden kurtarır ve onu olduğu gibi görürüm.
Acı çekmeyi “benim acım” ve “bu kötü” olarak etiketlemeyi bırakırsam, ona sadece belirli bir formu olan enerji olarak izin vermem mümkündür ve işte o zaman, beni derinden varlığa götürebilecek kendine has bir aroması olan, bir yol olduğu anlaşılabilir.
Acı çekmenin doğası, bana başka bir olasılıktan derinden bahsetmesidir. Zevk peşinde koşarak ve acıdan kaçınarak bu olasılığın temel kökünü ikiye ayırıyorum.
SUÇLULUK
Sadece bana öğretilen veyâ kendim için inşa ettiğim bir dizi inanç sistemine dayanarak “kim olduğumu” yargılarsam kendimi suçlu hissedebilirim.
Kendi inşa ettiğim inançlarım sâdece zaman içindeki geçmiş deneyimlerimden kaynaklanabilir.
Bu kavramlar, bir hedefe doğru bir yolculuk, arınmaya giden bir yol fikriyle bağlantılıdır.
Mevcudiyette oluş, varlıkta bir “olma” yoktur, bir amaca hizmet etme, bir hedefe bağlılık yoktur.
Değerli olmak için artık herhangi bir standarda ulaşmam ya da belli bir şekilde davranmak zorunda olmadığımı görüyorum.
Enerjimi “suçlu hissetmek” ve bu yanıltıcı duyguyu yatıştırmak için harcarken, özgürleşme olasılığını inkar etmeye devam ediyorum.
Günah veyâ karmik döngü dramının, “kim olduğumun” yeniden keşfinden tam manâsıyla kaçınmayı güçlü bir şekilde gizleyebilen bir zevki ve câzibesi vardır.
Aslında yaptığım şey, kesinlikle her ikisinin de ötesinde olandan kaçınmak için doğru ya da yanlış hakkında yanıltıcı bir konsepte yatırım yapmak.
Varlıkta borç yoktur çünkü vâdesi gelecek bir tarih yoktur.
Herhangi bir durumda ya kendimi ayrı hissederim ya da bir mevcudiyet hissi var.
Ayrılık hâlinde, ne yaparsam yapayım bu mesâfe kapanmaz. Varlığın bütünlüğünde ise ayrı benlik artık yoktur ve sadece vâr olan vardır.
Her iki durum da tam ve eksiksizdir. Her ânın ödülü, kendisidir.
Sâdece şimdi ve burada olan… Oradaki ve sonraki gitti. Ödenecek, devam eden borç kalmadı.
Yaptığımız veya olduğumuz her şeyi ölçmek, hesaplamak, karşılaştırmak için, sürekli olarak acımasız yargıcı çalıştırırken, kendimizi yalnızca yansıttığımız bir tanrıyı yatıştırmak, iknâ etmek için bir mücadele, suçluluk ve ıstırabın varlığına hapsediyoruz.
Sadece biliş veya bilmeyiş vardır. Eğer anlayamazsam göremem ve karanlık sâdece karanlıktır. Ne doğru ne de yanlış.
Bütün bu kötü ya da iyi, orijinal günah, karma ya da her türden borç kavramları, zamana kilitlenmiş uyanmamış bir zihnin ve bir baba, anne ve benlik duygusunun sürdürülmesi ve pekiştirilmesinin yan ürünleridir.
DÜŞÜNCE
Benim düşüncem zamanı yaratır ve zaman da düşüncemi yaratır.
Zaman içinde, düşünmeye devâm ederek yanıltıcı benlik kimliğimi ve ayrılık hissimi koruyorum.
Düşünüyorum… Öyleyse “ben” devam ediyorum.
Zaman içindeki düşüncem, esas olarak, kavrar ve böler, sürekli olarak doyuma veya belâya doğru ilerleme fikirleri üretir. Düzeni bozar ve düzenden söz eder, vaatlerde bulunur ve yıkımdan söz eder.
Zaman düşüncem, “kendim” dediğim bir yerden bir hatıralar ve yansımalar denizi üzerinde ileri geri hareket ediyor.
Zihnim, sınır koyma ve sınırlardan kurtulma arasındaki kusursuz dengeyi korurken, görünen ve görünmeyen varoluşun her noktasında “gerçek hayat” arayışı içindeyken sadece bakanı keşfetmeye hasrettir.
Hiçbir düşünce bana “kim olduğumu” söyleyemez.
Ama ince bir anlayış beni o nehrin kıyısına dek götürebilir.
Sâkinlik düşünmemekle sağlanmaz. Dinginlik kesinlikle düşüncenin varlığının veya yokluğunun ötesindedir.
Huzur için savaşmak, sessizlik için bağırmak gibidir sâdece istenmeyen şeylerden daha fazla yaratır.
[D. Schmidt]
Kendimi hareketsiz tutamam ama hareketsiz gibi görünen şey görüldüğünde, bu görüş dinginlikten doğar.
Yaratıcı düşünce korkunun olmadığı, ikincinin kalmadığı bir dinginlikten doğar.
Ama ya düşünmenin ötesine geçersem, “neredeyim ve ben kimim?”
Öyle ya, “Ben-im” dediğim her neyse düşünceden önce orada hazır bulunmalı ve düşüncenin geldiğini görmeli ve her geçen gibi o da geçtiğinde yine orada kalmalı ve gidenleri fark etmeli değil midir?
SIR AÇIKTIR
SERÎ HÂLİNDE DEVÂM EDİYOR…