Biz ayrılamayız


Düşünmekte ve hareket etmekte özgür gibi görünsek de gökteki yıldızlar gibi ayrılmaz bağlarla bir aradayız. Bu bağlar gözle görülemez ancak pekâlâ hissedilebilir.
[N. Tesla]


Evren bir nesneler topluluğu değil, hiçbir bileşenin bütünden bağımsız olarak gerçekliğe sahip olmadığı, titreşen enerji kalıplarının ayrılmaz bir ağıdır. Bütünün içinde gözlemci de vardır.
[P. Davies]

Ayrılmazlık ne değildir?

Ayrılmazlığa daha derinden bakmadan önce, bizi aşırı bakış açıları ve inançlar arasında tutsak tutan bazı yaygın tuzaklardan bahsedelim.

1. Ayrılmazlık, “Mutlak Birlik” deneyimine sahip olmak ya da onun peşinden koşmakla ilgili değildir.

Ayrılmazlık, gelip giden mistik bir deneyim değildir. Basitçe, hayatın ayrı nesnelerden veya deneyimlerden oluşmadığını görmeye geldik.

Ayrılmazlık, belirli bir deneyime sahip olmakla da ilgili değildir. Kısa mistik deneyimler ya da ezici sevinç, mutluluk ya da “bir olma” deneyimleri açığa çıkabilir.

Burada bahsettiğimiz özgürlük, tüm deneyimlerin -ne kadar derin ya da sıradan olursa olsun- geçici olduğunu ve bu çeşitli deneyim akışını sahiplenecek bir “Ben” kavramı olmaksızın, gelip gittiğini ortaya koymaktadır.

Bu görüşte, sükûnet ve temkîn kendini gösterir. Artık hayatın sâdece belli bir şekilde ortaya çıkmasını “aramadığımız” için doğal bir zihinsel ve duygusal denge yaşarız.

Görüyoruz ki hayat, “olduğu gibi” şimdiki ânın şeklini alıyor. Tüm deneyimler memnuniyetle karşılanır ancak hiçbiri, benlik duygusu ya da başka bir nedenle tutulmaz, bir hikâyeye bağlanmaz.

Yoğun ruhsal deneyimler, farkındalığın tanınmasına yol açıyor gibi görünebilir; bununla birlikte, ayrılmazlığın sürekli olarak tanınmasının garantisi değildirler.

Bu türden manevi deneyimler genellikle “aşırı” vurgulanır. Tekrar tekrar bir deneyimin anısına geri döneriz veya gelecekte yine böyle bir deneyim ararız.

Kimliklerimizi, bir hikayeye yerleştirdiğimizde sükunet bizden kaçar çünkü belirli deneyimleri elde etme ve diğerlerinden kaçınma arzusuna bağlı kaldığımızda sürekli “arayış” ortaya çıkar.

Mutsuzluk ve mutluluk “arayışı” birbirinden ayrılamaz.

Birçok insan, yoğun bir birlik, ışık, sevgi veya mutluluk deneyimine sahip değildir. Bunun yerine, onlar ayrılmazlığın çok daha incelikli ve kademeli olarak tanınabileceğine tanıklık ediyorlar.

Daha önceki ruhsal deneyimlere geri dönüyorsanız, bu deneyimlerin artık yalnızca “hatıralar” olarak ortaya çıktığını fark edin.

Benzer şekilde, hiç birlik deneyimi yaşamamışsanız ve gelecekte bir deneyim yaşama arzusu ortaya çıkarsa, gelecekteki bir deneyim fikrinin şu anda farkındalığa ayrılmaz bir şekilde görünen, yalnızca zihinsel bir imge, bir düşünce olduğunu görün.

Bu görüşte, bir zaman hikayesinde yaşayan ayrı bir “ben olma hissi” artık körüklenmiyor. Ayrı kişi, bu düşüncelere inanmaya devam ederek sürdürülen (mind-made) bir kurgudur.

Geçmiş veya gelecekteki deneyimleri vurgulamak, “bağımlı bir zihniyet” yaratabilir. Tıpkı bir bağımlının geçmişteki zirve haz noktalarını yeniden yaratmaya çalışması veya bir sonraki veya nihai zirveyi bulmaya çalışması gibi, arayan kişi de ruhsal deneyimler arar.

Benlik merkezi, aydınlanmanın veya ikili olmayan vahdet boyutunun, sahip olduğu veya sahip olmadığı bir “deneyim” veya ayrı bir “şey” olduğuna inanır.

Daha sonra, aradığı şeyden ayrı hissederek bağımlısı olduğu uyuşturucunun daha fazlasını aramaya başlar. Gelecekte ne kadar çok ararsak, şimdi o kadar çok “eksiklik duygusu” yaşarız ve bu da daha fazla aramayı besler.

Çözüm her zaman aynıdır: farkındalığı tanıyın, bırakın
görünüşler olduğu gibi olsun ve görünüşlerin ayrılmaz olduğunu görün.

Bu, sahip olduğunuz veya yaşayacağınız bir deneyim değil, ayrılmazlığın şimdiki farkındalığıdır.

Şimdiki, doğrudan deneyiminize bakarsanız ve hala ayrı nesneler görüyorsanız veya görünüşlerle özdeşliği hissediyorsanız, cevap gelecekte değildir.

Ayrılmazlığın kavranmasına yönelik tüm derinleşmeler, şu anda meydana gelen yaşamın süreksiz akışında dinlenmekle olur.

Basitçe söylemek gerekirse, “gelecek arayışı” fikri ortaya çıkarsa, bu düşünceyi gevşetin, rahatlayın ve biraz dinlenin. Bu fikri tekrar tekrar vurgulamak, zamanda yaşayan “ayrı bir benliğin” hikayesini güçlendirir.

2. Ayrılmazlık, insan mükemmelliği değildir

Genelde yaygın ve yanlış bir şekilde, benliğin ayrı bir doğadan yoksun olduğunun farkına varıldığında, kişinin otomatik olarak mükemmel veya mükemmele yakın bir insan haline geldiğine inanılır.

Mükemmellik, benlik merkezinin, tüm sorunların ve inatçı karakter özelliklerinin ortadan kalktığı, gelecekteki bir durumu kovalamayı sürdürmek için kullandığı, “ulaşılamaz” bir kavramdır.

Doğal olarak huzur, sevgi, şefkat ve bilgeliğin olarak ortaya çıktığı bir “kendilik hâli” yaşayabilirsiniz.

Ancak ayrılmazlığın tanınması, bir “kişiyi” özel veya mükemmel yapmaz. Sadece sınırların yani ayrı şeyler arasındaki çizgilerin yalnızca kavramsal olduğunu ortaya çıkarır.

Ayrılmazlık, özel veya mükemmellik iddiasında bulunan ayrı bir “kişinin yokluğu” olan alçakgönüllülüğü ortaya çıkarır.

Ayrılmazlığın fark edilmesi, bütün görünüşlerde doğal bir mükemmelliği ortaya çıkarır. Ne var ki yaşamın kesintisiz akışı içinde ortaya çıkan ve düşen her şeye sahip olmak isteyecek ayrı bir “Ben” yoktur.

Ayrılığa olan inancı görmek, artık acı, hayal kırıklığı veya zorlu durumlar yaşamadığımız anlamına gelmez. Bu, görünüşlerin hiçbir iz bırakmadan gelip gittiği görülüyor demektir.

Görünen şeyle özdeşleşme yok ama yine de görünen şeyler var. Özdeşleşme görünse bile, olduğu gibi olmasına izin verilir yâni kesintisiz akış içinde, geçici bir görünüm.

Ayrılmazlık nedir?

Ayrılmazlığın gerçekte ne olduğunu açıkça ifâde edebilmek veya tam bir tarif imkansız değilse de zordur, çünkü ana iletişim tarzımız olan dil, şeylerin ayrı olduğu fikrine dayanır.

Sözlüklerde “isim” bile:
Varlıkları “birbirinden ayırmaya” tek tek veya cins cins karşılamaya yarayan kelime olarak târif edilir.

Hiçbir betimleme, akmakta olan yaşamı şu anda olduğu gibi yakalayamaz çünkü tüm betimlemelerin gelip gittiğini görüyoruz.

Ayrılmazlık hakkında olumlu terimler kullanmak veya olumlu iddialarda bulunmak yerine, şimdiki deneyimimizi inceleyelim ve ayrılmazlığın deneyimimizin doğası olup olmadığını görelim.

Ayrı nesneler (ne ise ne) yok

Bu konuya tekrar bakmaya değer çünkü ayrılık inancı kalıcı olabilir. Temel varsayım, her yerde ayrı nesneler olduğudur.

Bunu daha yakından inceleyelim. Aşağıdaki sorular bir ev ile ilgilidir, ancak bu alıştırmayı herhangi bir nesne, kişi veya kavramla yapabilirsiniz.

  •  Evine bak. “Ev” düşüncesi ortaya çıktığında, ayrı olarak vâr olan bir şeye mi işaret ediyor?
  • Renkleri ve şekilleri görebilirsiniz. Duvara, tuğlalara dokunduğunuzda belli bir doku hissedebilirsiniz. Eve dokunduğunuzda veya ona yaslandığınızda basınç hissedebilirsiniz. Evin içinde oluşan anıları düşünürken yoğun bir duygu hissedebilirsiniz. Bütün bunlar, “ayrı bir evi” gözlemleme deneyimine dönüşüyor gibi görünüyor.
  • Ama tüm bu görünüşler, birbiri ardına ortaya çıkan ve düşen, “farkındalığa” oluyor değil mi? Farkındalık dışında ortaya çıkabilirler mi? Farkındalık ile bu görünüşler arasında herhangi bir ayrım çizgisi var mı? Eğer öyleyse, ayrım çizgisinin bir düşünce ya da zihinsel imge olduğuna dikkat edin ve bu düşünce de farkındalık içinde ayrılmaz bir şekilde görünür.

“Ev” düşüncesi ortaya çıkmadan eve baktığınızda, neye baktığınızı bilmenin hiçbir yolu yoktur.

O anda, bellek çalışmıyor. Bir evin, yer, gökyüzü, diğer evler, bedeniniz, düşünceleriniz, duygularınız ve duyumlarınız dahil olmak üzere mevcut deneyimin bütününden ayrı olduğunu bilmenin hiçbir yolu yoktur.

Bu kişisel düşünceleri vurgulamadığınız ve kesintisiz bütünlüğü diğerinin aksine bir nesneye indirgemediğiniz zaman, hepsi kesintisiz bir duvar halısı gibi görünür.

Şeyler, düşünceler, duyumlar, duygular ve farkındalık arasındaki belirgin ayrımlar, yalnızca düşüncelerin doğru ve “gerçek sınırlar” olarak ortaya çıkması ve vurgulanması nedeniyle belirebilir.

Zaman ve mekan gibi deneyimdeki en temel bölümlere bile bir göz atın. Tüm zaman bölünmelerinin “düşünceler yoluyla” ortaya çıktığına dikkat edin:

“Bugün Cuma” veya “Dün harika bir film izledim.”

Ayrıca mekandaki tüm bölünmelerin de düşünceler yoluyla ortaya çıktığına dikkat edin. Bir saatin, bu masadan iki metre uzakta olduğunu ve aradaki bu boşluğun bu iki şeyi ayırdığını gözlemlediğinizde, düşünüyorsunuz demektir.

Saat ve masa arasında var olan nesne benzeri “boşluk” denen bir görünüme yer açıyorsunuz. Nesneler arasındaki boşluk kavramı, önce ayrı nesneler gördüğünüze inandığınız için ortaya çıkar.

“Saat” ve “masa” düşüncelerini gevşetin, rahatlayın ve aralarındaki doğal boşluk veya mesafe deneyimi de bununla birlikte doğal olarak rahatlar.

Kendinizi, gördüğünüz başka bir nesneden belirli bir mesafede duruyor olarak ölçerken, bir beden olmanın düşüncelerini veya zihinsel imgelerini vurguladığınıza ve onu diğer nesnenin düşünceleri ve imgeleriyle karşılaştırdığınıza dikkat edin.

Deneyim üzerine dayattığınız hayâlî bir çizgi gibi, sanki o çizgi gözlerinizden gördüğünüz nesneye ulaşıyormuş gibi ince bir ölçüm düşüncesi var.

Bu çizgi bir kavramdır. Bu kavramı gevşetin, bırakın rahatlasın. Sizinle nesne arasındaki mesafe veya boşluk kavramı, yalnızca bu düşünceleri vurguladığınız için ortaya çıkar.

Konum da aynı şekilde çalışır. Konumun görünmesi için en az iki nesneyi düşünüyor olmalısınız. İlk nesneyi, onun hakkında bir düşünceyi vurgulayarak buluyor gibisiniz. Sonra yerini, ancak başka bir nesnenin düşüncesine başvurarak bulursunuz.

Bu kavramsallaştırma içinde, nesnelerin sabit konumları varmış gibi görünür. Bu düşünceleri bırakın ve şeylerin doğal olarak sabit olduğu ve bir yere yerleştirildiği hissi rahatlar.

Unutmayın, mesafe, mekan, zaman ve yerin var olmadığını söylemiyoruz. Biz sadece bu şeylerin sadece düşünerek bilindiğini ve deneyimlendiğini belirtiyoruz.

Duyuları izole etmek

Her bir duyguyu sırasıyla ele alalım ve ayrı bir nesneyi ortaya çıkarıp çıkarmadığına buyrun birlikte bakalım.

Dokunma

“Masa” düşüncesi görünmeden bir masaya dokunun. Diğer duyularınıza güvenmeyin; gözlerinizi kapatın ve sadece masaya dokunun.

Dokunma kendi başına neyi ortaya çıkarır?
Sertliği, pürüzsüzlüğü veya basıncı ortaya çıkarır.
Düşünceler veya zihinsel imgeler olmadan, bunların “masa” olarak adlandırılan başka bir nesneye, yani “siz olmayana” dokunan “parmaklarınız” olduğunu bilmenin hiçbir yolu yoktur.

Parmaklar düşünmez. Aslında düşünceler ve zihinsel imgeler olmadan parmakların masadan ya da farkındalıktan ayrı olduğunu ya da bunların ayrı ayrı var olduğunu bilmenin de hiçbir yolu yoktur.

“Ben bir bedenim” düşüncesi veya bir bedenin zihinsel görüntüsü ortaya çıkmadan, sizin bir beden olduğunuzu veya bir bedenin bir şekilde temas hâlinde olduğunu bilmenin hiçbir yolu yoktur.

Gözleriniz kapalıyken, düşünce onları ham, düşünceden bağımsız deneyimin üzerine bindirmedikçe hiçbir şey yoktur.

Düşünce olmadan, masaya dokunduğunuzda hissettiğiniz sertlik, pürüzsüzlük veya baskı hissini bile tarif etmenin bir yolu yoktur.

Onlar sadece kavramsal bilgi taşımayan ham duyumlardır.
“Duyumlar” düşüncesi ortaya çıkana kadar bunların duyum olduklarını bilmenin bir yolu yoktur.

Masa bize bunun “sert” veya “pürüzsüz” olduğunu veya “duyumların ortaya çıktığını” söylemez. Bunların hepsi düşüncedir.

Hayattaki hiçbir şey kendini adlandırmaz. Tüm adlandırma düşünme yoluyla olur. Düşünce olmadan, yalnızca kesintisiz deneyimleme vardır. Dokunma deneyimi ile dokunulan görünen nesne arasında bir ayrım yoktur.

Bu, yalnızca düşünceyle bölünen tek bir harekettir. Farkındalıkta, ayrı ayrı yükselen düşüncelerin olduğu fikri bile başka bir düşüncedir.

Ayrılmazlığın doğrudan deneyiminde, yaşam her an kendisiyle kusursuz bir şekilde, tek parça hâlinde iç içedir.

Görme

Şimdi gözlerinizi açın ve parmaklarınızı masadan çekin.
Odadaki bir duvara bakın. Duvarı yalnızca görsel olarak deneyimleyin.

Tamamen gevşeyin ve rahatlayın, düşüncesiz farkındalıkta dinlenin ve sadece duvara bakın.

“Duvar” düşüncesi olmadan ve ona dokunmadan baktığınız zaman, orada duvar denen ayrı bir nesne olduğunu bilmenin bir yolu yoktur. Bir duvar asla konuşmaz. Size, kendinin bir duvar olduğunu asla söylemez. Bunu sadece düşünce yapar.

İlk başta hâlâ orada ayrı bir şey varmış gibi görünebilir. Kendinizi hala gördüğünüzü tarif etmek isterken bulabilirsiniz.

Mesela “Fakat ben ayrı bir nesneyi gösteren renkler, şekiller ve çizgiler görüyorum” diyebilirsiniz.

Gayet mantıklı. Ama bunların hepsi kavramlar. Bu kavramlar olmadan tekrar bakın.

Duvar, renkleri, şekilleri ve çizgileri içerdiğini söylemiyor. Bu sadece zihinsel etiketleme yoluyla bilinir ve deneyimlenir.

Görünen “Renkler”, “şekiller” ve “çizgiler” kavramlarıyla duvara bakmadığınızda ne görülür?

Artık bırakın ayrı bir şeyi, bir şeyi gördüğünüzü bilemiyorsunuz.

Duvar ve tüm oda kesintisiz görünmeye başlar. Mevcut deneyiminizde boşluklar veya bağlanma yerleri yoktur, sadece bölünmemiş deneyim, kendini her yerde tanır.

Duvara bakan bir “kişi” olduğunuzu bilmek için kavramlara veya zihinsel görüntülere ihtiyacınız var.

Onlar olmadan, duvar denen ayrı bir nesneye bakan ayrı bir özne, bir kişi olduğunu bilmenin hiçbir yolu yoktur.

“Duvar” denen ayrı bir şeyi fark eden “farkındalık” denen ayrı bir şey olduğunu söyleseniz bile, bu yine de bir düşünce ürünüdür.

O bölünmeye dikkat edin. Bir işaretçi olarak faydalıdır, ancak orada içsel bir bölünme olduğuna hafifçe inanmaya başlayabilirsiniz. Bu bölünme de bir düşüncedir.

Görme duyusu ile ilgili hiçbir şey tek başına “duvar” adı verilen ayrı bir nesneyi ortaya çıkarmaz.

Görüş düşünmez. Ayrı nesneleri görmez. En fazla renkler, şekiller ve çizgiler sunar. Ama onlar bile bu düşünceler ortaya çıkana kadar münferit şeyler olarak bilinmezler.

Güzel olan şey, duvar, kişi, renk, şekil ve görüş gibi tüm bu benzersiz görünüşlerin kutlanabilmesi ve takdir edilebilmesidir.

Deneyimin çeşitliliğini inkar etmek zorunda değiliz. Asıl mesele, sadece düşünerek ona yansıttığımız ayrılık duygusunu görmektir.

İşitme

Şimdi gözlerinizi tekrar kapatın. Bu araştırmanın amaçları için sadece işitme duyusunu izole edelim.

Gözlerinizi kapalı tutarak sandalyenize bir kez vurun. Sandalyeyi görselleştirmeyin veya sertlik veya başka bir duyum hissetmek için ona dokunmayın. Sadece vurma sesini duyun.

Bu sesi, “sandalye” veya başka bir düşünce ortaya çıkmadan dinlediğinizde, hiçbir şey size bunun bir sandalye olduğunu söylemez. Sandalyeler konuşmaz. Onlar düşünmüyorlar da.

Onu bir nesne olarak görme eğilimi ortaya çıkabilir. “Pekala, ahşap olduğunu biliyorum çünkü kulağa ahşap gibi geliyor ve bu yüzden geçen yıl aldığım ahşap sandalye olmalı” düşüncesini yaşayabilirsiniz.

Ama ahşap, yalnızca düşünce yoluyla bir şey olarak bilinir. “Geçen yıl aldım” düşüncesi de öyle. Bunlar anılar. Anılar olmadan vuruşu dinleyin.

Aslında, daha önce öğrendiğiniz düşünceler olan “ses” ve “vuruş” kavramları bile olmadan vurmanın sesini dinleyin.

İşitme duyusu ile ilgili hiçbir şey tek başına “sandalye” adı verilen ayrı bir nesneyi ortaya çıkarmaz. Bu sadece sorunsuz, kesintisiz bir deneyim.

Şimdi, “vurma”, “tahta” ve “sandalye” düşüncelerinin ortaya çıkmasına izin verin. “Ben” ve “beden” düşünceleri de ortaya çıksın bakalım.

Deneyiminizi tanımlar gibi görünen ve bölünmeler yaratan bu düşüncelerin aynı zamanda farkındalığın ayrılmaz görünümleri olduğuna dikkat edin.

Görünüşler birbiri ardına sırayla ortaya çıkar. Bu münferit görünüşlerden biri de “sandalye” düşüncesidir.

Bir “sandalye” düşüncesi ortaya çıktığında bile ayrı bir sandalye yaşamıyorsunuz. Sadece bir düşünceyi deneyimliyorsunuz, bir dizi başka düşünce ve duyumda gerçekleşiyor…

Bu alıştırmayı dokunma, görme ve işitme ile yaptık; tat ve kokuyu da deneyimleyebilir ve onların da ayrılmaz birer görünüm olduğunu görebilirsiniz.

Bir sandalyeyi tatmak veya koklamak muhtemelen iyi bir fikir değildir. Deneyi yiyecekle deneyin.

Hiçbir duyunun, tek başına ayrı bir nesne ortaya koymadığını keşfederiz.

Aslında, bütün duyuları bir araya getirseniz bile “ayrı bir nesneyi” ortaya çıkarmazlar! Ta ki bir düşünce, deneyimi “şeylerin bir araya gelmesiyle oluşan” olarak karakterize etmek için ortaya çıkana kadar.

Beden

Beden, kendinden bahsedilmesini hak ediyor. Zira farkındalığın beden içinde olduğu veya bedenin diğer nesnelerden ayrı olduğuna dair yıllanmış ve inatçı bir inancımız olabilir.

Şimdi daha önceki duyusal incelemelerimizi bedene uygulayarak kullanalım.
Gözlerinizi kapatın, böylece bedeni görmeye güvenemezsiniz. Gözleriniz kapalıyken, yalnızca sıcaklık, rahatsızlık, kasılma, canlılık veya karıncalanma gibi duyumlar kalır.

Bedenin ana hatlarının algılanmasını yaratan zihinsel bir görüntü veya düşünce de olabilir.

Hem “beden” düşüncesinin hem de herhangi bir zihinsel görüntünün doğal ve zahmetsizce dinlenmesine izin verin. Şimdi sadece duyumlar kaldı.

Yine sıcaklık, rahatsızlık, canlılık, karıncalanma veya başka bir duyum hissedebiliriz. Ancak bu duyumlar hakkında tek başına ele alındığında hiçbir şey bize burada “beden” adı verilen ayrı bir nesne olduğunu ya da bir cismin içinde bir şeylerin olup bittiğini söylemez. Sadece ham duyumlar var.

“Sıcaklık”, “rahatsızlık”, “canlılık”, “kasılma” ve “karıncalanma” düşüncelerinin kaybolmasına izin verildiğinde, neler olduğuna dair hiçbir etiketimiz yoktur.

Düşünce, dış deneyimlerimizde “sandalye” ve “duvar” gibi şeyleri etiketlediği gibi, içsel deneyimimizde de “karıncalanma” ve “sıcaklık” olarak etiketler. Düşüncenin yaptığı budur. Bu onun işi. Deneyimi bölüyor, sanki hayat kendini parçalara ayırabilecekmiş gibi ayrı şeyler yaratıyor gibi görünüyor.

Hayat, “dil” dışında bölünemez. Hatta “dış” ve “iç” bile hayali, yanıltıcı bir sınır oluşturan düşüncelerdir.

Bu etiketler vurgulanmadığında, ayrı ben-im’in nerede durduğunu ve hayatın geri kalanının nerede başladığını bilmenin bir yolu yoktur.

Kolda karıncalanma gibi bedensel bir duyuma dikkat edin.
Karıncalanma ile bu karıncalanmayı deneyimleme arasındaki çizgi yalnızca kavramsaldır.

“Kol” ve “karıncalanma” düşüncelerinin dinlenmesine izin verin. “Duyum” düşüncesini vurgulamayın bile.

Aslında, “farkındalık” kelimesinin uçup gitmesine izin verin. Buna ihtiyacın yok. Sanki görünüşler farkındalıktan ayrıymış gibi, sadece başka bir çizgi yaratır.

Bir duyum deneyimliyorsanız ve bu duyumun kendisi, onun bir bedene veya size ait olduğunu bildiriyormuş gibi görünüyorsa, bu sadece hala ince bir düşüncenin ortaya çıktığı anlamına gelir. Sadece bu düşünceyi fark edin ve rahatlamasına izin verin.

Kavramlar olmadan, deneyimi kolda veya bedende karıncalanma olarak tanımlamanın bir yolu yoktur.

Bedende bir şeyler olduğunu, hatta bir beden olduğunu söylemenin de hiçbir yolu yoktur.

Bunu düşünmeden, ayrı bir farkındalığa ayrı bir duyumun gerçekleştiğini söylemenin hiçbir yolu yoktur. Bunun hakkında düşünme. Sadece deneyimle.

Bu incelemeden sonra gözlerinizi açın. Bedene “beden” düşüncesi olmadan baktığınızda, neye baktığınızı bilmenin hiçbir yolu yoktur.

“Beden”de gördüğünüz renkler ve şekiller konuşmuyor. Size kendi taraflarından hiçbir şey iletmiyorlar. Düşünce tüm yorumları yapar. Gördüğün şeyin sana ait olduğunu, senin bedenin olduğunu bilemezsin. Burada beden denen, etrafındaki diğer şeylerden ayrı bir şey olduğunu bile bilemezsiniz.

Tek başına görsel görünüm, düşünce olmadan bir nesneyi ortaya çıkarmaz. Yalnızca isimsiz bir renk ve şekillerden oluşan bir doku ortaya çıkarır. Oysa “renkler” ve “şekiller” bile düşüncelerdir.

Başka bir deyişle, düşünmeden baktığınızda, hayat hiçbir şekilde bölünmez. Beden ile beden-olmayan arasında gerçek bir sınır çizgisi yoktur.

Vurgulanan bir beden ve beden bölümlerinin yalnızca zihinsel bir görüntüsü vardır.
Gözlerinizi kapatın; ortaya çıkan zihinsel görüntülerin farkına varın ve birer birer doğal olarak rahatlamalarına izin verin. Onların da resim biçiminde düşünceler olduğunu görün. Bu resimleri vurgulamayı ve onlara “ben” demeyi bıraktıkça, dışarısı ile içerisi arasındaki ayrılık hissi rahatlar.

Şimdi, bütün düşüncelerin yeniden ortaya çıkmasına izin verin. Düşüncelerin kendilerinin farkındalığa ayrılmaz bir şekilde göründüğünü görün. “Beden” görünümü de dahil olmak üzere, farkındalık ile görünen arasında bile, doğal hiçbir ayrım, içsel bölünme yoktur.

Hiçbir şeyin ayrı bir varlığı yoktur… Varlık birbirine büsbütün bağlıdır. Hayat, ayrılmaz bir “Birlik” içinde kesintisiz olarak akar . Siz, varoluşun kendisisiniz ve asla ayrı “beden-düşünceli” bir kişi olmadınız!

İnce, latîf âlemlerde ayrılmazlık

Nesnelerden oluşan ayrı bir fiziksel dünyaya olan inancımızı inceledik.

Ve düşüncelerin, duyguların ve duyumların farkındalıktan nasıl da ayrılamaz olduğuna değindik. Şimdi düşünce ve duygulara daha da derinlemesine bakalım.

Bir kez dışarıda fiziksel nesnelerin olmadığını gördükten sonra bile, düşünceler, duygular ve duyumlar gibi içsel ayrı nesnelere kalıcı bir inanç olabilir.

Düşünceler

Bu araştırma, herhangi bir düşünce ile yapılabilir. İçeriği ne olursa olsun her düşüncenin aynı olduğunu görmenizi tavsiye ederim. Göründüğü farkındalıktan ayrılamaz, şeffaf, geçici bir imgedir.

Daha önceki deneyimde kullandığımız için “sandalye” düşüncesini kullanalım. Kelimenin, bizim keşfetmemizi bekleyen ayrı bir nesneye işaret etmediğini zaten görmüştük.

Ayrı bir nesne olmadığını gördükten sonra geriye sadece “sandalye” düşüncesi kalıyor.

Dikkat edin, düşünce ortaya çıkmadan önce sadece farkındalık vardır. Ayrı bir sandalye kavramı, farkındalıkta hiçbir yerde yoktur. Sonra birdenbire “sandalye” düşüncesi belirir. Âniden ortaya çıkıyor. Farkındalıkta sorunsuz bir şekilde görünür. Farkındalığı “sandalye” düşüncesinden fiilen ayıran bir çizgi yoktur. Bu, farkındalık ve düşüncenin ayrılmazlığını ortaya koymaktadır.

Bir esinti nasıl estiği havadan ayrılamaz ise, düşünce de farkındalıktan ayrılamaz. Onlar “iki değil”. Tüm ayrılıklarda olduğu gibi, ayrılığın bize gerçek görünmesini sağlayan, yalnızca farkındalık ve düşünceyi, sanki ayrılarmış gibi etiketlememizdir.

Neden acı çektiğimizi ve “arayış” içinde olduğumuzu görüyor musunuz?

Düşüncelerle bir şeyler yapabileceğimize dair temel bir inanç var. Yine de düşünceyle bir şeyler yapabileceğimiz (onu yönetebileceğimiz, daha olumlu hâle getirebileceğimiz, etkisiz hale getirebileceğimiz veya ondan kurtulabileceğimiz) fikri başka bir düşüncedir. Hepsi bu.

Bir düşünceyi manipüle edebileceğimiz inancı, düşüncenin kendisinden gelir.

Bu, içinde düşünceyi izole edebilecek ve onunla bir şeyler yapabilen ayrı bir kişi olduğu fikrinden gelir.

O kişiyi bulmaya çalışın. Bu sadece bir düşünce.

Bu görüşte, düşüncelerin hiçbir çaba harcamadan doğal olarak oldukları gibi olmalarına izin verilir. Ve görünen şeyler ve kişiler dünyası düşünceler yoluyla ortaya çıktığı için, düşüncelerin olduğu gibi olmalarına izin verildiğinde, kişilerin ve şeylerin olduğu gibi olmalarına izin verilir. Bu mükemmel bir kabuldür.

Ama bir kararda kalmayalım, onu orada bırakmayalım. Bu şekilde işaret ederek, “düşünce” kavramını sürekli vurgularız.

Bir “düşünce” olduğu fikri olmadan düşünceye baktığınızda ne olur? Ayrı bir şey bulamazsınız yalnızca kesintisiz deneyim.

Sâhi bir düşünce nerede bulunur? Bir düşüncenin zihinde veya bedende bulunduğunu söyleme eğilimine dikkat edin. Bunlar da birer düşünce değil mi?

“Beden” ve “zihin” düşüncelerini gevşetirken, düşüncenin hiçbir yerden kesintisiz bir şekilde aktığını ve sorunsuz bir şekilde hiçbir yere doğru kaybolduğunu fark edin.

Rüzgarın içinde bir esinti gibi. Kesin bir başlangıç ​​ve bitiş noktasını bulamıyorsunuz.

Zihin, beden ve kişi ayrı bir doğadan yoksun olarak görüldüğünde, artık düşüncelerin doğal olarak “bir yerde” olduğuna inanmazsınız ve “benim düşüncelerim” demezsiniz.

Onlar sadece, deneyimi her an belirli bir şekilde resmetmek için ortaya çıkarlar. Resmin keyfini çıkarın, ancak çok da kişisel algılamayın, özellikle de onu arayacak olsanız “kişiyi” bulamadığınız için…

Duygular

Aynı araştırma duygularla da yapılabilir. Her duygu ortaya çıktığında, rahatlayın. Hiç bir etiketleme yok. Bir duyguyu etiketlerken, onu doğası gereği ayrı bir şey olarak ele alırız.

Mesela buna “öfke” adını verirsek, onu ortaya çıktığı farkındalıktan ayrı bir şey olarak ele almaya meyilliyiz.

Buna “duygu” desek bile, enerjiye ince bir etiket yerleştirdik. Duyguların başka bir şey değil sadece etiket olduklarını gördükten sonra, onları etiketlemek iyidir.

Duygunun ayrı olduğuna inandığımızda, genellikle onu manipüle etmeye çalışırız, onu uzaklaştırmaya, etkisiz hale getirmeye, daha iyi hissettirmeye, ondan kaçmaya, rasyonelleştirmeye veya ondan kurtulmaya çalışırız.

Bu daha çok bir “arayış”. Gelecekte acısız bir varoluş arıyoruz. Bu özgürlük değil. Aksine, inkar, imtina etme ve kaçıştır.

Özgürlük, bir duygudan kaçmakta veya etkisiz hale getirmekte değil, onun farkındalıktan ayrı olmadığını görmekte yatar.

O, özgürce akmasına izin verilen saf enerjidir.

Gerçek özgürlükte, farkındalığın ayrılmaz bir parçası olarak ortaya çıkan ve kaybolan duyguların tüm deneyimine karşı tamamen savunmasız olarak, açıkça ve tam olarak olduğu gibi olmasına izin veririz.

Bu şekilde, ıstırabın geçici ve yanıltıcı doğasını ve yaşananlardan kaçmaya çalışmanın beyhudeliğini görürüz.

Ayrılmaz olanı ayırmamalısın. Kelimeler gerçekleri yaratmaz; ya tarif ederler ya da çarpıtırlar. Gerçek her zaman sözsüzdür.
[N. Maharaj]

“Ben bu bireysel beden-zihin olarak varım” diye en çok kanıksadığımız şey, aslında en büyük yanlış algımızdır. Yaşam içindeki ayrımı hayal etmek gerçekte ayrılık yaratmaz zira ayıran kendini ayırır. Olan olduğu gibi akmaya devâm ediyor; ayrılmaz bir evrensel akış…

SERÎ HÂLİNDE DEVÂM EDİYORUZ

Reklam