Dilküşâ, bizi aslımıza mayalamaya kaldığı yerden devâm ediyor, ben aradan çekileyim de demler, safâlar ziyâde olsun erenlerim…
İkilik ḳalmadı birlik irişdi
Giderdi yoḳluġı varlıḳ irişdi
Var oldı cümlesi varlıḳ ḥālinden
Ḥālin bilen ḳamu geçdi ḳālinden
Ey Ḥaḳk’ı isteyen bu sözi diñle
Nedür maḳṣūd bu ḫaberi sen añla
Ādemsin aḫı ḥayvān degülsin
Özüñ bil ġūl-i beyābān degülsin
Arapça gūl “kötü cin, şeytan” ve Farsça beyābānі “çölle ilgili” ile
gūl-i beyābānі: Karanlıkta, tenhâ yerlerde göründüğü zannedilen korkunç varlık, hayâlet, hortlak değilsin derken “dön karanlıktan ışık var nura git” buyruluyor.
Gider göñlüñ içinde bu hevāyı
Eger cāndan severseñ Muṣṭafā’yı
Ḥaḳk’ı bunlara sen eyleme inkār
Hemān bunlardur ʿālemde ne kim var
Ṣaḳın iblįs gibi çıḳma yoluñdan
Tā kim añlayasın kendü ḥālüñden
Bilesin kendüzni nesin sen
Bir özüñe gel ḳandasın sen
O kim istersin ol cānuñda pinhān
Sen anuñ vücūdısın ol saña cān
Nice nefsüñ dilegin gözleyesin
Nice baḳıra altun yüzleyesin
Nice küfr-ile örtesin įmānı
Nişān içinde añla bį-nişānı
Hevānuñ deryāsından çıḳ kenāra
Tā kim irişesin ḳışdan bahāra
Arıt göñlüñi ḫayāl ü gümāndan
İki söz söylemegil bir lisāndan
Bir er yoldaşı ḳoşuñ sen emįn ol
Naṣįḥat dut ıraḳlıḳdan yaḳįn ol
Hemān sensin özüñden yoḳ ḫaberüñ
Hüner-bendsin bilimezsin hünerüñ
Ṣarrāfsın velį bilmezsin cevheri
ʿĀrifsin kim velį añla ḫaberi
Niçe bu dünyāyı put idesin
Putı kendüzine maʿbūd idesin
Niçe bu meclis ü çeng ü çeġāne
Saña güyer mi bu devr ü zamāne
Çeng ü çegāne (çagana): Saz eğlentisi
güymek: dayanmak, sabretmek
Niçe bu māl u altun u tecemmül
Niçe maḥbūb gül-endām bu niçe mül
tecemmül: süslenme, süs
gül-endâm: Gül bedenli, gül fidanı gibi güzel ve ince endamlı sevgili
mül: şarap, mey
Niçe kibr ü ḥased menį-i vesvās
Niçe ʿömr ü niçe şādį niçe yās
Niçe ṣaġlıḳ esenlik niçe şöhret
Niçe ḫazįne niçe ḳaṭır niçe at
Bürün kendü ḥālüñi ġāfil olma
Utanġıl Ḥaḳk’dan aḫı fużūl olma
Yüzüñi ḳo ṭopraġa sücūd eyle
Dilüñi ġayr-ı Ḥaḳk’dan perhįz eyle
Utan Ḥaḳk’dan Ḥaḳk’ı ḥāżır görürsin
Budur yol bu yol-ıla yol varursın
Muḥammed iseñ olma gel tekebbür
Utan Ḥaḳk’dan yüzüñ ṭopraġa sür
Ey bu dünyāda māla dayananlar
Ġāfilin miḥnet odına yananlar
Özine yār iden altunı mālı
Māl içün eyleyen ceng ü cidālı
Mālı kendüzine devlet bilenler
Māl-ıla ʿizzet ü şöhret bulanlar
Bilüben ṣāfį bilmeze uranlar
Özini māl-ıla ulu görenler
Māla murdār didi Seyyįd-i Muḫtār
Eger Muṣṭafā’ya ḳılursañ iḳrār
Hadis-i şerif: Ed-dünya cifetün ve talibuha kilabun” Dünya bir cifedir(leştir) ve ona talib olanlarda ancak köpeklerdir.
Ḳārūn bu māl-ıla neye irişdi
Āḫir mālı uçından yire geçdi
İşidüñ māl uçından Daḳyānūs’ı
Ẕelįl oldı yile virdi nāmūsı
Ya Nemrūd’uñ āḫiri neye irdi
Hįç eyledi nāmūsı yile virdi
Bu māl Şeddād’ı çıḳardı yolından
Ser-gerdān eyledi kendü ḥālinden
Bārį bu dünyā ser-be-ser ḫayāldür
Dāim āldar kişiyi işi āldur
ald-: Aldatmak, kandırmak
Niçe zįreklerüñ ʿaḳlın uġurlar
Göñülde put olur belinde zünnār
Zîrek: zeki, anlayışlı, uyanık
uğurlamak: başından almak
Niçün terk eyledi İbrāhim Edhem
Anuñ-çun olmadı dünyāya hem-dem
ʿĀrifler ḫaber añlar bu ḫaberden
Ẕįra ki aṣṣı yoḳdur bu bāzārdan
assı: fayda, kâr
Ey bu cihānda insānam diyenler
Vücūd içinde ben cānam diyenler
Görenler Ḥaḳḳ’ı her yirde muʿayyen
Nedür aṣlı vücūduñ ne imiş cān
Bu ḥikmet ne imiş aṣlı nedendür
ʿAḳıl irmez vücūddan mı ya cāndur
Bu ṣıfatda māt olupdur zįrekler
Ya ne bilsün bunı ḫār u ḫāşekler
Hâr u hâşak: Diken ve çöp, çerçöp
Yuḳaru gök aşaġa yir görinür
Bilinmez biri birine bürinür
Gögüñ nerdübānı yoḳdur çıḳılmaz
Yirüñ nihāyetini kimse bilmez
Neye baḳsañ hemān baḥr-ı muḥįṭdür
ʿAḳıl irmez hemān bunda sükūtdur
İrebilmez ʿaḳıllar oldı ḫayrān
Bilinmez bu ne ṭopdur bu ne çevgān
Siper ṣaldı bu meydāndaʿāḳiller
Beyān ḳılmadı bu ṣıfatı diller
Gel iy ʿaḳl-ı kāmil bir naẓar eyle
ʿIşḳı cān ḳuşına bāl ü per eyle
Gözüñ aç gör aḫı bunı cihānda
Ṭālib ne yirdedür maṭlūb ḳatında
Bu ne yoldur ki pāyānı görinmez
Bu ne vücūd ki hįç cānı görinmez
Bu ḥikmet ne imiş aṣlı nedendür
ʿAḳıl irmez ne vücūddur ne cāndur
Neye baḳsañ ki pāyānı deñizdür
Bu ne menzil bu ne yoldur ne izdür
Bu ne kārḫāne üstādı görinmez
Ya bilişdür velį eşyā görinmez
Yad olan kendüzinden yad olupdur
Bilişenler hemān āzād olupdur
Bilişmeyen bį-gānedür özine
Zįrā bilmez vücūdı ne özi ne
Özin bilen kişi oldı ḫaberdār
Hemān bu cān vücūddur her ne kim var
NESİR
İy ʿaḳl-ı kāmil bu sözüñ cevherine bir naẓar eyle. Gör neyi beyān ḳılur. Ol Ḳadįm-i lem-yezel ki bu kārḫāneyi bünyād eyledi. Kāf u nūn içinde tamām ḳıldı. Cümle varlıḳ yirlü yirinde istiḳāmet ṭutdı. Her eşyā kendü işine ḳāil oldı. Velį her kişi kendü işin bilür ancaḳ bu ḥikmetüñ ḥaḳįḳatin bilmez. Zįrā ki her kişiye kendü işi ḥicāb oldı. Bu ḥicābdan geçüp aṣlını görebilmedi. Ol sebebdür ki cümle eşyā birbirinden ṣorarlar ki bu kārḫāneyi düzen ne yirdedür. Cümle eşyā bu ḥāl içinde ser-gerdān dur. Gökdeki maḫlūḳ yire baḳar, alçaḳda ola diyü. Yirdeki ḫalāyıḳ göklere baḳar, yuḳaruda ola, dir. Cümle eşyā hemān bu ḥāl içinde bir birinden ḫaberi yoḳ. E-lestü birabbikum deminden tā Ādem zamānına degin şöyle ḳaldı. Ol dem ki Ādem geldi. Ol daḫı bu kārḫāne’yi gördi. Yuḳaru baḳdı gök ıraḳ, aşaġa baḳdı yirüñ nihāyeti yoḳ. Ol daḫı bu kārḫāneyi gördi, kendü işine meşġūl oldı.
Ādem peyġāmber zamānından tā Muḥammed Muṣṭafāʿaleyhi’s-selām zamānına dek her peyġāmber ki geldi. Her birisi bir dürlü fikr eyledi. Bu kārḫāneyi düzeni istemek bābında ḳaldılar. Muḥammed Muṣṭafā ʿaleyhi’s-selām geldi. Bu ḥālüñ aṣlını, fer’ini beyān eyledi. Şöyle ki şarṭdur: Bu kārḫāneyi düzeni, yine kār-ḫāne içinde bildürdi Vall-lāhu bi kulli şeyin muhit: Allah her şeyi içerden ve dışarıdan çepeçevre sarandır [Fussilet:54] didi. Nişānı yine eşyā içinde bildürdi.
İmdi Muḫtāruñ daḫı nişānı yoḳdur, oldı. İmdi her eşyā ki görürsin kendü vücūdına mevcūd olındı, ḫaberi yoḳdur. Her kişi bir nesneye iḳrār baġladı. Ḳadįm Sulṭān ara yirde münezzeh geçdi. İllā Muḥammed Muṣṭafā’dan ʿaleyhi’s-selām tā bu deme degin arada niçe kāmiller geçdi. Her birisi bu bābda bir dürlüʿaḳılları ṭarįḳınça didiler, anlar daḫı Muḫtār-ı ʿilimden delįl aldılar. Āḫirü’l-emr didi ki: men arefe nefsehû fekad arafe rabbehû didiler. Türk dilince dimek olur ki “Ḥikmet-ile nefsin bilen Tañrı’yı bilür.” dimekdür.
İmdi bu dervįş daḫı Muḥammed Muṣṭafā’nuñ sekiz yüz yılında geldi. Ol daḫı dir ki cānum bu nefs ne nesnedür ki anı bilen Tañrı’yı bilür. Her bir kişi bu bābda bir dürlü ṣıfāt söylediler. İllā bu nefs ādemüñ vücūdında ne şeydür ki anı bilen Tañrı’yı bilür. Velį bu ādem yaradılmış cümle eşyānuñ āyinesidür. Delįl bu ki ādemüñ vücūdı bir şehirdür. Her ne kim cümleʿālemde var ise bu şehirde vardur. Ol şehrüñ on iki ḳapusı vardur: Ḳapu var ki dāim açuḳdur, ḳapu var ki dāim ḳapanuḳdur. Ḳapu var ki gāh açuḳ gāh ḳapanuḳ. Ādemüñ vücūdında üç yüz altmış altı ṭamar vardur. Yidi yüz yitmiş yidi siñirdür. Dört yüz ḳırḳ dört pāre kemükdür. Yarusından yuḳaru boġazına degin yidi ḳat gökdür. Andan yuḳaru ʿarşdur. Yarusından aşaġası dize degin yidi ḳat yirdür. Andan aşaġası öküzdür, balıḳdur.
İmdi bu nefs ki dirler, bu şehrüñ kendü midür yoḫsa ol daḫı bu şehirde bir nesne midür ki anı bilen Ḥaḳḳ’ı bilmiş olur? İmdi ʿazįz-i men nefs iki nesneden ʿibāretdür: Biri bu ki vücūd cemʿine nefs dirler. Biri daḫı bu ki Ḥaḳk’dan ġayrı ḫayāller ki vücūd içinde endįşe olur, aña nefs dirler. Bu iki nesnenüñ taʿayyüni ḳanḳısıdur? Didiler ki vücūduñ cemʿįdür.
İmdi vücūduñ daḫı aṣlı dört muḫālif nesneden āşikāre görinür. Oddan ve yilden ve ṭopraḳdan ve ṣudan. Bunlar ḫod muḥaddeṩdür. Nesneyi ḳadįm bilmege nite delįl ola? İmdi iy ʿazįz, sen bu ḫaberüñ ḥaḳįḳatine naẓar eyle. Gör ki cümlesinde Tañrı mevcūddur dirsin. Eyle olsa ansuz nesne olmaya. Çün cümle nesne anuñ-ıla ulaşuḳdur. Pes eger āh eyleyüp ḥaḳįr baḳmaḳ şeyṭān fiʿlidür.
İmdi Ḥaḳḳ’ı ḳabūl idenüñdür; eger āh idenüñ degüldür. Her şey’üñ ḥaḳįḳatine baḳsañ aṣlı Ḥaḳk’dur, ferʿi eşyādur. Ḥaḳ nūrdur, ferʿi tecellįdür. Tecellį nūrdandur, nūrdan tecellįdür. Arası açuḳ degüldür, ulaşuḳdur. Her eşyā birbirine muttaṣıldur, birbirinüñ āyinesidür. Ḥaḳ ẕātdur, eşyā ṣıfatdur. Ṣūret-ile maʿlūm olur ẕāt ve ṣūret ü ṣıfāt bir vücūddur. Velį bu bir vücūduñ şeş ciheti vardur. Her cihetine naẓar eyleseñ bir ayruḳsı görinür. Bu arada ṭālibe rehber gerekdür. Tā kim işi temįz ola.
İy ṭālib-i Ḥaḳ sen bunı temįz bilmek dilerseñ, Muḥammed Muṣṭafā ʿaleyhi’s-selām didi ki: Men arefe nefsehu didi. İmdi ʿazįz-i men pes nefsini bilmek ol degüldür ki maʿįşeti, maṣlaḥatı ḳaydında ola. Her eşyā ki cihānda var, cümlesi bundan ḫaberdārdur. Velį söz Ḥaḳḳ’ı bilmek üzerindedür.
Ḥaḳḳ’ı eşyādan ayru istemek bir bābdur, eşyā içinde istemek bir bābdur. Ve daḫı şöyle ki eşyādan ayru istemeğe olmaz. “Vallahu bikulli şeyin muhîta” hükmü ile Hak her şeyde hâzırdur. İmdi cân-ı men, eşyādan ayru istemege yol uzaḳ, menzil ıraḳ, pāyānı belürmez. Eger eşyā içinde ister olsañ delįli ādemdür. Velį bu ādem ṣūreti, kā’inātuñ defteridür. Şöyle ki cümle ʿālemde ne var ise ṣıfāt-ı ādemde mevcūd görinür. Meṩelā Ḥaḳ gencdür, ādem ṣūreti ḫazįnedür. Bu ḫazįnenüñ tevārįḫi ādem vechinde yazıludur. Her kim bu ḥaṭṭı okıdı, ḥazįnedeki gencden ḫaberdār oldı. Bildi ki ādem mecmūʿına ḫazįnedārdur ve her ne kim evvel ü āḫir vücūd-ı küllįnüñ defteri ādemdür.
Ādem var ki ḫazįnedür, genc-ile maʿmūrdur. Ādem var ki özini bilmez, ol yoḫsuldur. Ādem var ki özini bildi, cümle varlıġı kendü şehrinde buldı, kendüsine geldi, özine emįn oldı. Ādem var ki ṣūreti ādem, fiʿli dįv ādem var. Ṣūreti, ādem; ṣıfātı, nūr-ı muṭlaḳ ādem var ki özini bildi, Sulṭān oldı.
İy ṭālib sen bu ādemi bileyin dir-iseñ ādemi bilmek dürlü dürlüdür. Evvel bu kim ādemden ādemi farḳ itmekdür. Āḫir bu kim andan aṣlı nedür, bunı bilmekdür. Bir daḫı bu kim eşyālaruñ birisi daḫı ādemdür. Velį bu ādem cemįʿisinüñ üzerine mālikdür. Şöyle kim mālik idügin bildi ise mālikdür; eger bilmedi ise hemān eşyālaruñ birisi daḫı oldur. Pes özin bilen ile bilmeyen er arasında farḳ oldı. Pes ādemden ādemi farḳ eylemek bir bābdur. Aṣlı nedür, bunı bilmek bir bābdur. Velį özin bilmek mücerred Ḥaḳḳ’ı bilmekdür. Bir kişi çün ādemden ādemi farḳ eyledi, ādem oldı. Ādemüñ aṣlın, ferʿin bildi ve ādem cümle eşyānuñ üzerine mālik idügin bildi. Bunlara cümle maḫlūḳ ṣıfāt oldı bilmek, Ḫālıḳ-ı ṣıfatı, mücerred özni bilmekdür.
Çün bir kişinüñ ʿaklı bu maʿnāyı açdı, bu muʿammā-yı baḥra ġavvāṣ oldı. Her cihetine baḳdı gördi ki şeş cihet kendünüñ gölgesidür. Zįrā vücūd-ı insān bildi kim baḥr-ı muḥįṭ özidür. Her ne kim naḳş u ḫayāle ṣūret baġlar, ʿāḳillere ḫayāl olur. Her şey bir ṣūret-ile muttaṣıf olup kendünüñ mevcidür. Göñül içinde burayı mekān idindi. İstiḳāmet ṭutdı, ṭurdı. Ẕātından mevc-i ʿışḳ ḳopdı.
Müsaade buyrulursa, devamı gelecek inşallah…
İnsadaki kilitlerin açılması için, kardeşi olan kitaptan anahtar âyetler:
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُح۪يطاً۟
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. ( (Esmâ ül Hüsnâ’sının işaret ettiği mânâların açığa çıkması içindir). Ve Allah her şeyi kuşatmıştır. (şeyleri Esmâ’sından yaratmış olması sonucu muhîttir) [4:126]
Dilküşâ’nın her ne niyetle yazıldıysa maksadının hâsıl olması için, her şeyi içten ve dıştan çepeçevre sarmalayan manâsına el-muhit ayetlerinin topluca tefekkür edilmesi pek mühîmdir:
İnsanlardan gizler de Allah’tan gizlemezler. Halbuki geceleyin, O’nun razı olmadığı sözü düzüp kurarken O, onlarla beraber idi. Allah yaptıklarını kuşatıcıdır. [4:108]
Halbuki Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır. [2:19]
Eğer sabreder ve korunursanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez. Şüphesiz Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır. [3:120]
Çalım satmak, insanlara gösteriş yapmak ve (insanları) Allah yolundan alıkoymak için yurtlarından çıkanlar (kâfirler) gibi olmayın. Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır. [8:47]
Onlardan bazısı: “Bana izin ver, beni fitneye düşürme” der… Dikkat edin, fitnenin tâ içindedirler zaten! Muhakkak ki Cehennem (yanma şartları), hakikat bilgisini inkâr edenleri (Esmâ’sıyla onların hakikati olarak) ihâta eder! [9:49]
(Şuayb:) «Ey kavmim dedi, size göre benim kabilem Allah’tan daha mı güçlü ve değerli ki, onu (Allah’ın emirlerini) arkanıza atıp unuttunuz. Şüphesiz ki Rabbim yapmakta olduklarınızı çepeçevre kuşatıcıdır. [11:92]
Vaktiyle sana şöyle vahyettiğimizi hatırla: “Şüphesiz Rabbin insanları kuşatmıştır. [17:60]
Dikkat edin! Muhakkak ki onlar Rablerinin likâsından (Rablerinin varlıklarında açığa çıkışını yaşamaktan) şek – şüphe içindedirler! Dikkat edin! Muhakkak ki O, Bi-küllî şey’in (her şeyin Esmâ özellikleri ile varlığını meydana getiren olarak) Muhît’tir (ihâta eder)! [41:54]
Sizin güç yetireceğiniz başka ganimetler de vardır. Allah onları kuşatmış bulunuyor. Allah, her şey üzerinde Kadîr’dir. [48:21]
ALLAH, yedi göğü ve aynı şekilde yeri[n sayısız parçasını] yaratandır. O’nun [yaratıcı] iradesi, bütün bu [yarattık]ları aracılığıyla kesintisiz tecellî eder ki Allah’ın her şeye kâdir olduğunu ve her şeyi bilgisiyle kuşattığını, muhît olduğunu göresiniz. [65:12]
O, bunu (Peygamberlerinin, insanlara) duyurduklarının, Rableri tarafından gönderildiğini bilmeleri için yapar. Çünkü O (Allah, zâten) onların söylediklerini (bilgisiyle) kuşatmış ve her şeyi tek tek kaydetmiştir. [72:28]
Allah onları arkalarından kuşatmıştır. [85:20]
Binâen aleyh seyrimizde bidâyet ve nihâyet yoktur zira rûhânî ve cismânî dünyevî ve uhrevî her mazharda Hakk müşâhede edilir. Nitekim Muhammedîler hakkında Cenâb-ı Fahr-i âlem (s.a.v.) hazretleri “Lev delleytüm bi hablin le hebeta ‘alallâhi”* buyurdu. Ve bununla haber verdi ki Cenâb-ı Hakk bâtın-ı semada yâni âlem-i ervahda olduğu gibi bâtın-ı arzda yâni âlem-i ecsâmda dahî hâzır ve mevcûddur. Ve o Allah herşeye muhîttir. Nitekim Hakk her şeyi muhit ettiğini bilip gören kimsenin müşâhedesi ve sulûku devriyye olur.
* “Muhammed’in nefsi elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki yeryüzüne bir ip sarkıtsanız Allah’ın üzerine düşerdi” (Ahmed bin Hanbel1415, II, 370; Taberani 1415: IV, 248-249)
Hüve’l bâtın değil perde
Hüve’z zâhir o her yerde
El-muhit: Her ne kesret var ise cümlesini çevreleyen ve cümlesinin müstağrak olduğudur. Bütün mânâları ihâta eden, kapsayan bir varlık olması neticesinde, kendinde mevcut olan bütün mânâları, gene kendi, kendi ilminde seyreder.