Korku yok ölüm yok

Varlığın Sevinci’nin parlak sözü bu:
“Yarın ölecekmiş gibi çabala ve hiç ölmeyecekmiş gibi yaşa.”

Ölümden korkmayan sâdece bir kez ölür
[G. Falcone]

– Öyle korkular yaşadım ki hiç olmadılar

Korku bir alışkanlıktır ve sebebi mevcut durum değildir
Durumun sandığın kadar vahim olmadığını anlayasın!

Korku, BAŞKALARI veyâ DIŞ DÜNYA tarafından zarar görebilecek içerde BEN adında bir kurban olduğuna dâir ölümcül varsayımından doğar.

ÖLÜM YOK, KORKU YOK…

Nehirle veyâ evrenle bir olduğunuzun farkına varmadığınızda korkuya kapılırsınız. Damlalara ayrılsa da ayrılmasa da su, sudur işte. Yaşamımız ve ölümümüz aynı şeydir. Bu gerçeği fark ettiğimizde artık ölüm korkusu kalmıyor.
[S. Suzuki]

Ölüm korkusu, yaşam korkusundan kaynaklanıyor değil mi? Dolu dolu, derinden yaşayan biri, her an ölmeye hazır gibi…
[M. Twain]

Ölüm korkusu, toplam işleyiş,  büsbütün akış içinde, bedenin kimliğini ayrı bir varlık olarak kabul etmenin cezasıdır. Ölümden korkan sâdece doğumdur ve her doğan ölecektir!
[N. Maharaj]

Ölümden korktuğumuz sürece kontrol edilebiliriz.
[A. Watts]

Ölümün zıddı doğumdur hayat değil
Yaşamın anti-tezi korkudur, ölüm değil ki…
Ölüm, yaşama karşı değildir korku, yaşama karşıdır

Korku, tıpkı cehennem gibi…

Korku hayatın düşmanı, ölüm ise dostudur
Ölüm yaşama karşı değildir
Sürekli olan fark edilemez
Yaşamı mümkün kılan ölümün farkındalığıdır

Kişinin ölüm gerçeğiyle yüzleşmesi, kişisel korkunun sonu ve gerçek hayatın başlangıcıdır.

Ölüm korkusu
Yaşamanın ölümü
Yaşanmamışlığın ölümü

Hayattan korkanlar, ölümden korkanlardır

İyi yaşanmamış yarım bir hayat, ölümden korkuyor
Yaşayan ne bilmeyen, zaten ölü de gömülmeyi bekliyor

Filmle birlikte sona ereceğini sanan film karakterinin ölüm korkusu, her filmde türlü türlü oynayan Varlığın Sevinci ile bir arada olamaz doğrusu…
[A. Kadrî]

Bütün korkular, ölüm korkusundan kaynaklanır
Ölüm korkusu, zamanın tükenmesi korkusudur
Zaman korkusu, yaşanmamış bir hayatın kokusudur

Şimdi büsbütün yaşa ve zaman kaybolacak…
Zaman kaybolduğunda, ölüm artık problem değildir zirâ çözülmüştür
Çünkü cennette zaman yoktur!

Biz sınırsız yaşamız
Doğuma yakalanmadık, ölüme yakalanmadık
Varlığa da yakalanmadık, yokluğa da yakalanmadık

Bu dile gelmeyen gerçeğin fısıltısıdır…

Hâni “Ölümden çok korkuyorum” dedin ya bir ara tenhâda
Hayattan en çok korkanlar, ölümden korkanlardır aslında

Bak işte bir köpek toparladı bu dağınık dersi…

Sâhibinin kapalı bir odaya girdiğini gören sâdık köpek, kendisini orada nasıl bir tehlikenin beklediğini umursamadan, belirsizlikten hiç korkmadan, o kapıyı iterek açar ve içeri girer.

Bildiği tek şey, efendisinin orada olduğu…

O’nun da orada olduğunu
Hep seninle olduğunu bildiğin hâlde
Neden Ölüm’den korkasın?
Bir nefes yalnız mı kaldın?

Mutlu bir yaşam akışının önündeki tek engel, ölüm korkusudur.

Bu soruyu aşk ile döne döne sorgula:
“Ne ölür?”

Zira “Ölen nedir” bilen ölmeyecektir!

(Buradan kayan yazıyı, en başından “hacklenen” bir ego sistemi olarak bir daha okuyunuz, Ali sofrasına bir bardak da bizim için koyunuz vesselâm)

Gerçekten karanlık olduğunda
Göz görmeye başlar sonunda

“Gözyaşının dinmediği uzun bir gecede
Benliğin ölümüyle yere yığılmış bir adam
Korku cehenneminden çıkıyor
Zihin kendine geliyor

Tanrı zihin dünya
Her biri Bir’dir
Ve fırtınanın yıktığı evde alabildiğine özgür”

Yaklaşıyor yaklaşmakta olan…

Deneyimin Doğrudan Dokusu

O kafesi arala
Kelimeyi parala

Çemberiyle hapsolur her dâirenin çapı
İtmeden anlaşılmaz, kapalı mıdır kapı

Ben merkezli çevremiz, isim ve resimlerle sınırlı değil, hem imkanımız o kadar dar değil…

Bir isim verip vesikalık çektirdiğimiz SEN ve BEN
Ne bu dar bedeniz ne de şu hasta zihin

Bütün bunlar açık görüşlü olmamızdan, net görüş, duru bakış eksikliğimizi örtmek için tanımladığımız yapay sınırlardır.

Gökteki şu buluta veya yerdeki bu çiçeğe dikkat ettiğinizde, algı, isim, resim ve onlara yüklenen kavram ara yerde mevcut olan tek şey değildir öyle değil mi?

Varoluşun o anda uçan, güzel öten, renkli hâline, biricik ifâdesine “kuş işte” deyince onu bihakkın tanımış mı oluyoruz yâni?

Ortada asıl, bu filmi paylaştığımız ve her birimizin de anlık görünümü olduğumuz büsbütün bir mevcudiyet yok mu?

İsim ve formun kendisi
Bu sonsuz zenginlikteki arka plandan,
Vahdet-i vücûttan canlılık olarak fışkırmıyor mu?

Bu zevk ancak
Düşünceyle ulaşılamayan
Bir anlık farkındalıkta parlayabilir

Bir anda
Akışta, göz kırptığımız bir renk
Kulak verdiğimiz bir ses
Aklımızı başımızdan alabilir
Evet O güzeller güzeli koku bizi bizden alabilir

“Zâten mucîze aklın aciz kaldığı bir andır!”

Ve nihâyet içi dışı hava dolu bu insan kıvamı, bu mükemmel yokluk imkânı, kişi-siz hava aracına, bir seyir terasına dönüşebilir.

Ne güzel buyurmuş o marifetli ressam:

“Masumiyetle algılanan, taze gözlemlenen basit bir havucun, içssel bir devrimi tetikleyeceği bir an gelecek…”
[P. Cezanne]

Belki şimdi duyulur

Âh bu ne güzel koku böyle

Aşk ile bir daha

Eşzamanlılık , iç ve dış olayların sebep sonuç ilişkisiyle açıklanamayacak ve gözlemci için anlamlı olacak şekilde bir araya gelmesidir.
[C. Jung]

Eşzamanlılık yerçekimi kadar evrenseldir. Aramaya başlayınca bir kez fark edilince her yerde bulunur.
[R. Shea]

Tesadüfün iğne deliği
Bak sen şu Allah’ın işine
Tevâfuk bu ya
Ayarlasan olmaz ama tam o esnâda…

Deneyimin doğal dokusu doğrudan fark edildiğinde tevafuk ne imiş bileceksiniz, mucize her ân imiş anlayacaksınız.

İnsanlar büyülü tesadüfleri açıklamak için eşzamanlılığı kullanırlar. Aslında “eşzamanlılık” kavramı, birbiriyle eşzamanlanacak iki ayrı şeyin, iki ayrı olayın var-sanması üzerine kuruludur.

Hayır hayır, sadece büsbütün bir hayat, bir kudret, bir BENLİK ve bir eylem akışı vardır:

O ve büsbütün OLuyor işte…

Ve yalnızlığın zifiri karanlığında
Eş-zamanlılıklar aracılığıyla aşk fısıldar…
“Hiç ayrılmadık seninle”

– Deneyimin doğal dokusunu doğrudan fark etmeye dâir, capcanlı bir örnek verebilir misiniz?

Tümdengelelim; her deneyim algı kapılarından akan akışla şekilleniyor.

Mesela deneyimin aktığı KULAK KANALINDA bir ses ortaya çıktığında, bunun insan sesi veya bir araba sesi, bir kuş sesi veya rüzgarın sesi olduğunu düşünmek yerine, ne olduklarını belirlemeden, bir kesinlik olmadan sesin dokusunu hissetmeye ne dersiniz?

Düşünceler ortaya çıktığında, düşüncelerin anlattığı mantığı ve hikayeleri önemsemek yerine, doğrudan düşünce kalıbının gelişini ve gidişini, deneyim dokusunun yükselişini ve düşüşünü hissedin.

Zihin, sesi “konuşan kişi” veya “kuş cıvıltısı” olarak yorumlar. Ancak ses, yalnızca enerjisel bir deneyim kalıbıdır. Zihnin yorumu sesi başlatmaz veya durdurmaz. Zihnin yorumu gerçeğe müdahale etmez. Sadece boş bir anlatım sağlar.

İşte bunu, böylece görmek deneyimin dokusunu doğrudan tatmaya canlı bir misal olabilir.

– Biraz daha yürüyelim mi?

Akl-ı cüz, beş oluktan gelen suyla beslenir, pistir. Akl-ı küll ise içinde kaynaktır, tertemizdir.
[Cenâbı Mevlevî]

Bu çeşmenin bir diğer oluğu olan GÖZ KANALINDA, bir ışığın belirdiğini hissettiğinizde, ışığın güneş ışığı, ay ışığı veya loş ışık, ne bileyim kutsal ışık veya rüya ışığı olduğunu belirlemek, belirsiz OLANI “bu budur” diyerek kesinleştirmek, akışı dondurmak yerine “ışık sadece ışıktır, olan bu” açıklığından zevk edin yeter.

Işığın yorumuna bağlanmak yerine doğrudan ışığın dokusunu, akıştaki canlı deneyim kalıbını canlı canlı hissedin.

– Üçleyelim daha güzel demlensin

Mesela bir hareketin meydana geldiğini hissettiğinizde, hareketin bedendeki elin hareketi, dışardaki nesnelerin veya rüzgarın hareketi, yoksa arabanın hareket ettiğini veya ışığın hareket ettiğini belirlemek, kesinleştirmek yerine, sadece hareket oluyor zevkiyle “Neyin hareket ettiğini” düşünmeden, hüküm ucunu belirsiz bırakarak, anlık deneyimdeki çıplak hareket olarak doğrudan hissedin.

Böylece bir düşünce yükseldiğinde, onu basitçe tespit edebilirsiniz. Düşüncenin yükselişini fark ettiğiniz anda, düşüncenin anlattığı şeyin, zihin hikayesinin ötesine geçmişsiniz demektir.

Bu, bir vakitler demlendiğimiz düşünceden bağımsız farkındalığın inceliğidir.

Bir deneyimin dokusunu doğrudan hissedebildiğiniz zaman, onu yorumlamanın ötesine geçmişsinizdir. Ziyade hiçbir adım gerekli değildir. Dokuyu hissetmek, doğrudan zihinsel yorum katmanının ötesidir. İkinci bir adıma daha gerek kalmamıştır.

Mesela bir “kıskançlık” duygusu oluştuğunda, bu duygu enerjisi kalıbının yükseldiğini doğrudan tespit edebilirsiniz. Zihnin “Kıskançlık” anlatımı üzerinde durmanıza gerek yok. Bu anlatımı geliştirmenize, hikayeyi büyütmenize, düğümü çözmenize gerek yok. Bir düşünceyi algılayabiliyor olmanız, duyguyu fark ediyor olmanız doğrudan bir aşkınlık hâlidir.

Bir şey kesin olduğu ölçüde, gerçek değildir. Gerçek olduğu ölçüde, belirsizdir.
[A. Einstein]

Bu aslında uygulamaya açık, çok basit bir tekliftir.

Bu teklifimizde, deneyim kalıbının içine girmenize, duyguları analiz etmenize filan gerek yok. Düşüncelerinizi eleştirmenize gerek yok. Sadece düşüncelerin gelip gittiğini, duygu enerji kalıplarının yükselip düştüğünü fark edersiniz; bu oluyor…

Deneyiminizin doğasındaki bu kalıbın, sürekli değişen içeriğini ne kadar çok fark ederseniz, o kadar aşkınsınızdır vesselâm.

Açık ve sessiz kalın, hepsi bu. Aradığın sana o kadar yakın ki, yol için yer yok.
[Abdal Kadrî]

Var-Yok Oluş-um

– N’oluyor yani yolun sonunda?

Doğrusal bir yol yok
Yüzeyden merkeze
Spiral seyirde
Dairenin başı neresi sonu neresi?
Evvel âhir birbirine değesi

“Özel bir yere” varan
âniden nihai gerçeği anlayan
“Özel bir kişi” filan olmuyorsun

Olana direniş
Olmayanı arayış eylemi olarak
Kendini ifade eden
Rûhî’nin Nefîse’yi boşamasıyla
Suyun düğümü çözülüyor
SU suya değiyor hepsi bu

Ayrı nesne (ne isene)
Ayrı özne (özü ne)
YOK (oluş)

Bu ikisi
şimdi burada OLAN eylemde
birleşiyor, ikiden bir biliniyor
Geriye kalan

“Oluş (şe’nnn) murâd-ı ilâhî”

Biriken geçmişe tutunmadan
Geleceğin belirsizliğini, kişisel beklenti ile daraltmadan
ANDA OLANA AÇIKLIK

Şimdi olan deneyim sûretinde
Kendini bâtından zâhire çıkaran
Bir gizli hazine, sonsuz ihtimal zenginliği
VAR (oluş)

BU OLUŞA KARŞI
Ne denli rahat, gevşemiş, kabulde olunursa
(RIZA)

Açıklık, kendini o denli açık eder
Zenginlik, senden de kendini belli eder

İlahi esprinin anlaşıldığı
Özü yüzüne yansıtan gözlere
Tatlı bir gülümseme

Kaynağa bağlı dillere
ELHAMDÜLİLLAH
Düşer

Rahmet böyle böyle
Gökten yere iner

Ayrı Benliği bırakmak değil
ayrı Benliğin olmadığını görmek gerek
[R. Spira]

Bir tarafta
Rûhî-Zâtî-Evrensel-Mutlak
Diğer tarafta
Nefîse-Şahsî-Bireysel-Mukayyet
Var sanırken

Şimdi Nefîse’yi de Rûhî oynattığına göre
Mutlak Rûhî’nin
Olana direniş ve
Olmayanı arayış eylemleri
“ego-kişi-bireysel: Nefîse”
maskesi altında oynadığına göre,
basit bir sualimiz olacak aynaya:

Arayış
Direniş
Var görünüyor değil mi bu filmde?

Evet olmamasına imkân yok

Peki niçin var ve ne vakit sona erer?

Bir ağaç kökünden nasıl su emer?

Bir kalp bütün vücuda nasıl kan pompalar?

Merkezdeki nokta, yüzeyden nasıl fışkırır cümle cümle?

Erlik suyu yerinden çıkıp nasıl yağar toprağa?

Hepsi hepsi
“Emme-basma tulumba” nasılsa öyle

• Kapanma-kasılma-sıkılma-daralma-kabz-kahr-celâl

•Açılma-yayılma-bırakma-genişleme-bast-lütûf-cemâl

Yaratılış
Oluş
Ancak bu iki yaka arasında gide gele açığa çıkıyor.

TUT
Arayış ve direniş bir kasılma

BIRAK
Gevşeme, rahatlama, teslimiyet bir genişleme

Yani bu iki eylem hep olacak sahnede
Ama artık ben olma alışkanlığı ile benim diyen kalmayacak ara yerde

İsminin ismi
Hâlinin hâli
Žatının žatı olduğu anlaşılacak

Tanrı (zat) kadîm kul (eylem) kadîm
Ayrılmadım bir adım

Ne der imiş duyanı sallayacak
Kıyamet kopacak
Toplananlar dağılacak vesselam

Şimdi nefesi tut-bırak
Elhamdülillah
Dışarda arayış ve olana direniş ile
Yeterince yorulduktan sonra
Kul-Nefîse sıkışıyor ve H-z-r yetişiyor
Bak ne güzel olu(ŞU)yoruz

Bütün bu akanların nihâyetinde
Aşk ile bir daha dinlenelim