O’na muhalefet

Allah’a muhalefetten sakınınız. [Hazreti Ali -kerremallahü vecheh]

Anla artık! Her iki dünyada da O ne dilerse ancak o olur. [Hazreti Pir Mevlana]

Hazretim bu sözle insanı, hayatının en temel tercih noktasında uyarıyor: Yaratıcı ile cedelleşme. Ona karşı çıkma, isyan etme. O’nu yok sayma, inkar etme. O’nun sözünden, çizdiği yoldan uzaklaşma. O’nunla zıtlaşma. O’na düşman olma. Ona düşman olanla bir olma. O’ndan kopma.

Bunun öteki ucunda da şunlar var?

O’na itaat et. O’nun verdiklerine razı ol. O’nu bil. O’na bağlan. O’na sımsıkı sarıl. O’nunla birlikte ol, O zaten hep seninle, bu birlikteliği idrak et. O’na şükret. Sabır gerektiğinde sabret. O’nu sev. O’nun dostlarını sev. O’nun dostlarıyla birlikte ol. Onun çizdiği yolda ol. O’nun ipine sarıl. O’nun kitabı ile yaşa. O’nun Peygamberinin elinden tut.

“Allah’a muhalefet” ne demek?

O’nunla olan hukuku zedelemek demek. Evet, bir hukuk var O’nunla. O, yani tüm varlığı yaratanla… Yaratma hukuku bir kere, sonra hayatı idame, rızık verme. Gözün göz, kulağın kulak, yüreğin yürek, beynin beyin olması… İnsan olmamız O’nun lütfu. Bir nutfenin içinde gözler, kulaklar, kalb, beyin,kemikler… kadıb – erkek… insan… Bu akıl akıl ötesi hadise bir hukuk doğurmaz mı?

Bu hukukun bir sonucu var. Onu O (c.c.) bildiriyor. “Yarattım, bana kulluğunuzu idrak edin” buyuruyor. İşte bunu çiğnemek demek Allah’a muhalefet. Zatını bilebilecek potansiyelde yaratmış insanı, bilmemekte direniyorsunuz, bildiniz, O’nun hayat için gönderdiği yol haritasını tanımamakta direniyorsunuz, yol haritasını tanıyorsunuz, ama üzerinde tahrifata girişiyorsunuz.

Yaptığınız nedir? Allah’a muhalefet!

“Allah’a düşmanlık” tanımlaması var Kur’an’da, “Allah’a isyan” tanımlaması var. “İnkar” var, “küfür” var… “Hasımlık” var. “Fücur” var. Buna karşılık “itaat” var, “sevgi” var, “rıza” var, “bağlılık – sarılma” var, “iman” var, “takva” var…

İnsan Yaratan’ı ile ilişkide, birinciler içinde olmayacak, ikinciler arasında bir şahsiyet inşasına yönelecek. İnsanın yeryüzü imtihanı bu iki uç arasında…

Allah’a muhalefet mümkün mü?

Aslında buna imkan yok. Yani insan nesi ile nasıl muhalefet edecek Yaratıcısına?

يَا أَيُّهَا الْإِنْسَانُ مَا غَرَّكَ بِرَبِّكَ الْكَرِيمِ

Ey insan, ihsanı bol Rabbine karşı seni aldatan (mağrur eden) nedir? [İnfitar, 6]

Bir düşün ey insan! Bir düşünelim. Mümkün mü gurur? Bu, ahmaklık – aptallık olmaz mı? Nimetleri düşün, böyle cömert bir Rabbin var. Bir de onlardan herhangi birisinin eksildiğini… Hani nefes almakta zorlandığını, ciğerlerindeki bronşcukların kapandığını, genzine bir şey kaçtığını, beyin damarlarından birisinin koptuğunu, dilinin fonksiyonunu icra edemez hale geldiğini, sinirlerinin çürüdüğünü, yediklerini – içtiklerini çıkaramadığını vs… Uykunu alsaydı O’nun kudreti? Gözlerin kapanmayıverseydi?

Kime sığınırdın? -Aman Allah’ım! diye bağırmaz mıydın?

Denizde fırtınaya tutulsan, yer yerinden oynamaya başlasa… Güneş doğmasa, gece gelmese ne yapardın? Güneşi doğdurur muydun, ya da güneşin üstünü örtecek bir bezin mi vardı? Aslında muhalefet diye bir şey olamaz.

Muhalefet bile Allah’ın izniyle… Öyle kurmuş düzeni… Bakalım şu insanoğlu ne yapacak? Zalum mu olacak, cehul mu? Kan mı dökecek, fesat mı çıkaracak? Yoksa içinden kimileri alay-ı illiyyine çıkmaya mı çabalayacak? Rabbim bana bakıyor, O’na bir güzellik sunayım mı diyecek?

Şah damarımız kimin elinde? Yaratmasaydı hesap mı soran olacaktı? Yaratmasaydı “Beni niye yaratmadın?” diye muhalefet eden mi bulunacaktı?


Aslında baksa insan, Allah’a hep muhalefet halinde bulunamadığını da anlayacak. Gidip geliyor muhalefetle iman arasında… Çünkü “ana muhalefet” insan fıtratına aykırı. Yani insanın Rabbine muhalefet etmesi için kendi kendisi ile savaşması lâzım. Beynine zulmedecek, kalbine zulmedecek, ruhuna zulmedecek… Evet, önce ruhuna zulmedecek… Ki o, Rabbani bir özellik taşıyor. Nasıl yapar insan bunu? Stres.. Kalb sancısı… Rabbinden uzaklaşan kalbin sancısı… Nasıl dayanır insan bu sancıya? Olmaz.

Allah’a muhalefet hangi şekillerde olur?

Ama insan savrulur bazen, kafası karışır, zihni bulanır ve yaratılış gayesini bilemez hale gelir. Varoluşunun kendisine bağlı bir tasarruf olmadığını unutur? Ondan sonra da muhalefete kalkışır? Belki bunu Allah’a muhalefet ettiği’nin farkında olmadan yapar. Sorulsa Allah’a inandığını söyler. Ama unutur Rabbini. İnancın hayata yansıması neredeyse sıfırdır. O’nun kaderine, verdiğine aldığına, düşürdüğüne yükselttiğine razı olmaz. “İsyan” gelir dayanır diline, gönlüne…

Kitabına razı olmaz. Başka kitaplardan hayat çerçevesi devşirmeye kalkışır. Peygamberine razı olmaz. İzini kaybeder onun, yolunu kaybeder, onunla buluşmayan yollar edinir, onun elinden başka tutunulacak eller edinir, buluşulacak kalpler edinir. Ona sevgi Yaratan’ a sevgi iken, Ona itaat, Yaratan’a itaat iken, sevgileri savrulur, itaatleri savrulur.

Ahiretini düşünmez. Yolculuğunun farkında değildir. Hayat defterine, Yaratanını gücendirecek şeyler yazılması karşısında duyarsızdır, kaygısızdır. Allah’ın hududuna riayet etmez. Oysa her hükümdarın çizdiği sınırlar vardır. Kainatın yaratıcısı olan Allah’ın sınırları da vardır. İnsan, yeryüzü hükümdarlarının sınırlarını görür gözetir de, ilk daralmada aşar ilahi sınırları…

Hayatı parçalanır insanın, Allah için olanla Sezarlar için olan arasında… Sezarların bile ancak Allah’ın iradesi ile var olduğunu unutarak.

Peki Allah’a muhalefet edenin akıbeti nedir? Hüsrandır. Dünyada da hüsrandır, ebedi alemde de…

İnsan dünya hayatını hayat mı sanır, birkaç saatlik zamandır hepsi… Gidilecek bir ebediyyet dünyası vardır ve oranın mutlak hakimi Allah Tealadır.

يَوْمَ لَا تَمْلِكُ نَفْسٌ لِنَفْسٍ شَيْئًا ۖ وَالْأَمْرُ يَوْمَئِذٍ لِلَّهِ

Bir gündür ki hiçbir kimse, hiçbir kimseye yardım edemez o gün ve hüküm, o gün Allah’ın.. [İnfitar, 19]

İnsana bu dünyada sadece mühlet verilir, o da imtihan süresidir. Orada perdeler kalkar, herkesin gözü en keskin biçimde gerçeği görmeye başlar. Ahmaklık etmemeli insan, burada ebedi kalacakmış gibi tasavvurlar – davranışlar içine girmemeli. Ahmaklık ederse, ebedi hayatını karartır.

Üç Günlük hayat biter, ya ondan sonrası?

“Her şey yazılıyor” diyor Halık-ı zülcelal. Eller, gözler, deriler, ayaklar şahitlik yapacak, diyor. Melekler üzerinizde diyor. Bir söz söylemezsin ki onu kaydeden bir gözetleyici bulunmasın. Ahireti ortadan mı kaldırdın? Kendi başına mı geldin dünyaya? Nereye gidiyorsun, öldükten sonrayı şimdiden tayin mi ettin, garanti mi?

Boş kurgular… Allah her şey üzerinde mutlak gözetici, gözetleyicidir.

Neyin muhalefeti?

İnsan bilinç halinde sürekli Yaratıcıya muhalefet etse, ya buna aklı tahammül etmez, ya yüreği…. Ya çıldırır, ya hayatına son verir. Belki bilinçsiz muhalefetler içinde olur insan. Başkaldırdığını, isyan ettiğini, aykırı davrandığını sanır… Ama bu süreçte bile yer yer fıtratı devreye girer ve inançlı insanın yaptığını yapar. Rabbiyle sürekli kavga, insana göre değildir. İnsan işi değildir. Onun için Kur’an öyleleri için “Hayvandan aşağı” tanımlamasını yapar.

Kur’an ne diyor?

Kelam-ı Kadim, Kur’an-ı Kerim neredeyse tamamında insanın Rabbi ile ilişkisindeki düzeni – düzensizliği değerlendirir. İnsanın dünya hayatı, rabbi ile ilişkisinin imtihanıdır çünkü. Öyleyse gelin, Kur’an’ın “Allah’a muhalefet eden”e bakışını okuyalım:

İnsan kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmez mi ki, hemen apaçık bir hasım kesilir! [Yasin, 77]

Gök yarıldığı zaman, Yıldızlar dağılıp döküldüğü zaman,Denizler kaynayıp birbirine karıştığı zaman,Kabirlerin içinde olanlar dışına çıktığı zaman, Herkes, neyi önünden gönderdiğini, neyi de geride bıraktığını bilecektir. Ey insan, ihsanı bol Rabbine karşı aldatan (mağrur eden) nedir? [İnfitar, 6]

O Allah ki seni yarattı, seni düzgün bir şekle koydu, mütenasip kıldı ve dilediği şekilde terkip etti, Hayır hayır, doğrusu siz dini (cezayı) yalanlıyorsunuz. Üzerinizde sizi koruyan, yaptıklarınızı yazan şerefli melekler vardır. Onlar yaptıklarınızı bilirler.Samimi mü’minler hiç şüphesiz büyük bir nimet içindedirler. Kafirler ise cehennemdedirler. Ceza günü oraya gireceklerdir. Oradan ayrılamayacaklardır.Ceza gününün ne olduğunu sen nereden bileceksin! O gün kimse kimseye bir fayda sağlayamaz. O gün emir Allah’ındır. [İnfitar Suresi, 1-19]

O gün Allah’ın düşmanları, toplanıp cehennem ateşine sevkedilirler. Ve bölük bölük ayrılırlar. Cehenneme geldikleri zaman da kulakları, gözleri ve derileri işledikleri hakkında aleyhlerinde şahitlik yaparlar. Allah’ın düşmanları derilerine “Niçin bizim aleyhimizde şahitlik yapıyorsunuz?” derler. Onlar da “Bizi, her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. Sizi ilk defa yaratan O’dur. Yine O’na döndürülüyorsunuz” derler. “Siz, günahlarınızı kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin aleyhinizde şahitlik etmelerinden korkarak gizlemiyordunuz. Aksine Allah’ın yaptıklarınızın çoğunu bilmediğini sanıyordunuz. “İşte Rabbinize karşı beslediğiniz bu kötü zan sizi helak etti de böylece hüsrana uğrayanlardan oldunuz. [Fussılet, 19-23]

İşte Allah’ın düşmanlarının cezası bu ateştir. Ayetlerimizi inkar etmelerinin cezası olarak onlar için cehennemde, içinde ebedi kalacakları bir mesken vardır. [Fussılet, 28]

…Fakat babasının Allah’ın düşmanı olduğu ortaya çıkınca İbrahim ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrahim, çok niyaz eden, çok halim selim bir insandı. [Tevbe, 114]

Kim Allah’a ve Rasulüne isyan eder ve Allah’ın koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu ebedi kalacağı cehennem ateşine koyar. Ve onun için alçaltıcı bir azab vardır. [Nisa, 14]

Hz. Ali(kv) Efendimiz buyuruyor ki: “Allah’a muhalefetten sakınınız”

“Allah’a muhalefetten sakınınız. Kulu kurtaracak olan en üstün nesle iman, Allah yolunda cihad, insanın tabiatında mevcut olan samimiyet, dinin direği olan namazı kılmak. Allah’ın farz kıldığı zekatı vermek. Allah’ın azabına karşı bir kalkan olan Ramazan orucunu tutmak, fakirliği gideren ve günahları döken haccı ifa etmek, serveti bollaştıran, ömrü uzatan ve dostların sevgisini kazandıran akrabayı ziyaret, hataları silen, Allah’ın gazabına mani olan gizli verilen sadaka ve fena bir şekilde zuhur edecek ölüme engel olan ve korkudan koruyan iyiliktir.

Allah’ı devamlı zikrediniz. Çünkü zikirlerin en güzeli Allah’ı zikretmektir. Muttakilere vadedilenleri isteyiniz. Çünkü Allah’ın vadi vaadlerin en doğrusudur. Peygamberinizin yolundan gidiniz. Çünkü o, yolların en efdalidir. O’nun sünnetlerine uyun, çünkü O’nun sünnetleri yolların en şereflisidir. Allah’ın kitabını öğreniniz. Çünkü Allah’ın kitabı sözlerin en değerlisidir. Dini iyi anlayın, çünkü dini iyi anlamak kalpleri parlatır. Kur’an’ın nurundan şifa isteyin, çünkü o gönüllerdeki marazlara şifadır. Kur’an’ı, hakkına riayet ederek okuyunuz, çünkü en güzel haberler ondadır. Kur’an okunduğu zaman dinleyiniz. Konuşmayınız, umulur ki Allah size merhamet eder. Kur’an vasıtası ile doğru yolu bulduğunuzda öğrendiklerinizle hidayette daim olasınız. İlmiyle amel etmeyen âlim, bilgisizliğinden dolayı doğru yolu bulamayan günahkar cahil gibidir. Bana göre, cehaleti içinde bocalayan cahile nispetle ilmi ile amel etmeyen âlimin vebali daha büyük ve âlim daha perişandır. Her ikisi de mahvolmuş sapıklardır.”

Ey Allah’ın kulları! Size güzel misaller veren, ecelinizi tayin eden Allah’a muhalefetten sakınmanızı tavsiye ederim. Allah sizlere, istediğini dinleyebilen kulaklar, gören gözler ve gelecek çeşitli felaketleri sezen kalp vermiştir. Allah sizleri boş yere yaratmadı. Sizi başıboş olarak da bırakacak değil. O size güzel nimetler ikram etti, bol bol yardım etti. Sizin her yaptığınızı tescil ediyor. İyi ve kötü günlerinizde size yardım etti.

Ey Allah’ın kulları! Allah’a muhalefetten sakınınız! Yapacağınız işlerde azimli olunuz. İhtiyaç ve isteklerin son bulacağı ölüme iyi ameller yaparak hazırlanınız. Çünkü dünya nimetleri geçicidir. Onun felâketlerinden emin olunamaz. Aldatıcıdır. Zayıf bir gölge ve yıkılmaya yüz tutmuş bir dayanaktır. Arzu ve emelleri yorarak helak eder.

Ey Allah’ın kulları! İbret alınması gerekenlerden hisse kapınız. Her şeyden ibret alınız. Korkunç haberlerden ders alınız. Öğütlerden istifade ediniz. Ölümün pençesine geçmek üzeresiniz! Toprak sizi bağrına basmak üzere. Sûr’un üfürülmesiyle korkunç tehlikeler sizin etrafınızı saracak. Kabirdekiler çıkarılacak mahşer yerine sevk edilecekler. Cebbar olan Allah’ın denetimi altında hesaba çekileceksiniz. Mahşer yerine giderken, herkesin yanında onu oraya götüren biri ve yaptıklarına şahitlik edecek bir de şahit bulunacak. O gün Allah’ın nuru ile yer yarılır, amel defterleri ortaya konur, peygamberler ve şahitler huzura getirilirler. Kimseye zulmedilmeden aralarında adaletle hükmedilir.

O gün ülkeler sarsılır, tellallar bağırır. O gün kavuşmak günüdür. Gizli olan her şey açığa çıkar, güneş tutulur. İnsanlar ve onlarda hakları olan hayvanlar aynı yerde toplanırlar. Sırlar açığa çıkar, kötüler helak olur, kalpler ürperir. Cehennemlik olanlara Allah tarafından helak edici bir darbe ve feryat ettirici bir azap gelir. Cehennem hırslı, homurtulu, korkunç seslerle, hiddet ve tehdit savurarak karşılarına çıkarılır. Ateşleri yanar, suları kaynar, sıcaklığı vücutlara işler. Ebedî cehennemlik olanlar hiç çıkamazlar, onların pişmanlıklarının sonu yoktur, zincirleri de kırılmaz. Onların yanında kendilerine ateşin geldiğini, cehennemin yaklaştığını haber veren melekler vardır. Cehennemlikler Cemalullah’ı göremezler, Allah’ın dostlarından ayrılarak cehenneme giderler.

Ey Allah’ın kulları! Alçak gönüllü, mütevazi ve Allah korkusundan dünya değiştiren kullar gibi siz de Allah’a muhalefetten sakınınız. Onlar sakındırıldıklarından çekinirler, korkarlar, iyiliği istemekte acele ederler, tehlikelerden kaçarak kurtulurlar. Onlar ahiret için iyi ameller yaparlar, azıklarını hazırlayarak giderler.

İntikam alıcı ve ileriyi en iyi gören olarak Allah kâfidir. Davacı ve delil olarak amel defterleri kifayet eder. İyiliklerin mükafatı olarak cennet, kötülüklere karşı ceza olarak da cehennem kâfidir. Kendim için ve sizler için Allah’tan af dilerim.

• Ey Allah’ın yolunu arkasına atıp dünyevi işlere itina gösteren kişi! Seni; insanları memnun eden, fakat Allah’ı kendisine öfkelendiren birisi olarak görüyorum.

• Ey can! Dünyalık toplarken, gece odun toplayan fakat eline geldiğini bilemeyen kişi gibi olma. Eline geçen dünyalığın helal mi yoksa haram mı, meşru mu yoksa gayr-i meşru mu olduğuna dikkat et.

• Ey can! Dua ipini uzat. Allah’ın rızasına dön. Kalbin itiraz ettiği halde dilinle dua eder duruma düşme. Dilinle yaptığın duaya kalbin de inansın ve iştirak etsin.

• Ey can! Şeriatın ahkâmı ve ilmi ile amel et. Onun emrinden dışarı çıkma. Allah ile arandaki ahdi unutma. Nefsine, hevâî arzularına, şeytanına, meşru olmayan duygularına ve dünyaya karşı cihad aç.

• Günahlar, küfrün habercileri-elçileridir. Kalbin, diline uymuyor. İçin, dışını tutmuyor. Yaptığın, söylediğine uymuyor. Kalbinle bin kere Allahu ekber de. Dilinle ise bir kerre. İçinde binlerce mabud – ilah bulunduğu halde, dilinle, “Lâ ilâhe illallah- Allah’dan başka ilâh yoktur” demeğe utanmıyor musun? Halen içinde bulunduğun bütün kötü hallerden tevbe et Allah’a dön…

Bir Müslüman Tarifi

O'(sav)nun dilinden bir Müslüman tarifi… Bunu bulmak, bunu bilmek ve kişiliğimizi o tarif içinde tanımlamak zorundayız. O'(sav)nun devr-i saadetinde yaşasaydık, hiç şüphesiz, O, bizi inşa ederdi. İndirilen vahye ve onun ulvi şahsiyetinde-ısmetten süzülmüş sözlerinde temessül eden akislerine göre, ellerimizi, ayaklarımızı, gözümüzü, kulağımızı, dilimizi, dimağımızı, gönlümüzü yoğurur, İslam potasında yeniden biçimlendirirdi. Her birimizden Hatice’ler, Ebubekir’ler, Ali’ler, Ömer’ler, Osman’lar, Bilal’ler, Sümeyye’ler, Ammar’lar, Mus’ab’lar doğardı.


O, emanetleriyle devam ediyor. Kur’an’la ve Sünnet’le… İnsan, bugün de İslam tarifine göre kişiliğini inşa etme kaygısına düştüğünde, O’nun emanetlerine başvuracak. O’na benzemeye, kişiliğini O’nun taşıdığı mesaj içinde tanımlamaya gayret edecek.Etrafında sanki O’nun çevresinde yaşıyormuş gibi bir iklim oluşturmaya çalışacak. O’nu arayacak devamlı. O’na soracak… O’nsuz bir hayattan korkacak.

Nasıl olacak bu? O’nun, en ince ayrıntılarına kadar tesbit edilen hayatını ve sözlerini öğrenip, hayat rehberi edinip, yaşanır kılarak… Diğer bir ifadeyle, her eylemimizde, Kur’an’dan veya Rasulullah’ın hayatından doğrulayıcı bir hüküm bulmak gibi…


Bu yazı için dolaştığımız Hadis mecmualarında bir “Müslüman kişiliği”nin değişik boyutlarını tesbit ettik. Bu, bir bütün değil. Diyelim, elimizin, gözümüzün, kulağımızın ölçüleri… Oysa “tarif, -tarifin tanımı gereği- efradını cami, ağyarını mani olmalı…” Yani daha ihata edici bir Müslüman tarifi için, bütün Kur’an’ı, bütün Hadis külliyatını alıcı ve yaşayıcı gözle taramak gerekiyor. Bunu yapmamak, elimizin ya da gözümüzün müslümanlaşmasıyla yetinip, kulağımızı ya da dilimizi ihmal etmeye razı olmak gibi bir şeydir. Yarım arınma, yarım İslam ya da…

Ey iman edenler! İslam’a tam anlamıyla, her şeyinizle girin… [Bakara, 208]

Oysa Allah Teala, ادْخُلُواْ فِي السِّلْمِ كَآفَّةً buyurarak, “Bütün olarak İslam iklimine girmemizi” istiyor.

Şu aşağıya çıkardığımız ölçüler, sadece “Sahihi Buhari Muhtasarı ve Tecrid-i Sarih Tercümesi”nin birinci cildinden seçerek bir kural disiplini şeklinde ifadelendirdiklerimdir. Oysa sadece bu kitap 12 cilttir. Buhari gibi daha bir çok sahih hadis kitabı vardır ve bunlar, belki birbirini tamamlayan belki daha farklı haberler taşıyan muhtevalarıyla, Allah Rasulü'(sa.)nün hayat ölçülerini bize taşımaktadırlar. “Ebubekir’i yıldız edinmek” demek, tüm bu hayat ölçüleriyle buluşmak ve onları hayat ölçüleri halinde temessül etmek demektir.

İsterseniz şöyle azıcık dolaşalım, İmam Buhari’nin resmettiği ve onların hayat halinde yaşadıkları iklim içinde:

  • Haya sahibi olmak.
  • Dili ve eliyle başka Müslümanlara zarar vermemek
  • Allah’ın nehy ettiğini terk etmek
  • Başkalarını doyurmak
  • Tanıdığına, tanımadığına selam vermek
  • Kendisi için arzu ettiğini diğer mü’minler için de istemek
  • Nefsine karşı dahi olsa insaftan ayrılmamak
  • Fakirken bile infakta bulunmak
  • Hz. Peygamber’i(sav) kendi öz canından, babasından, evladından ve dünyadaki her şeyden daha çok sevmek
  • Sevdiğini Allah için sevmek
  • Küfürden imana geçtikten sonra yeniden küfre dönmekten ateşe atılacakmışçasına nefret etmek
  • Ensarı ve muhacirleri, yani Hz. Peygamber’in ashabını sevmek
  • Hırsızlık yapmamak
  • Zina etmemek
  • Evladı öldürmemek (Kürtaj ?!)
  • Uydurma ve yalanla başkasına bühtanda bulunmamak
  • Namazı devamlı kılmak
  • Zekat vermek
  • Allah yolunda cihad etmek
  • Haccetmek
  • Yapılan ikrama teşekkürle karşılık vermek, küfran-ı nimette bulunmamak
  • Hiç kimseyi anasından babasından veya bir akrabasından dolayı ayıplamamak
  • Emrinde çalışan varsa, onlara kendi yediğinden yedirmek, kendi giydiğinden giydirmek, güçleri yetmeyecek zahmetli iş yüklememek. Ağır işlerde yardımcı olmak
  • Bir başka mü’minle savaşmamak
  • Bir başka Müslümanla savaşmak isteyene mani olmak
  • Yalan söylememek
  • Vaadinde durmak
  • Emanete hıyanet etmemek
  • Bir tartışma söz konusu olduğunda haktan ayrılmamak
  • Allah yolunda şehitlik duygusunu aşk gibi taşımak
  • Dinde orta yolu tutmak- ifrat ve tefritten kaçınmak. Yapabildiğin ibadet azda olsa ona nail ettiği için Allah’a şükretmek
  • Dinde müsamahakar ve kolay bir yol tutmak
  • İslam’ı bütün güzelliği ile yaşamak, ona sımsıkı, sağlamca yapışmak
  • İbadetleri devamlı yapmak. Azsa bile devamlı yapmak
  • Bir Müslümanın cenaze namazını kılmak ve defnine kadar refakat etmek
  • Bir Müslümana veya Müslüman gruba sövmekten fasıklığa düşmekten çekinircesine kaçınmak
  • Helal ve haram sınırlarına riayet etmek ve günah şüphesi taşıyan işlerin sınırlarında dolaşmamak…
  • Allah’ın sevdiği iki huyu, hilm ve teenniyi şahsiyetinin parçası haline getirmek.
  • Bir ibadet yapıyorsa , niyetini yalnız Allah’a yöneltmek. Niyetleri temizlemek, şirkten, riyadan arındırmak
  • Bir sadaka verdiğinde, bunu yalnız Allah rızası için vermek. Sevabını Allah’tan umarak, aile efradına infak edilen, yedirilen, içirilen şey bile sadaka sayılır.
  • Her Müslümana karşı hayırhah olmak. İçini dışını yanlış duygulardan temizlemek
  • Emanete riayetsizliği, bir kıyamet habercisi gibi değerlendirip, işleri ehline vermek. Bu iş çok basit bir görevden devlet sorumluluğuna kadar böyledir.
  • Abdest alırken, abdest uzuvlarını çok iyi yıkamak. Yıkanmayan yerlerin cehennem ateşine maruz kalacağından endişe eder gibi, uzuvları yıkamada titiz davranmak. Bunun için de abdest alırken aceleden sakınmak. Abdesti eksiksiz almak. Peygamberimiz abdest sırasında, iyi yıkanmamış bir ayağı görünce ” Cehennemde yanacak ökçelere yazık” buyurmuştur.
  • Bir Müslümanın kanını, malını , ırzını tıpkı Mekke’nin haram aylarındaki hürmeti gibi haram bilmek. Onlara saldırmaktan kesinlikle kaçınmak. Onları korumak.
  • İslamdan öğrendiği bir şeyi bir başka Müslümana ulaştırmak için gayret göstermek. Bir başka Müslümanın , o emre kendisinden daha ihlasla ittiba edeceği ümidini taşımak. Ayrıca , bunu bir tebliğ görevi olarak telakki etmek
  • Vaaz ve nasihatle, tebliğde hitab edilen insanın durumunu, kapasitesini , yorgunluğu, hastalığını, yaşını gözetmek
  • Dini kendimize ve başkalarına zorlaştırmamak. Dinde de itidal sahibi olmak.
  • Ümit verici olmak. Korkutucu olmamak. Tebliğde kolaylığı göstermek, müjdelemek, nefret ettirmemek…
  • Bir ümmetin parçası olduğu duygusunu hiçbir zaman yitirmemek.
  • Allah’ın emrini yaşarken ayağını sağlam yere basmak, sabit-kadem olmak. Bu yapıldığı takdirde, İslam’a ve ümmete muhalif olanların onlara zarar veremeyeceğine inanmak.
  • Allah’ın mal verip de onu hak yolunda tüketmek için çaba sarf eden insana ve kendisine hikmet ihsan edilip de onunla hükmedene ve onu öğreten insana gıbta etmek, özenmek , Allah’tan bu hasleti kendisine vermesini dilemek.
  • Bilgisi olmayan bir mevzuda İslâm hakkında hüküm vermemek
  • Dine isnad ederek herhangi bir şey uydurmamak. Özellikle Hazret-i Peygamber (sav)’e ait olmayan bir şeyi O’ndanmış gibi rivayet etmemek. Böyle yapmanın Cehennem’deki yerini hazırlanmak demek olduğunu unutmamak.
  • Çocuklarına Hz. Peygamber’in isimlerinden birini vererek O’na sevgisini ortaya koymak.
  • Mekke’de kesinlikle kan dökmemek, niza kavga etmemek, ağacına, çiçeğine, otuna, hatta dikenine bile dokunmamak.
  • Giyimde İslam’ın temel ölçülerine uymak. Kadınların tesettürde haya, iffet gibi ulvi özellikler yanında ahlaki değerleri de bünyelerinde toplamaları ayrıca giyinik olmakla birlikte dikkat çekici davranış ve hareketlerden kaçınmaları…

İşte böyle… İsterseniz bunu, Riyazüssalihin’in bize taşıdığı güzel dünya ile tamamlayabilirsiniz, isterseniz başka hadis bahçelerinde soluklanabilirsiniz. Bakın şu ölçülere:

  • Sevdiğini yalnız Allah için sevmek.
  • İmandan sonra küfre düşmeyi ateşe atılmak kadar tehlikeli bulmak.
  • Kendisi için sevdiğini başkası için de sevmek…
  • Elinden ve dilinden diğer insanların zarar görmemesine itina etmek.
  • Komşuya kötülük etmeyi, cennetten uzaklaşmak kadar tehlikeli görmek.
  • Söylediğinde hayır yoksa susmak.
  • Kötülüklere mani olmak için eliyle, diliyle müdahalede bulunmak, hiç olmazsa kalbiyle direnç göstermek…
  • Hiç kimseye zulmetmemek, zulme karşı durmak.
  • İnsanlara iyiliği tavsiye edip, kötülükten sakındırmayı sürekli bir misyon olarak kabullenmek.
  • Dış görünüşten önce kalbleri temizlemek.
  • İnsanlara güzel muamelede bulunmak.
  • Bir günah işlediğinde hemen peşinden bir iyilik yapmaya gayret etmek.
  • Sürekli nefis muhabesebi yapmak, günahların farkında olmak ve tevbe etmek.
  • Allah’a karşı gelmek anlamına gelen davranışlardan kaçınmak.
  • İnsanı, mü’min olarak akşama çıkıp kafir olarak sabahlamak gibi korkunç kafa karışıklıkları içine itecek olan fitne zamanları içinden geçilirken küçük bir dünyalık uğruna dinini satmamak.
  • Sağlık ve boş vaktin kıymetini bilmek.
  • Tebessümü, güzel sözü sadaka olarak addetmek.
  • Cömert olmak, cimrilikten de, saçıp savurmaktan da kaçınmak.
  • Mü’minleri, aynı binayı inşa eden tuğlalar ya da bir vücudun uzuvları gibi değerlendirmek ve hiçbir mü’mine buğz etmemek. Arkasından konuşmamak,. İftira etmemek, gıybetini yapmamak, sui zanda bulunmamak. Kardeşlik hukukuna aykırı hiçbir davranış sergilememek. Acıları hissetmek, paylaşmak ve gidermeye çalışmak.
  • Tüm insanlara karşı merhametli olmak.
  • Hayvanlara dahi eziyet etmemek… taşıyamayacağı yük yüklememek, dövmemek…
  • İnsanların kusurlarını görmemeye, göstermemeye çalışmak.
  • Toplumun zayıf kesimleriyle ilgilenmek, hatta onlarla ilgilenmeyi Allah’ın bize verdiği rızıkların vesilesi gibi mütalaa etmek.
  • En güzel yiyeceğin el emeği ile kazanılan yiyecek olduğunu bilmek.
  • Eşine karşı hayırla, muhabbetle davranmak.
  • Çocukları emanet olarak telakki etmek.
  • Mü’minleri sevmeyi, cennet yolunun göstergesi gibi bilmek.
  • İçinde Kur’an’dan hiçbir ayet bulunmayan kalbi, harap bir ev gibi hissetmek.
  • Yoksulları sevmek ve onlara yakın durmak…
  • Acı da olsa hakkı söylemek.
  • Gönlünde hiçbir kimseye karşı kötülük beslemeden yaşamak.
  • Ahde vefalı olmak.
  • Haksız yere insanların mallarını yememek. Faizden kaçınmak ve faizi ayaklar altına alınacak kadar hakir görmek…

İşte böyle inşa ediliyor mü’minin kişiliği… Katil Ömer’den Hazreti Ömer çıkaran Peygamber terbiyesi disiplin budur. Köle Bilal’i Hazreti Bilal yapan…

“Efradını cami, ağyarını mani bir müslüman kişiliği” bu Peygamber (sav) tarifinin içinden çıkar…

Dua edelim, kişiliklerimiz bu tarif içinde yerini bulsun… Dua edelim her cümlede bir uzvumuz dışarda kalmasın…

Gayrete getir ruhunu

Can Dostlar Merhaba,
İşte son düzlüktesin; İşte, Rahmete ermedesin! Sıklaştır biraz daha adımlarını;
gayrete getir ruhunu, dimağını!

[Dinleyene Not:]
Hicaz’dan kainatın kalbinden, Makam sahibinin ruhaniyetinden mülhem bu satırlardan önce, mübarek sadırlardan, kutlu nefeslerden gelen nazlı niyazlarla bezeli “Kullarına yok sana layık meta”adlı Evç ilâhiyi, aşk ile dinleyenlerin ateş-i aşkları ziyade olsun

niyyetiyle atesiask.com üzerinden istifadelerinize sunarız…

[Kendime Not:]
İnsan Kullanım Kitabı “Kur’an-ı Kerim” bir gecede/geceye indi ve otuzbin geceden hayırlı ve bereketli kıldı O geceyi… Neden? Çünkü, Kur’an indiği zamana böyle bir bereket katmıştır. Peki, vahyin amacı zamana bereket katmak, onu binlerce kat daha değerli kılmak mıymış? Ne münasebet! Elbette vahiy insan için inmiştir. İnsana bereket katmak, insanı yüceltmek, onu mübarek kılmak için. Peki, o halde neden Kur’an vahyin zamana kattığı değeri ve bereketi ifade ediyor? Bunu anlamayacak ne var? Kur’an, insana mesaj veriyor. Parmak ayı gösterirken, parmağa değil, aya bakarlar. Eğer sen de âyetlerin (parmağın) gösterdiği yere bakarsan, şunu görürsün: Ey insan! İndiği geceyi bin aydan daha hayırlı yapan, yani bir ömre bedel bir gece kılan bu vahiy eğer senin yüreğine, zihnine, aklına, hayatına inerse neler yapmaz? Düşünsene bir! Sana ne hayır ve bereketler katacağını düşünsene bir! Hayatına inen Kur’an’ın hayatını nasıl bereketlendireceğini, değerlendireceğini düşünsene bir!” Hele bir düşünelim hayatımıza yön verirse “Kuran-ı Kerim” ne olur ahir ve akibetimiz!

[Zamana Not:]
Bir ay boyunca kendi kusurlarımızı düşünme ve Allah’a affettirme işiyle uğraştığımızdan başkalarının kusurlarını görmeme ve rahatsız olmama saadetine kavuştuk. Dünyanın, bizim önümüze attığı haram tanelerinden uzaklaşarak dünya tuzağına düşmemenin tadını çıkarıyoruz bayramda. Kazancımızdan bize ağırlık verenleri ve bizi cennete giden yolda ağırlaştıranları zekat, sadaka, fitre, fidye olarak verip hafiflemenin ve cennete doğru sevinçle koşmanın lezzetini tadıyoruz bu bayramda. Doğudan ve batıdan “En büyük benim veya en büyük biziz” çığlıklarına karşı kulak tıkayıp bir ay boyu millet olarak yalnız akşam ezanının “Allahü ekber/En büyük Allah’tır” nidasına kilitlenerek birilerine anlamlı cevap vermenin huzurunu bayram havasında yaşıyoruz. Karşılık beklemeden vermenin, yalan, talan ve gıybetten uzak durmanın, gönüldeki imanı amelle sulamanın ve sevap çiçekleri açtırmanın bayramını yaşıyoruz. Buhari, Müslim ve diğer hadis kitaplarının rivayet ettiği bir hadise göre “Oruçlu için iki kere ferahlık vardır. Biri akşam iftar ettiğinde, diğeri Rabbine kavuştuğunda”. Biz, imanla ölümü bile bayram kabul etmiş bir ümmetiz. Bütün sevdiklerimizle Yaradana, Hak Dost’a kavuşmak bizim için bayramdır. Mevlâ bizi affede, bayram o bayram ola / Cürm-ü hatalar gide, bayram o bayram ola… Bayramsa bayramımız; Hak Dost’un güzelliği ile güzelleşmemize, gam ve telaştan, sıkıntı ve kederden kurtulup daha dünyada huzur bulmamıza vesile olsun erenler

[Mekana Not:]
“Medine’deyiz. Ramazan umresi için yola çıktık ve Ramazan’ı bir süre Resulullah’ın yurdunda yaşayıp Kabe’ye varalım diye ilk durak olarak Medine’ye yöneldik. Gördük ki bu iş, sufilerin sıkça kullandığı bir ifadeyle “men lem yezuk, bilmez yazık! – tatmayan bilmez” türünden bir şey. Ramazan’ın son 10 günü.. Ve Mescid-i Nebevi… Peygamber Mescidi… İşte bu iki hadise birleştiğinde ortaya, anlatılmaz bir coşkulu buluşma çıkıyor. Buna bir de iftar saatini ilave ettiğinizde manzara daha bir doyumsuz oluyor. Hani iftar vakti yaklaşır da evin tüm ahalisi sofra başında toplanır ya… İşte aynen öyle… O sofrayı 500 bin kişilik düşünün. Kadın erkek her yaştan, her renkten, her dilden insanın katıldığı 500 bin kişi… 167medine Ve binlerce kişi tarafından Mescid’in içinde dışında açılan sofraların gerçek sahibinin Allah Rasulü olduğunu tasavvur edin… O’nun evindesiniz. Ondan başkasının sofra açması olur mu? Herkesin içinin kıpır kıpır dualarla dolu olduğunu unutmayın… İftar saatinde kabul edileceği bildirilen her bir duada toplanan dileklerin insanlık kadar geniş bir camiayı kapsayan iyilikler taşıdığını hatırdan çıkarmayın… Düşünüyorum, sanki Allah’ın Elçisi, yukarılardan bir yerden bu eşsiz manzarayı seyrediyor ve gülümsüyor. Seyrediyor ve tüm o ümmet çocuklarının ağızlarına birer küçük ikram sunuyor. Ya da her sofrada gönüllere huzur ve hayatınıza bereket dileğiyle minik minik konaklıyor. Bu manzarayı tamamlayan bir şey daha var ki, o, bu iftar sofralarının anlatılmaz güzelliğine, tarif edilmesi zor bir güzellik katıyor. Şöyle tasavvur edin: 50 santim genişliğinde, ben diyeyim 10 metre uzunluğunda serilmiş binlerce sofra… Sofranın iki yanında kimi zaman diz çökerek, kimi zaman bağdaş kurarak oturmuş insanlar… Herkesin açlıktan biraz süzülmüş, ama o ölçüde de ruhaniyet yüklenmiş simaları sofraya dönük. Kalpler birbirine bakıyor. Ve ellerinde açılmış birer Kur’an-ı Kerim. Gözler Kur’an’da… Okunuyor, okunuyor, okunuyor… Sanki iftar Kur’an’la açılacak. Kur’an Allah’ın zikri… Ve kalplerden birbirine “zikrullah” akışı yaşanıyor. İftar saati, yani ezan, yani bizim geleneğimizle topun patlaması bekleniyor. Ama ne bekleyiş… İçimde bu fotoğraf duruyor. Onu saklayacağım. Anlıyorum ki insanların Ramazan’larda buralara her yıl gelmeye çalışması, o fotoğrafı gönüllerinde sık sık tazeleme isteğinden kaynaklanıyor. Buraya Pazar günü geldik ve aynı gün salatü selamlarla Rasulullah’ı ziyaret ettik. Türkiye’den bir dolu dosttan, – şimdi isim isim saysam yerim yetmez, sayılmayan isimlerin gönlü kalır- selamını yüklenerek gelmiştik, onları adıyla sanıyla bildirdik. Duymuştur Allah Rasulü, selamlarına mukabele etmiştir eminim. O dostlar gönüllerinde o mukabil selamların serinliğini hissedeceklerdir. Bu güzelliği tadın inşaallah. Nasıl edin, edin bu güzelliği tadın. Anadolu’nun veya bir başka Müslüman kavmin Anadolu’sunun mütevazı insanlarını gördüm buralarda, aşkla gelmişler Resulullah’a misafir olmaya… Demek ki çok imkan değil, çok coşku, çok aşk gerekiyor. Dilerim bir Ramazan Allah Resulü’nün konuğu olur, tüm insanlık için yapacağınız bir duada O’nun ruhaniyetini de paylaşırsınız.”

Vakt-i şerif, Ramazan-ı Şerif, Cuma, Leyle-i Kadir, ömür ve şahsiyetlerimiz,
ahir ve akibet, zahir ve batınlarımız hayrola,
Aşkullah, Muhabbettullah, Marifetullah,
Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola
Şefaat û nebi cümlemize nasib ola efendim