Vahyî Bey’den

Arz-ı hâl itmek abesdir ey rumûz ana sana
Hâlimi her ân lisân-ı hâlim eyler itirâf

Miralay Receb Vahyî Bey, Konyalı Eskici Hacı Ali’nin oğludur. 1867 yılında Kandiye’de doğar. 1923 yılında vefat eder. Üsküdar’da Karacaahmet Mezarlığında medfûndur.

Gülistân-ı aşk u muhabbette yetişmiş olan bu pîr-i muhteremin aşk u irfânı önünde hiss-i ihtirâm ile mütehayyir ve mütehassis olarak ser-fürû ederim.

Demine, devrânına selâm olsun.

umutrehberi_ravza

RAVZA-İ MUTAHHARA
mef‘ûlü fâ‘ilâtün mef‘ûlü fâ‘ilâtün

Yâ Rab beni kavuşdur dârü’s-selâm-ı yâre
Rûhumda iştiyâkım çokdur o huld-zâre

Yok yok hatâ; cennet-i reşk-âver-i cenândır
Bir zerre hâki ercah bin dürr-i şâh-vâre

Sînâ-yı pür-tecellâ muzlim bunun yanında
Zîrâ bu Tûr’u Mevlâ bi’z-zât ider inâre

Fahr itse hakkı vardır gayrı mükevvenâta
El-hak o medfen olmuş mahbûb-ı Kirdgâre

Berâ‘atla sayılmaz ‘arş-ı berîne çıkmak
‘Ulviyyet-i hakîkî yüz sürme ol mezâra

Ey kudsiyâna kıble, ‘uşşâka cây-ı kuble
Ârâm-gâh sensin müştâk-ı bî-karâre;

Cismim nedir ki olsun yârin ayak türâbı
Rûhum da olsa hiçdir mefrûş o reh-güzâre

Vird-i likâ-yı pâkın virdi safâ-yı kudsî
Geldi hezâr-ı neş’e tab‘-ı dil-i hezâre!

Ey ‘âlemine rahmet, sırr-âşinâ-yı vahdet
Kulluk, büyük sa‘âdet sen şâh-ı kâm-kâre

‘Âlem fedâ-yı ‘aşkın kurbâna meyl ider mi
Her dem rebî‘ hüsnün hâcet mi kor bahâre

Nûr-ı cemâle nisbet, meh-tâb sanki şeb-tâb
Mihr-i visâle nisbet, hurşîd bir şerâre

Pâ-bûsa irmedikce, cânânı görmedikce
İtmez kabûl-i merhem rûhumdadır bu yâre

Ey kurb-gâh-ı Yezdân, mahbûb-ı lâ-mekân-şân
Şevkinle kalb-i Vahyî her lahza pâre pâre

Ben derd-mend-i zârım: Gâyet günâh-kârım
Senden ümîd-vârım kâfî bana bu çâre

Ey Rabbim, beni sevgilinin selâmet evine ve esenlik yurduna kavuştur. Ki o ebedi cennete karşı, ruhumda büyük bir arzu, karşı konulamaz bir özlem vardır. Gerçi O’nun makâmına, “cennet” demekle de hata ettim. O kalp,  cennetin dahi kıskandığı, gıptâ ile baktığı bir yerdir. Toprağının bir zerresi sultanlara lâyık iri taneli bin inciye tercih edilir. İlâhî feyiz ve tecellîlerin müşâhede edildiği, Hakkın bizzat nurlandığı Efendimizin makamına kıyasla(Zât tecellisi), Hz. Musâ’nın (as) vahye muhatap olduğu her tarafı tecellilerle dolu Tur dağı (Sıfat tecellisi) karanlıkta kalır. Doğrusu Habibullah’ın kabrinin orada bulunmasından dolayı yaratılmış diğer her şeye karşı iftihar etse hakkı vardır bu makamın. Temizlenip üstün bir hâl ile pek yüce arşa çıkılsa bile asıl yücelik O’nun mezârına yüz sürmededir.

Ey meleklerin yöneldiği kıble, aşıkların bir bûse için etrafında döndüğü makam! Gönülden isteyen, hasretini çekenlerin, durup dinlenmeyen, muzdâriplerin dinlendiği karar kıldığı dinlenme makamı sensin. Benim cismim nedir ki O sevgilinin ayağına toz toprak olsun. Değil cismim ruhum da sere serpe serilse  O’nun geçtiği yollara bir hiçtir, kıymeti yoktur.

Senin tertemiz yüzünün medhini tekrarlayıp durmak ne kutsal bir zevk, ne ulvi bir eğlencedir tâ böylece dertten bin parça olmuş gönle neşe bülbülü gelir. Ey alemlere rahmet, vahdet sırrına vâkıf olan! Ne büyük saadet Senin gibi bir devlet ve ikbâl sahibine kulluk etmek. Senin aşkına bütün bir âlem fedâ iken gayrı kurbana meyl mi olur?! Senin güzelliğin her dem bahar mevsimi yaşatırken ilkbaharın gelmesine ne hâcet! Senin güzelliğine, rahmet tecelline nispetle  ay ışığı gece karanlığı sayılır. Vuslat güneşin varken güneşten bir kıvılcımın adı mı olur! Sevgiliyi görüp ayağına kapanmadıkça ruhumdaki bu yara merhem kabul etmez.

Ey Sevgili! O’nun şânı, bir yere ihtiyâcı olmayan, mekândan, uzaktan, yakından münezzeh olduğu halde ancak Sen Allah’a yakınlık makamındasın. Vahyî’nin kalbi, sana karşı duyduğu şiddetli arzu ile her an parça parça olur durur.

Nice bin günahımla pek dertli ve üzüntülüysem de senden ümitvârım çâre olarak işte bu bana yeter…

Âşk” ismi şerifinin cismi Efendimiz Hz. Muhammed Mustafâya Cenâb-ı Hâkk’ın ve meleklerinin salât-ü selâmları adedince salât-ü selâm olsun…