Yapmaktan Olmaya Geçiş

Ne vakit sessizlik olsa veya yalnız kalsam bir ürperti kaplar içimi; sessizliğe dayanamıyorum gibi.

Bu aslında, bu bedenin altında ayrı bir varlık yaşıyor sanan, kişisel hayatını, kişisel olarak yaptığı tercih ve eylemlerle devam ettiren her kişi için böyledir biraz…

– Peki bir “kişi” neden sessizliği sevemez?
Çünkü sessizlik sâde sesin olmaması değil asıl senin olmaman

Bu kadar bir şeyler yaptığımız yetmez mi?

Sâkin olmak
Sessiz olmak
YAPMAMAK için biraz zaman ayırsak

Hiçbir şey yapmadan ya da bir şeyleri daha denemeden sessizce oturmanın, sâdece kendinle olmanın târif olunmaz bir neşesi var…

Zihnin buzdan damlası
Kalp denizinde eriyince
Sessizliğin-sâkinliğin kişisel bir fâili olmadığı anlaşılıyor ve o kaynaktan doğan eylemlerin de öyle olduğu apaçık görülüyor.

“Men samete necâ”
Susan kurtulmuş olur.
Aşk ile böyle buyurdu Varlığın Sevinci, âgâh ol birâz:

Öz-Benlik, kişisel bir şeyler yaparak değil, herhangi bir şey yapmaktan kaçınarak, hareketsiz ve dingin kalarak ve gerçekte neyse o olarak bizzat idrak edilir.
[N. Maharaj]

Nihayetinde, Benlik, gizli hazinemiz herhangi bir şey yapmanın sonucu olarak keşfedilmez sâdece var olmanın doğal bir sonucu olarak bir anda üstü açılabilir.
[D. Godman]

İş yapıp durmayı bir kenara bırakıp “dil yaramızı” biraz kaşıyacak olsak günden ayân bu gerçeğin üstü ha açıldı ha açılacak.

Eski Türkçe kaynağından doğan yap-mak “örtmek, kapatmak; ağ atmak; inşâ etmek” diye çağlıyor. Ayrı ayrı kişiler, ayrı ayrı işler yaptıkça büsbütün olanın üstüne ağ atıyor, oluşu örtüyor ve böylece içinden çıkılamaz “bireysel fâil” hücresini inşâ ediyoruz.

Yine Eski Türkçe geçişsiz bir fiil olan yâni kimseye uğramadan geçen olmak (bol-mak bol olmak) “tamamına varmak, yetişmek, gerçekleşmek” olarak görünüyor.

Peki günlük akış içinde neler YAPMAK var ve neler OLUYOR?

Gürültü yapmak var
Sessiz olmak var
Sessizlik yapmak yok

Güzel oldu
İyi yaptım

AŞK yapmak var
Âşık olmak dahası AŞK olmak var

Anne OLMAK doğal olarak var
Annelik YAPMAKta zorluk çekmek manâsı var

Bir işi BEN YAParsam zor
O ise OL der ve kolayca OLUR

Yâni OLMAK zahmetsiz ve kolayca
YAPMAKsa çoğu kişiye zor

Anda olan bireysel fâil olamaz ki geçmişin hikayesi olmadan şimdide kişi barınamaz.

Belki de bu yüzden
Her şey birden bire gerçekten OLUR
Ve zamanla sanal yaşayan kişi-ler tarafından yapıldığı sanılır.

Eh çok yapmakla çok çocuk OLMUYOR hâliyle…

Yapmak bireysel
Olmak evrensel

“Yapmak” ve “Olmak” arasındaki açık fark anlaşıldığında, gerisi zahmetsizdir.
Bütün YAPışlar parça ve eksik oysa OLan ortada ve büsbütün, eksiksiz.

Sadece oturmak, hiçbir şey yapmamak sâdece olmak. Daha büyük bir eylem olabilir mi?

İşte “olmak” böyle bir varoluşun bütünlüğüyle mümkün, bir şeyler yapmaktan usanan şâir, bu zevki tatmış olsa gerek:

Dünya her mihnete bedel
Sen olduğun için güzel

Gelip geçerken günler neler yaptım ve neler oldu?

Varlığın akışı büsbütün
Öylece oluyor işte
Hayat aslında böyle

Hayatın bir ve bütün olduğu âşikâr olduğunda, yapmaktan olmaya, nehri itmeye çalışmaktan onun bizim içimizde akmasına güzellikle izin vermeye tatlı bir geçiş olur.

Hem içinde YAPMAK olan bütün her şey, zâten büsbütün VÂROLUŞ’un içinde.

Dikkat, ilgi, enerji yapmaktan, olmaya kaydırıldığında ne gerekiyorsa eksiksiz olarak yapılmış olur hem de kasıtlı bir yapma olmaksızın, ayrı bir yapanın yokluğunda kendi kendisiyle ilgilenir hayat…

İnsanlar hiçbir şey yapmadan sâdece şimdi ve burada olmayı öğrenmeli.
[T. N. Hanh]

Bir kişi için, mükemmel bir şekilde hiçbir şey yapmamak, her şeyi yapmak kadar zordur.
[A. Watts]

Aslında manevi bilgeliğin çoğu, kendi yolundan çekilmekle, daha az konuşmakla, daha çok dinlemekle, daha az yapmakla, daha çok olmakla ilgili…

Çünkü yapmak için ayrı bir yapan (fâil) gerek
Olmak içinse olacak ayrı birine gerek yok

Şimdi ve burada OLMAnın farkında olabilirsin ve bu bir kez olduğunda başka bir şey yapmaya gerek yok. Oysa şimdiye dek ayrı bir kişinin yaptığı düşünmenin, hissetmenin, yapmanın farkındaydın.

Ve vâr oluşun farkındalığının güneşi bir kez doğunca yapılan tüm mumlar bir bir söner…

Şimdi öylece oturacaksın, sâdece olacaksın, hiçbir şey yapmayacaksın, hiçbir şeyi anlamaya çalışmayacaksın, farkındalık olarak o ana tamamen dalmış olacaksın ve her şey senin için birdenbire aydınlanacak, kendini ağaçlarda, esen yelde, gökte uçan kuşlarda hissetmeye başlayacaksın ve yanından kim geçse sanki sensin ama öylece oturacaksın orada ve öylece gülümsüyorsun işte, varlığın gülen yüzü olarak…

‘Ben’ gittiğinde, arayan olma kavramı, bir şey yapma duygusu ve bir şeye ulaşılması fikri de kaybolur. Tüm düşüncelerinizi incelerseniz düşüncenin dışında hiç “Ben” olmadığını göreceksiniz.
[N. Maharaj]

Yani daha fazla bir şeyler YAPARAK gerçeği hak etmene gerek yok. Buna imkân da yok zira hak edebilecek ayrı bir sen yok; bu zâten aslî hâlin.

Değerin yaptıklarından değil vâr oluşundan kaynaklanıyor. Kim olmadığını bildikçe ne olduğun gün yüzünde parlıyor.

Engin ol gönül engin ol
Çünkü zâten öylesin

Sen zaten bütün evrenin yaptığı bir şey bir eylemsin, kendisi bir eylem olan daha n’eylesin sâde bu birlik zevkiyle demlensin…
Hem ‘yapan’ olarak özdeşleşme öldüğünde… Ölüm de ölür

Daha ne diyelim hayırlı olsun
Ayrı yapanlar olmayınca
Öyle olup durur be yâ hû

Beni tanıdınız mı?

Gelin birlikte temâşâ eyleyelim, cümbüşü bol bir pazar yeri resmedelim…

Daha cümle kapısından girmeden tezgâhtaki mallarını öve öve bitiremeyen çığırtkan sesler, müşteri kulaklara -gel gel ediyor.

Her bir dükkanın önüne yaklaştığınızda, ön taraflara dizilen lostra malların, vitrinlik ürünlerin arkada kalmış, üstü örtülmüş yanlarını sormayın gitsin.

Bir yanda da kendi malını satmak için uğraşmayan, dikkatleri çekip kurcalandığında, kusurlarının açığa çıkacağından korkan sessiz esnaflar duruyor.

Nihâyetinde “delik boncuk yerde kalmaz, asılı hıyar dalda kalmaz” her malın, bir alıcısı bulunur elbet…

Her biri, türlü roller içinde, seyir var seyir içinde.

Eveeet dışarda bu kadar pazar eylemek yeter, biraz da içeri bakalım erenler.

Dön bak aynaya, bu sen misin hatırla…

İnsanlar genellikle oynadıkları rollerin farkında bile değillerdir, dolayısıyla kendilerinin o rollerden ibâret olduklarını sanırlar.

Bazı roller gizlidir; bazıları açıktır amma sadece oynayan kişi göremez. Bazı roller, başkalarının dikkatini çekmek üzere tasarlanmıştır.

Çünkü ego dikkat çekmeye bayılır. Nedir dikkat? Yoğunlaşmış psişik enerji!

Ego, asıl enerji kaynağının kendi içinde olduğunu bilmez, hâliyle eksiğini dışarıdan tamamlar. Tanınmayı, övülmeyi, hayranlık duyulmayı, ne şekilde olursa olsun fark edilmeyi isterken, aslında sahte varlığını onaylatmak ister.

Başkalarının dikkatini çekmekten korkan utangaç bir kişi de egodan bağımsız değildir ama onunki hem başkalarının dikkatini çekmeyi isteyen hem de bundan korkan dengesiz bir egodur. Korkunun nedeni, bu dikkatin ayıplayıcı, kınayıcı, eleştirel olması yani egonun besleneceği yerde zayıflamaktan korkmasıdır.

Nitekim utangaç bir kişinin dikkat çekme korkusu, dikkat çekme ihtiyacına baskın çıkar.

Utangaçlık genellikle olumsuz yani yeterli olmadığına inanan bir benlik kavramına eşlik eder.

Herhangi bir kavramsal benlik duygusu, kendini o ya da bu gibi görmek, ister olumlu olsun (Ben en iyisiyim) ister olumsuz (Ben, işe yaramaz biriyim) egonun resmidir.

Her olumlu kavramsal benlik duygusunun ardında, yeterince iyi olmama “korkusu” yatar.

Diğerlerinden daha iyi olma “arzusu’ ise olumsuz kavramsal benlik duygusunu beslemektedir.

Kendisine güvenen egonun, sürekli bir üstünlük ihtiyacı içinde olmasının altında, bilinçsiz bir aşağılık kompleksi ve yetersizlik korkusu yatar.

Buna karşın, kendisini değersiz, yetersiz ve aşağı gören utangaç egonun içinde, aslında gizli bir üstünlük arzusu bulunur.

Niceleri, içinde bulundukları durum veyâ karşılaştıkları insanlara göre, üstünlük ve aşağılık duyguları arasında bir aşağı bir yukarı gidip gelirler.

Kendi içinizde bütün bilmeniz ve gözlemlemeniz gereken şudur: “Ne vakit bir kıyaslama ile kendinizi başkalarına göre daha aşağı veya daha üstün görürseniz, aynada gördüğünüzün ego olduğundan emîn olabilirsiniz.”

İnsan, kendisi bizzât özne olduğundan, dışarıda bir nesne olarak kendini bilemez meğer böyle böyle aynaya bakmasını bile…

Ve işte başka bir pazar…

Telefon edenin ilk sözleri olunca:
– Yâ hû hayırsız, kaç zamandır aramazsın, sormazsın, biz de aramasak bu arkadaşlığın âkıbeti nice olur? İnsan, bir arar, bir sorar Allah aşkına…

Tanıdık gelmiyor mu böylesi bir ses tonunu giyinen, benliğin gizli rengi?

İlk bakışta ne kadar masum ve tatlı bir sitem gibi görünüyor değil mi?

Oysa motivasyonunu egodan alan bu çıkışın temelinde, gizli bir üstünlük kurma isteği yatıyor.

Çünkü ego her zaman bir şeyler almak ister.

Ne mi ister?

Maddi veya manevi kazanç elde etmek, varlığını onaylatmak için dikkat çekmek, güçlü olma duygusu yaşamak, diğerlerinden üstün olmak, kendisini özel hissetmek, fiziksel veya psikolojik anlamda zevk elde etmek gibi bitmez tükenmez, gizli ve açık istekler.

Eğer karşısındakinden alabileceği bir şey olmadığına inanırsa, tamamen ilgisiz kalır, bu sefer de muhatabını umursamaz.

Dolayısıyla, ego temelli ilişkilerin üç baskın durumu vardır: İstek, çarpık, ket vurulmuş istek (olumsuz yargı ifadeleri; öfke, kırgınlık, suçlama, şikayet etme) ve ilgisizlik.

Unutmayın ki ne vakit başka biriyle ilgili olumsuz bir yargıda bulunsanız, îmâ ettiğiniz “hayâlî ahlak üstünlüğü” sâyesinde kendi egonuz güçlenir.

Tam olarak sendeyim

Benim bunda kararım yok, ben yine gitmeye geldim…

Varlığın sevinci, İnsanlığın Târifi’nden bir nefes verecek kadar misafirim gönül hânelerinize yüksek müsâadelerinizle…
clone tag: 7482350606370539505
O, biriyle konuştuğu zaman muhâtabının yüzüne bakar, elini tutmuşsa o bırakmadıkça bırakmaz, karşısındaki yüzünü başka tarafa çevirmedikçe o çevirmezdi. Hatta bir adam bir şey söylemek gâyesiyle Habîbullâh’ın kulağına fısıldayarak bir şey konuşsa, adam başını uzaklaştırmadan o da başını uzaklaştırmazdı.

Söylemez size kimse dünyadaki ömrü boyunca
Hiçbir insana yan bakışı olmayan kimdi
Kimdi yan gözle bakmadı kır çiçeklerine bile
Öğretmek için cephe nedir
Kıyâm.etti torunu kucağında
Dönünce bütün gövdesiyle döndü
Bir bu anlaşılsaydı son yüzyılda
Bir bilinebilseydi nedir veche?

“Ey insan, sana dönüyorum, senin varlığını tam olarak muhatap alıyorum, benim için pek değerlisin, seni dinliyorum, bana herşeyi rahatlıkla anlatabilirsin” demek olsa gerek bu yöneliş, varlığın sevincinin bu doğal akışı…

Âdetin baktığın tarafa dönüş
Bize nasîb olsun hayırlı bir düş
Kerem et ne olur yüzünü göster
Kim böyle bir düşten uyanmak ister

Belki yeni gelişmeler aradaki mesâfeyi kısalttı insanlar için ama insanların birbiriyle, insanların kendi en saf hâliyle mesâfesi giderek açılıyor… Telefon ekranına bakmadan 5 dakika duramayan, insan ve zamanın kıymetini bilmeyen bir nesil için, asırlar öncesinden dipdiri insanlık târifi…

Âşıkım cemâline Yâ Muhammed Mustafâ ﷺ
Tâlibim kemâline Yâ Muhammed Mustafâ ﷺ
Aşkî kemter ümmetin beklemekte himmetin
Görmektedir devletin Yâ Muhammed Mustafâ ﷺ


Siz bırakmadan elinizi bırakmaya niyeti olmayan bir güzelin ha(ya)liyle aşk olsun yâ hû