Hayâl Perdesi

Hayyy Hak Dosta Bak!

Yıktın perdeyi eyledin vîran
Varalım sâhibinden haber alalım hem.an

Bir aynadır tutturduk, baka baka gidiyoruz; ha(yy)di hayırlısı

Karagöz oyununda tasvirlerin üzerinde oynatıldığı beyaz renkteki iç perdeye de “ayna” denir bunu biliyor muydunuz?

Hep diyoruz ya, varlık sahnesinde, âlem perdesinde oyun içinde oyun!

Dünyâ oyundur yâni gölge oyunu! İçimizdeki varlıklar dışımızda bir aynaya sûret giyerek yansıyor, biz bunun seyrine dalıyoruz esasında gölgelerdir, nitekim içimiz sıkıntıda iken en güzel gölge bizi avutmuyor! Demek işin, aslı bizde imiş, bizdekinin aslı da erenin, sahibu’z-zamân olanın gönlünde!

Oyunun burası hassas mevzular, geçelim bence!

Eh bu oyun da bozulacak ammâ amânın sopasız gidişi kadar!

Bilenler bilir, biz derine dalmadan yüzünden okumaya devâm edelim mi?

Bu perdede, yüz de rûhun aynasıdır

Ve oyunun seyri hoş olunca argoda yolunda, mükemmel işâreti olarak “İşler ayna, çal çal oyna” denir.

Bir kimsenin karşısında kendisini görmesi için elinde ayna tutarak durmak diye bir de deyim var: “ayna tutmak”

Temiz ve dalgasız su gösterir aynen yüzü
Hırslarla bulandırma bedeni! Gör özü

Şimdi düşündüm de bu filmde bize “kötü karakter” diye tanıtılan şeytan da bir ayna olabilir mi?

Tam da şimdi zülf-i yâre dokundun
Tam yerine rast geldi manzara koydun

Suskun kitaptan gelen işaretlerle dolu aynaya bir b.akalım, pîr bakalım:

Görmedin mi biz şeytanları, hakikat bilgisini inkâr edenler üzerine gönderdik de onları (vehimlerini tahrik eden vesvese ile) oynatıp duruyorlar.
[Meryem:83]

Kim (dünyevî, dışa dönük, maddî, nefsânî şeylerle) Rahmân’ın zikrinden (Allâh Esmâ’sının kendi hakikati olduğunu hatırlayarak bunun gereğini yaşamaktan) amâ (kör) olursa, ona bir şeytan (vehim, kendini yalnızca beden kabulü ve beden zevkleri için yaşama hayâli) takdir ederiz; bu (kabulleniş) onun (yeni) kişiliği olur!
[Zuhrûf:36]

Demek ki neymiş:
Şeytan sınamak için ayna imiş! Herkesin kendi yüzünü gördüğü dosdoğru ayna!

Yâni bize tanıklık ediyor, sessiz bir şâhit?

Şeytan, iyiyi kötü yapmaz! Bu yüzden tanık zindana atılmaz! Küfür de Allâh’a tanıktır, iman da, biri kerhen (istemeye istemeye) öbürü tav’an (seve seve)

İçindeki Rûh, arıtmaya çalışır her bedeni
Ayna gibi yansıtsın diye o halk edeni

Peki şimdi sen ey can!
Güzel olsan ama güzeller güzeli
İlk ne ararsın kendine?

Elbette görmek için bir ayna
Her güzellik mutlaka görünmek ister!

Küllî nûru (tek ve bütün) ancak cüz’î nur (ayrı ve parça) görebileceğinden Allâh adı ile işâret edilen varlığı yine kendi görmüş olur! El-Mü’min (mutlak) mü’minin (mukayyed) aynasıdır böyle de okunur!

Âyine, ayna, mirât, gözgü: Karşısındaki şeylerin görüntüsünü aksettiren, özellikle insanların kendilerini görmek için kullandıkları, arkası sırlanmış cam veya mâdenden levhâ

Ayna kendi yüzünü saklar, başka yüzü gösterir. Göz aynayı görür, ayna gözü görmez; biz Hakk’a aynayız.

O vakit âlem denilen aynada görülen yüz kimin yüzü imiş?

Dâr-ı dünyâ denilen Mirât-ı Hak
Görme dünyâ! Hak gözüyle Hakk’a bak

Aynaya nasıl bakmalı

Ey canını cismi için yakan,
O gün, ne mal fayda verir, ne de evlât! Ancak Allâh’a kalb-i selîm (tertemiz bir kalp) ile gelenler müstesnâ! [Şu’arâ, 88-89]

Bir aynadır gönül Hakk’ı gösteren,
Senin aynan bulanık acep neden?
Aynan aydın olsun istersen ey dil!
Tevhîddir onun cilâsı bunu böyle bil.

Varlığın aynası nedir? Varlığın aynası yokluktur. Ey Hak âşığı! Eğer ahmak değilsen, Hakk’ın huzûruna yokluk götür. Mârifet, kesretten vahdete intikâl edebilmek ve Hakk’ın rengine boyanabilmektir. Göklerdeki bulutların, deryâlardaki suların kendi renkleri yoktur. Onları renkten renge koyan, semâdaki Güneş’tir. Sen de nefsânî arzulardan sıyrıl, yokluğa, yani hiçliğe er! Zira her ilâhî tecellînin kemâli, hiçliğe vâsıl olduktan sonra başlar. [Hz. Pir Mevlana]

Yola düşersen, sana yol açarlar. Yok olursan, seni varlığa ulaştırırlar.

Bismillah deyip düştük yola amma umarız ve dileriz ki bu satırlar “Körler çarşısında ayna satma, sağırlar çarşısında gazel atma!” nasihatine muvâfıktır.

Ermişlerdir gelenler bizden evvel
Kulak âşık olmuş gözden evvel

Madem öyle daha fazla bekletmeyip Derviş Mustafa Dedemizin Beyati Ayin-i Şerifi’nin III. Selamı’ndan katreler sunalım, aşk ile nûş ide görün, iyi gelecektir… [247. Mestmp3]

[NEV-NİYÂZ ve DEDESİ]

– Dedem, son mektubunda “Es-Settar” esmâsına emanet etmiştin bizleri, yolda komazsın değil mi?
– Eyvallah, Rabbimizin cemâlî esmâsındandır “es-Settâr” ism-i şerîfi… Kullarının gizli-âşikâr bütün hâllerine vâkıf olan Rabbimiz, onların nice ayıp ve kusurlarını örter ve bağışlar. Böylece onların hâllerini ıslâh edebilmeleri için fırsat verir. Zira ayıp ve kusurları açığa çıkan birinin hâlini düzeltebilmesi artık çok zordur.

– Yahu adam o kadar yapmış etmiş, alem bilsin de ibret alsın işte?
– Unutmayasın gönüller nazargâh-ı ilâhîdir. Bir insan ne kadar kusurlu olursa olsun, onun gizli kusurlarını araştırıp ortalığa dökmek, gönlünü rencide edeceğinden Rabbimizin de gazabını celbeder. İnsanların iffet ve haysiyetini zaafa uğratan hâllerini anlatmak ve böylece kendini üstün göstermeye çalışmak gibi süflî tavırlar, bu hususta gaflet edenlerin nice hayırlı amellerinin bile hebâ olmasına sebebiyet verir.

– Hem o ayıp kimin ayıbı, onu da iyi anlamak lazım değil mi? Peygamber Efendimiz (sav) “mümin, müminin aynasıdır” hadis-i şerifi bunu anlatmaz mı?
– Ayna ya, gönül aynası bazen kişinin kendisine ayna olur. Bazen mümin kardeşine ayna olur. Bazen de Rabbinin sıfatlarına ayna olur.

– O halde kişi hem gönül aynasını temiz tutmalı ki, başkalarına ayna olsun, hem de gönül aynası tertemiz olanları kendine dost edinmeli ki, kendi hatalarını görsün.
– O halde canlar “ben”inden çıkıp aynadaki aksine yani aynadaki “ben”in nasıl olduğuna bakmalıdır. Bizi mutlu kılan aynadaki “ben”lerimiz, akislerimizdir. İnsan “ben”ini yüceltebilir ama aynalar yalan söylemezler…

Elbette nefsini temizleyip parlatan kurtulmuştur. [Şems, 9]

– Peki gönül aynamızı nasıl parlatıp cilalamalı?
– Cenâb-ı Hakk’ın cemâlî sıfatları, ancak nefsini tezkiye, kalbini de tasfiye etmiş olan mü’minlerde en güzel sûrette tecellî eder. Bu sebeple bir mü’min, iç âlemini bütün menfîliklerden arındırabildiği, yani Allah’tan uzaklaştıran her şeyden temizleyebildiği nisbette, ilâhî ahlâkın pek cilalı bir aynası hâline gelebilir. Biz de gönül aynasını Kur’an ve sünnetle her an temizleyen, zikrullah ile cilalayan, azaları ayna olarak Efendimiz’in hal ve harekatını bize yansıtan “gönül sultanları”na bakarak güzelleşelim, yarın Hak Divanı’na kalb-i selim ile gidelim…

Hiç şüphesiz ki Allâh Teâlâ, sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz, fakat kalplerinize ve amellerinize nazar buyurur. [Hadis-i Şerif, Müslim, Birr-33]

– Demek, bize kalb-i selim lazım…
– Hazret-i Pir Mevlânâ (ks), kalb-i selîmle ilgili şu misâli verir: Yûsuf -aleyhisselâm-, seferden gelen bir dostuna: “Bana ne hediye getirdin?” diye sorar. Dostunun cevabı pek mühimdir: “Sende mevcûd olmayan nedir? Ancak senin cemâlinden daha güzel bir şey olmadığı için sana bir ayna getirdim ki, her vakit sendeki cemâl tecellîlerini onda müşâhede eyleyesin!..”

– Allah’ta olmayan ne vardır ve O’nun neye ihtiyacı olabilir?
– Hakk Teâlâ Hazretleri her şeyden münezzehtir. Bütün güzelliklerin asıl hâlıkı ve asıl müsebbibidir. “O’nun neye ihtiyacı olabilir?” diye kul kendisine sorması, O’nun yüksek huzûruna kalb-i selîmi muhâfaza ederek gitmek îcâb eder ki, O’nda eşsiz ve sonsuz cemâl ve esrâr tecellîleri müşâhede olunsun!

– Aman efendim Kirli puslu bir camdan seyrederiz alemi…
Gözünün önüne mâvi cam koyan kimse, dünyayı masmâvi görüyorsa bu, dünyanın mâvi oluşundan değil, camın rengindendir. Eğer sen de dünyayı bir camın ardından seyrediyorsan, sana çirkin görünen kadar güzel görünenler de, sana kusursuz görünenler gibi noksan ve ayıp görünenler de hüviyetlerini senin baktığın camdan alıyorlar. Yâni sen onlara kendi nefsinin camıyla bakıyorsun demektir. Hülasayı kelam, sen başkasının ayıbını görmekle oyalanırken, kendi ayıplarını görmekten uzak kalıyorsun, dilini başkalarının kötülüğü dedikodusuna harcıyor, ne yazık ki etrâfına güzel sözler söylemez oluyorsun…

– Peki biz aleme hangi gözle bakalım?
– Mü’min kimse, bu aleme başka bir gözle bakar. Yol büyüklerinin “Senin ile bakayım, seni göreyim Mevlâm” mısralarını düşün… Bu dünyâya kendi gözünle değil (noktayı nâzar) senin yaratanın gözüyle bakıp yine seni yaratanı (esma tecellisi) görmeye çalış (ki görüp görebileceğin tek ve mutlak güzellik ancak O’dur) Hem etrafına bakarken Allah’ın nâriyle değil nûruyla bak! Varlıklara Allah’ın nârıyla yani ateşiyle bakanlardır ki O’ndan uzak kalmanın hüsranı içinde kalır, iyiyi kötüden ayıramazlar. Allah’ın celâlini cemâle çevirmek yani O’nun yakıcı ateşinden uzaklaşıp büyüleyici güzelliğini görmek için, çevrene O’nun dilediği bakışlarla bak.

– Eksik olmayasınız, hasta hasta yorduk sizleri de, dua eder, dua bekleriz…
– Ya Rabbî! Sen bize o temiz aşk ve muhabbet suyundan ver ki bizim dünya ateşimiz sönsün, yerinde senin nûrun belirsin. Sen istersen nâre, dilersen nûr a gark edersin. Bizim için nûru seç. Senin ceza ateşinle değil, güzelliğinin nurunda ateş-i aşkın ile yanalım. Bizi kendi huzuruna al. Bizi kendimizden uzaklaştır ve sana yakın et. Gönüllerimize sırların en güzeli olan kendi sırrını doldur. Gözlerimizden bu çok renkli dünya nakışlarını sil ki yalnız seni(nle) görelim.

Aşkı ile yak ya huu ki huzur bulalım

Receb-i şerif ile bereketlenen gönlünü ilahi ahlaka ayna kılana aşk olsun, Kur’ân’ı kendine ayna yapıp onu Efendimizin aşkı nuruyla okuyan o aynadan kendini müşahede eyleyene müjdeler olsun…

Muhabbet-i Ehli beyt-i Mustafa üzerlerimize sâyebân,
Vakt-i şerif, sebeb-i gufran, aleme bayram olan Cuma, mağfiret vesilesi Receb-i şerif, ömür ve şahsiyetlerimiz, ahir ve akibet, zahir ve batınlarımız hayrola, aşk ola, aşk ile dola, Aşkullah, Muhabbettullah, Marifetullah, Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola erenler

Umalım ki Mevlam söylediklerimizi önce bize duyursun,
sonra ihtiyacı olanlara tesir buyursun. . .


Sözü çok olanın, yalanı dahi çok olur imiş;
Yüksek müsaadelerinizle

Mevlam ateş-i aşkınızı ziyâde eylesin

Gam ve telaş sizlerden uzak olsun da
huzur bulasınız efendim