Ey insanlar!

Ey bilerek değil unutarak, kasten değil sehven yolunu şaşıran insan! Dinle, sanadır cümle dillerden hitap!

ramazan2015 Bu “Ey” hitâbını can kulağıyla dinle ki ondan yayılan nur, gafilleri uyarmak, gâiptekileri hazır etmek, sâkinleri harekete geçirmek, cahillere işin aslını bildirmek, meşgul olanları boşaltmak (yalancı oyuncaklarını ellerinden alarak) yüz çevirenleri, Hakka döndürmek, sevenleri heyecana getirmek, müridleri teşvik etmek içindir.

Ne acayiptir ki Kur’ân-ı Kerim’de “Ey kâfirler” Hakkı ve hakikati inkâr edenler, hitâbıyla gelen, Cenâb-ı Hakk’ın kâfirleri muhatap kabul ettiği bir ayet yoktur. Bu hitap iki yerde geçer: Birisi Sure-i Kâfirun’da amma Efendimiz’e(sav) hitapla, kâfirlerin getirdiği teklifi red meyânında, diğeri de Sure-i Tahrim’de kıyamet gününde azarlanacaklarını beyân ederken sâdır olmuştur.

(O halde,) ey hakikati inkara şartlanmış olanlar, bugün (geçersiz) özürler beyan etmeyin: (öteki dünyada) siz ancak (bu dünya hayatında) yapmış olduklarınızın karşılığını göreceksiniz. [66:7]

Yani Allah Teâlâ “Şöyle yapın, böyle yapın, şunları yapmayın, bu şekilde ibadet edin…” buyurarak kâfirleri muhatap almamıştır. Buna rağmen en ince detayına kadar müminlerin nasıl davranması gerektiğini ilan etmiş, uyulmaması durumunda onları nelerin beklediğini birer birer sahnelemiştir.

Kitaptaki her “Ey!” kullukta sana külfet görünen dikeni, gül hitâbın lezzetiyle telâfi etmek içindir. Madem “Ey” nidâsı sanadır “Ey İnsan” mektubun devamında saçılan ayet ayet incileri toplamak da sana düşer,

يَٓا اَيُّهَا الْاِنْسَانُ مَا غَرَّكَ بِرَبِّكَ الْـكَر۪يمِۙ Ey insan! lütf u keremi bol olan Rabbine karşı seni aldatan (mağrur kılan) nedir? [82:6]

يَٓا اَيُّهَا الْاِنْسَانُ اِنَّكَ كَادِحٌ اِلٰى رَبِّكَ كَدْحاً فَمُلَاق۪يهِۚ Ey insan! hakikat sen Rabbine (kavuşuncaya) kadar durmayıp didineceksin, nihayet Ona ulaşacaksın. [84:6]

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْلَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz ki, O’na karşı gelmekten korunmuş olabilesiniz. [2:21]

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَتْكُمْ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَشِفَٓاءٌ لِمَا فِي الصُّدُورِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَ Ey insanlar! Size, Rabbinizden öğüt (vaaz) ve göğsünüzde olana (nefsinizin kalbindeki hastalıklara) şifa ve mü’minlere yol gösterici bir rehber ve rahmet gelmiştir. [10:57]

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ كُلُوا مِمَّا فِي الْاَرْضِ حَـلَالاً طَـيِّباًۘ وَلَا تَتَّبِعُواخُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ Ey insanlar! Yeryüzündeki helâl ve temiz şeylerden yiyin. Ve şeytanın adımlarına tâbî olmayın (izinden gitmeyin). Muhakkak ki o, sizin için apaçık bir düşmandır. [2:168]

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ وَاخْشَوْا يَوْماً لَا يَجْز۪ي وَالِدٌ عَنْ وَلَدِه۪ۘوَلَا مَوْلُودٌ هُوَ جَازٍ عَنْ وَالِدِه۪ شَيْـٔاًۜ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُالْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ Ey insanlar! Rabbinize karşı sorumluluğunuzu unutmayın; ve ne hiçbir anne babanın çocuğuna herhangi bir faydasının erişebileceği, ne de hiçbir çocuğun anne babasına en ufak bir fayda sağlayamayacağı Gün’den korkun! Unutmayın, Allah’ın [yeniden diriltme] vaadi gerçektir: öyleyse, bu dünyanın sizi ayartmasına izin vermeyin, ve Allah hakkındaki müfsitçe düşüncelerinizin sahte cazibesine kapılmayın! [31:33]

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْۜ هَلْ مِنْ خَالِقٍ غَيْرُ اللّٰهِيَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۘ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ Ey insanlar! Allahın, üzerinizdeki (bunca) ni’metini (kalbinizle) hatırlayın, (dilinizle) anın. Sizi gökden ve yerden rızıklandıracak Allahdan gayri bir yaratan var mı? Ondan başka hiçbir Tanrı yokdur. O halde nasıl (olub da tevhîdden küfre) çevriliyorsunuz? [35:3]

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ Ey insanlar! Muhakkak ki Allah’ın va’di haktır. Öyle ise dünya hayâtı sakın sizi aldatmasın! Ve sakın o çok aldatıcı (şeytan), sizi (isyâna sürüklerken) Allah(‘ın affına güvendirmek) ile kandırmasın! [35:5]

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اَنْتُمُ الْفُقَـرَٓاءُ اِلَى اللّٰهِۚ وَاللّٰهُ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaç kimselersiniz. Hâlbuki Ganî (hiçbir şeye muhtaç olmayan), Hamîd (hamd edilmeye yegâne lâyık olan) ancak Allah’dır. [35:15]

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوباًوَقَـبَٓائِلَ لِتَعَارَفُواۜ اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌخَب۪يرٌ Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizi tanıyıp sahip çıkmanız için milletlere, sülâlelere ayırdık. Şunu unutmayın ki Allah’ın nazarında en değerli, en üstün olanınız, takvâda (Allah’ı sayıp haramlardan sakınmada) en ileri olandır. Muhakkak ki Allah her şeyi mükemmelen bilir, her şeyden hakkıyla haberdardır. [49:13]

Ey halden hale girmekten münezzeh olan, ey eşi, benzeri olmaksızın yaratan. Ey insanı halden hale sokan, insana hayretler veren. Ey kimini Leylâ eden, kimini Mecnun kılan, Ey âlete ihtiyacı olmayan sanatkâr. Leylâ’ya, Mecnun’a yüzlerce çeşit haller veren, Ey hiçbirşeye ihtiyacı olmadığı halde durmaksızın kullarına ihsân eden, bolca veren,

Gönderdiğin “rahmet ayı” geldi geçiyor, üzerimize öylesine bir güneş doğdu ki bir anda yüzlerce günahı, isyanı örter gider. Ama biz burda pek bir aciz, pek bir mahzûn kaldık, evin kapısını ört; yayılanlar da bu mâbetde topaldır, uçanlar da. Ey aşk! tüm bir varlıksın sen; hem taçsın, hem zincir; hem Peygamber’in davetisin, hem ümmetin halden hale geçişi… Bizi yokluktan, ciğeri yanmış, susamış bir halde sen var ettin de gözümüzü şu devlet çeşmesine diktin.

Dikenimiz senin sayende gül kesildi, cüzlerimiz kül haline geldi; gark eyledin bizi nura, önümüz de rahmet bizim, sonumuz da rahmet. Gülü dikende gör, dikensiz gülü herkes görür; tümü cüzde gör; ehliyet de budur zaten. Şerabı korukta gör, varı yokta gör, ey Yusuf, padişahlar padişahlığını, saltanatı kuyuda seyret. Gülü olmayan diken, yeşilliğin başköşesine kurulamaz; bir avuç toprak, canı olmadıkça başı, bıyığı nerden bulacak?

Gül dikenle barışır, dost olur. Allâh’ın lütf û ihsanı bahçeyi güllerle, çiçeklerle süsler, ihtişamlı bir padişah haline getirir. Her an bahçeden elçi gibi bir hoş koku gelir de; “Ne duruyorsunuz; İlkbahar geldi; dostları bahçeye çağırın !” diye seslenir. Bahçe içten içe kendi sırrını, kendinde bulunan gizli kuvveti sürükler; yürür gider, yol alır da sana derki : “Ey insan ! Sen de içten içe yol al. Sende gizli bulunanı bul, ona doğru yol al da, sen de canlan, senin de canına can gelsin” Her fidanın sırrı toprağın içinden baş kaldırır yücelir. Göklere doğru yükselen, boy atan mi’rac eden ağaçlar, sanki bahçelerde göklere uzanan merdivenler koymuşlardır. Duygulu ve imanlı kişiler yerlerde sürüklenmesinler, göklere çıksınlar diye onları da mi’raca davet etmektedirler.

El çırp da bundan anla ki her sesin aslı sensin, her ses senden çıkıyor; çünkü ayrılık, yahut buluşma olmasa şu iki avucunu birbirine vuramazsın. Sus artık, bahar geldi, gül geldi, diken geldi, gayb âleminden güzeller bizi davet için sıçrayıp geldiler.

Dinle bak ne buyurur ol Mevlây-ı müteal Bu ilahî müjdeden sen de nasibini al İftar vakti hitab-ı subhânî vârid olur Oruç tutan kuluyla söyleşir hem Zül-Celâl

Meded ey sahibe’l meydân! Ey katreyi ummân eden Ey nutfeyi insân eden Ey derdlere dermân eden Senden meded, senden meded Estağfirullâh el-azîm, Ya Resûl ol sen rehberim Zulmânî nûrânî hicâb Açılsın olsun feth-i bâb Ref’ et cemâlinden nikâb Senden meded senden meded

Bir şair tanıdık

BİR ŞÂİR DOĞUYOR

Akardı gönlüm olup bir şelâle devrinde
Ferîd-i asr olan nev-nihâle devrinde

Bu âlem ây u nücûmuyla başka âlemdi
Sarardı her gece mehtâbı hâle devrinde

Bir öyle rind idim endîşe-i cihandan uzak
Ne mâle bakmış idim, ne menâle devrinde

Visâle ermediğim gam değildi ammâ ki
Girerdi böylece zâlim vebâle devrinde

Melûl ü nâfiz’in ardınca peyrev olmuş idik
Bir aşk u şevk ile, hârun, kemâl’e devrinde


Bu şiir, Yahya Kemal, Faruk Nâfiz, B. Sıtkı Erdoğan gibi büyüklerden birinin değil; 26 yaşında bir gencin kaleminden çıkmış. Nasıl olur? 26 yaşında bir genç bu dili nasıl bilebilir? Ve bu dille, mükemmel bir klâsik gazel nasıl yazabilir? Hem de Mefâilün Feilâtün, Mefâilün Feilün gibi nisbeten az kullanılan bir vezinle?.. demeyin aziz okuyucular. Her ne kadar tersi gibi görünüyorsa da, mûsikîsi ölmeyen (= öldürülemeyen) bir milletin şiiri de ölmez; çünkü her ikisi de aynı hamurdan, topun—tüfeğin yıkamayacağı Horasan harcından yapılmıştır. Evet, bu şiirin müellifi Hârun Öğmüş, 1972’de Konya Hatunsaray’da doğmuş bir çiftçi çocuğu. Konya İmam —Hatip Lisesinden sonra Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesine girmiş ve 1998 Haziranında mezun olmuş. Fakültede kalmayı düşünmeyip iş aramaya kalkarsa, İmam —Hatip’li olduğu için pekçok kapının yüzüne kapanacağından emînim. Ama şiire bu aşkla devam ederse, en azından iyi bir şair olacağından da hiç şüphem yok.

Şiir,—müzik,—hüsn-ü hat,—resim,—heykel gibi, ciddî ve kalıcısı yapılmak istendiğinde normal olarak ‘karın doyurmayan’ sanatlar, toplumların refah içinde olduğu, yüksek medeniyyet seviyesine çıkıldığı zamanlarda daha çok müşteri (alıcı-koruyucu-destekleyici) bulurlar. Mârifetin iltifat gördüğü bu dönemlerde, rekabet sayesinde, bir tür “seri imalât” halinde öyle değerler su yüzüne çıkar ki, sadece kalburüstünde kalabilmiş olanlar dahi ciltler doldurur. Politikacıların, iktidar çekişmesinden, halkın eğitim, sağlık, huzur ve refâhını düşünmeye pek vakit bulamadıkları dönemlerde ise, bu değerler nâdir de olsa yine yetişir; ama bunlar artık hüdây-ı nâbit kır çiçekleri niteliğindedir ve ilgisizliğe—terkedilmişliğe serzenişin, hattâ bir tür sessiz direnişin sembolüdürler. Bakınız, “Terkîb—i Bend der—tavsîf—i ahvâl—i vatan”ının son bendinde ne diyor Hârun Öğmüş:

Sâkî, ayağın kesme, kerem kıl bu gedâya
Tâ göndereyim fâtiha Rûhî vü Zıyâ’ya

Eslâfı bu beş bend ile anmaktı murâdım
Dünyâ neme, ben hükmedemem nefs ü hevâya

İşkence içün inmedi Kur’an bize hâşâ
Vâiz gibi cür’et edemem halka ezâyâ

Ben gûşe—i uzlette oturmakta musırrım
Yoktur hevesât ardına gitmekte nihâye

Kadrin bilinir sanma musallâda dahî sen
Hârun bırak evhâmı, kulak ver bu nidâya

Bir benzeri yok ülke bu, bir dârü’l—acâib
Bin türlü belâ ortada, bin türlü mesâib

İşte bu da dîvânından bir başka şiir; ‘Göz Göze’ redîfli gazeli:

Bir an gelip de baktı mı mânâlı göz, göze
Artık o ân olur iki sevdâlı gözgöze

Tatsın yeter ki bir nefes ömründe sevmeyi
Artık neler demez, neler, îmâlı göz, göze

Lâl olsa keşke, nâfile diller yorulmasa
Söyler durur olan biten ahvâli göz, göze

Kudret eliyle parlatılan saf bir aynadır
Aksettirir gönüldeki her hâli göz, göze

Bir nükte söylemiş yine Hârun ki doğrusu
Söylenmemiş cihanda bir emsâli göz göze

Ne kadar güzel, değil mi? Binlerce şükürler olsun ki, ikiyüz yıldır maruz bırakıldığımız kişiliksizleştirilme savaşına rağmen, aslî değerlerimiz yok edilemiyor. Aksine, baskı artırıldıkça, üç numaraya kesilen saçlar gibi, eskisinden hep daha gür olarak fışkırıyorlar.

Merhûm gibiyim

Yoksa insan, sanır mı ki kendi keyfine bırakılır? [Kıyâmet, 36]


Çölde savrulmak için rüzgâr uman kum gibiyim
Her seher sönmek için şems gözeten mum gibiyim
Savrulursam, ya sönersem bana hiç ağlamayın;
Çünkü ben hâl-i hayatta daha merhûm gibiyim

Aziz dost,
O gülleri kapının önünde bırak; ey aşk…

Bülbül şeydâ ise gül perişândır. Kim kime rahmedecek?

Rabbim! O da, ben de senin rahmetine muhtacız. Bize kan ağlatan aynı elemdir; sana aynı nârın dibinden aynı sesle haykırıyoruz. Ukûbetine düçâr olduğumuz takdirin, diktiği ateşten sütun etrafında birbirine dolaşmış, birbirini sokan iki yılan gibiyiz. Lakin bir zamanlar cemalinin aydınlattığı alemde iki sermest güvercin olduğumuzu unutmadık; Rabbim ya bu çölü o cennete çevir, ya bu hatırayı gönlümüzden sil, zira halimiz yamandır..

Allah, cümlenizi bizim düçâr olduğumuz dertten masun eylesin…