Ey aşk tuzağındaki can,
Ve birinize ölüm gelip çatmadan ve derken o da Rabbim, beni yakın bir zamana dek öldürmeyip bıraksaydın da ben de sadaka vermeye çalışsaydım ve temiz kullardan olsaydım demeden önce sizi rızıklandırdığımız şeylerden harcayın. [Münâfikûn, 10]
Hasis sarraf, kendine bir başka kese diktir!
Mezarda geçer akça neyse, onu biriktir!
Makam sahiplerinden destûr alıp başlayalım söze, hakikat denizinden beslenen muhabbet ve safa ehline selam olsun…
Hicri takvim itibariyle tövbe aylarının ilki olan Cemaziyelevvel’in son günlerini idrak ediyoruz ki üç aylar denen mübarek mevsimde, gönül aynasında sırlara mazhar olmak, feyz-i ilahiye muhatab olmak dilersen ey talib, geçmekte olan günler tövbe pınarından gözyaşı suyu ile aynayı gaflet kirinden temizleme, aşk ile cilalama vaktidir.
Her nefeste işledik yüz bin günâh,
Bir günâha etmedik hiçbir gün âh!
Bakma yâ Rab, günâhımıza,
Nazar et, cân-u dilden âhımıza…
Cân û dilden yükselen âhımıza bir de Nihâvend makamından kulak vermek dilerseniz Cümle Kapısı’ndan buyurun efendim… [241. Mestmp3]
Mektubun başındaki ayeti aşk ile bir daha okumanızı istirham ederek başlayalım sohbete: Ey can! Şimdi düşün ki vefât ettin ve dünyâya geri gönderildin. O heyecan hâlini bir düşün! O hâlde bugün günah ve mâsiyete kat’iyyen yaklaşma ve sakın ola ki, bugünün bir ânını bile boşa geçirme! Zîrâ her nefes, paha biçilemeyen bir nîmettir.
Bu vesile ile tövbede muvaffak olmamıza, dua ve istiğfarımızın kabulüne vesile olacak, Hakkın rahmetini celbedecek bir müjde vermek isteriz sizlere: “sadaka”
Sadaka vermeye devam edenin rızkı artar ve duası kabul olur! [Hadis-i Şerif, İbni Mace]
[NEV-NİYÂZ ve DEDESİ]
– Kaç zamandır gelemedin derslere erenler! Halin nicedir?
– Evlâd u iyalin devam eden hastalıklarından dolayı aksattık, kusurlar affola
– Pek sık gider oldunuz doktora! Efendimiz’in bir hadisinden bahsedeyim sizlere: Peygamber Efendimiz; “Ey yiğit!” diye buyurdu, “Sadakalar belayı defeder, kovar, hastalığını sadaka ile tedavi et!” Bunun içindir ki doktora gitmeden önce bir yoksulun gönlünü kazanmaya bak. Bilir misin Asr-ı saadetten beri Medine halkı bu âdeti yaşatır. Hastaneye, doktora gitmeden önce sadaka vermeyi ihmal etmezler.
– Ahh efendim, Sadaka bedenin hastalıklarını tedavi eder, hasta kalbimize bir şifa sunmaz olur mu!
-Bir misal arzedeyim: Şu elimdeki 100 liranın 50 lirasını sana veriyorum. Şimdi görünüşe göre 50 Liram kaldı, yani param eksildi. Öyle mi?
– İşlemi hesap makinası ile yaparsak öyledir
– Elbette öyle ama gel gör ki hesap makinesinin “bereket hanesi” var m’ola? Kalan 50 Liram bereketlendi. Bunun farkında mısın? Evde pek çok lüzumsuz masraf çıkacaktı, belki masanın üstündeki cam sürahi kırılacak, belki telefonumu kaybedip yenisini almak zorunda kalacaktım ya da basit bir soğuk algınlığı olan hastalığım yanlış ilaçlar yüzünden bronşite kadar ilerleyecek, eczaneye daha fazla para verecektim, sahi siz hiç paranızı düşürmez, cüzdanınızı kaybetmez misiniz? Hemen hepsi gelebilirdi başıma.. Ama sadaka vererek, muhtaç olana karşılıksız yardımda bulunarak, kendimi korumuş oldum.
Mal sadaka vermekle hiç eksilmez. Hayırlarda bulunmak, malı kaybolmaktan kurtarır. [Hadis-i Şerif, Tirmizi]
Harcamakla, yoksullara ihsanda bulunmakla bereket artar, gelir çoğalır! Bu sebepledir ki, kurtuluş ve saadet sultanı Mustafa; “Ey zenginler! Ey himmet sahibi olanlar; biliniz ki cömertlik kârdır, kazançtır.” diye buyurmuştur. Şunu iyi bil ki, bedenden, maldan, mülkten kaybetmekte, ziyâna uğramakta rûha fayda vardır, onu vebâlden kurtarır. Mal; bağışlamakla, infâk etmekle, görünüşte elden çıkar gider ama, onu verenin gönlüne yüzlerce mânevî hayat gelir! [Hz. Pir Mevlana]
– Erenlerim, hani bizim yolumuz, “tarik-i fakr” idi. Canların ekserisi bi-nisâb (üzerine zekat düşmez) fukaradır. Pes fukaranın dahi sadakası olur mu?
– Evet, her şeyin bir sadakası vardır. Zenginlerin sadakası mallarını fakirlere infak etmektir (vermektir) Fukaranın sadakası, kalplerinden zenginlere karşı olan beklenti ve itimadı çıkarmalarıdır. Aşıkların sadakası, ruhlarını Mevla muhabbetine bezletmektir (esirgemeden bol bol vermek) ve ariflerin sadakası, etrafındakileri sohbet ve irşad ikram buyurmalarıdır.
– Üzerimizdeki her nimetin için bir sadakası gerekmez mi?
– Her nimetin sadakası kendi cinsindendir. Mangırın nimet için vermekle, sıhhat ve afiyetin nimeti için ihtiyaç sahibine yardım etmekle, ilim nimeti için öğretmek sureti ile sadaka verilir. Hangi nimetin sadakasını verirsen ona bereket kazandırmış, ziyadeleştirmiş olursun.
– Hepsi tamam ama para vermek gücümüze gider. O kadar çalışmış kazanmışız ama kolay mı vermek?
– Kimin malını kimin verdiği sağlıkla çalışarak kazandın ki! İnsanın fıtratında cimrilik vardır. Hal böyle olunca sadaka, nefse en ağır gelen ibadetlerdendir. Ama doğru söyledin vermek kolay değildir. Akıl hep çıkar peşinde koşar, almak ister, vermek isteyen aşıktır. Bak Resulu Kibriya: “Bir adam yetmiş şeytandan kurtulmadıkça, sadakadan bir şeyi elinden çıkaramaz.” buyurdu.
Sen, varını yoğunu, malını mülkünü ver de, bir gönül al, al da, o gönül mezarda, o kapkara gecede sana ışık olsun, nur versin! [Hz. Pir Mevlana]
– Hem sadece para değil ki her iyilik bir sadakadır. Kardeşini güler yüzle karşılaman ve kendi kabından kardeşinin kabına su boşaltman bile iyilikten sayılır. Gönlü zengin kimselerin bir tebessümü bile sadaka yerine geçer. Çünkü, gönül zengini, tebessümünün sevgisi ile ferâhtır ve etrafını da ferâhlatır. Ve gerçekten bu hâl, ne kadar güzel bir infâktır. Bunun aksi olarak gönül fakîri olanları ise, hiçbir şey zenginleştiremez.
– Hani “hüzün ki bize en çok yakışandır” buyurmuştunuz vaktiyle… Derviş mahzun değil midir?
– Cevabını Hz. Ali (kv) Efendimizden alasın: “Mü’minin tebessümü yüzünde, hüznü ise kalbindedir.” Hak Teala cümlemizi yaratılan her şeye şefkat, merhamet ve tebessümle yaklaşabilen, ince ruhlu, kâmil mü’minlerden eylesin. Kalplerimizden îman muhabbetini, yüzlerimizden İslâm’ın güler yüzünü eksik etmesin…
– Peki tasavvuf erbabı nasıl bakar sadakaya?
– Îmânın ilk meyvası merhamettir. Ondan uzak bir gönül hayat sâhibi değildir. Her hayrın başı olan besmele ve fâtiha, Allâh’ın Rahmân ve Rahîm (merhamet eden) isimleri ile başlar. Aşk yolunda sadaka, “el-Rezzak” esmâsının fiilî zikridir. Mahlukata merhamet nazarıyla bakmaktır. Tarik-i Mevlevîyye’de sadaka yerine “nezr” vardır, adak ya da hediye manasına… Mevlevîler birine hediye verecekleri zaman, “Nezr-i Mevlânâ – Mevlânâ’nın Hediyesi” diye takdîm ederler. Böyle sunulan hediye reddedilmez, alınır. Malum Canlar, kimseden bir şey istemez, sadaka kabul etmezler. Ancak dileyenler dergâha veya mensûblarına hediye verebilirler. “Nezr” veya “niyâz” denen bu bağışlar, Nezr-i Mevlânâ yani dokuz veya dokuzun katları miktarınca olurdu. Mevlevi Tarikatında, el açmak (dilenmek) yasaklandığından, Mevlevi Dervişleri sunulan niyazı (Nezîr-Hediye), Hak’tan bilerek teberrüken (mübarek görerek) kabul ederlerdi. Mevlevîlerden her kime, ‘Nezrimdir, kabul eder misin?’ dense, o Mevlevi ‘Amin’ deyip almak zorundadır. O Mevlevi, şeyh de olsa, padişah da olsa budur bu. Almamak çok, ama çok büyük bir ayıptır.
– Ayıp demişken sadakanın da bir adabı var mıdır peki?
– Sadaka, muhtaç kişiye, o istemeden, ihtiyacı kadar verilendir. Hattâ verenin kimliğini bildirmemesi keyfiyeti de var. Sadakayı alan, vereni bilmeyecek ki, verene medyun olmaya, kendini borçlu hissetmeye. Vaktiyle biz de dedemizden işitmiştik. Eski güzel insanların verişi bir başka edep ölçüsü içerisindeydi. Sadakaları o kadar güzel bir İslami üslup, nezaket ve zarafet içinde yaparlardı ki kime ne kadar verecekse onu güzel bir zarfın içine koyar ve üzerine de uygun bir hitaptan sonra şöyle yazarlardı:
“İkramımızı kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz.”
– Yani, “Sadakaları Allah alır.” [Tevbe, 104] ayeti mücibince verdiğini doğrudan doğruya Hakka verebilme gayretindeydiler.
Helâl maldan verilen her bir sadakayı, Rahmân olan Allah (kudret) eliyle alır ve kabul eder. Hiç şüphesiz ki sadaka, muhtaç onu almadan önce Allâh’ın (kudret) eline geçer. [Hadis-i Şerif, Müslim]
– Elbette, infakta asıl muhâtap, Allah’dır. Bu yüzden infakta derin bir gönül vecdi içinde bulunmak îcâb eder. Fânîlerden iltifat ve tebrik beklemeden, riyâ, şöhret ve gösterişten uzak durarak, nefsi araya sokmadan, dünyevî bir maksat taşımadan; «yâ Rabbî, sadece ve sadece Sen’in için» diyerek, infâk edebilmek îcâb eder. İnfakta ihlâsın esâsı budur.
– Bizlere bir de dua infak etseniz, sadaka niyetine…
Ey Rabbimiz önce, bizi adam et, aşka layık bir can haline getir! Sonra bize dua nimetini sun, duayı bize tatlılaştır; dua, ağzımıza süt gibi, bal gibi tatlı gelsin! “Amin!” diyene de lutfet, onu herkesin iyiliğini ister bir hale getir! Rabbimiz, bizlere gayret-i dîniyye ihsân eyle. Edep ve nezâket ölçüleri içerisinde, sırf rızâ-yı ilâhîyi ümîd ederek infâk edebilmeyi gönüllerimizin huzur ve saâdet hazînesi kıl! Kalplerimizden îman vecdini, ruhlarımızdan cömertlik neşesini, vicdanlarımızdan sadaka huzurunu eksik eyleme!
Muhabbet-i Ehli beyt-i Mustafa üzerlerimize sâyebân,
Vakt-i şerif, sebeb-i gufran, aleme bayram olan Cuma,
ömür ve şahsiyetlerimiz, ahir ve akibet, zahir ve batınlarımız hayrola, aşk ola, aşk ile dola, Aşkullah, Muhabbettullah, Marifetullah,
Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola erenler
Umalım ki Mevlam söylediklerimizi önce bize duyursun,
sonra ihtiyacı olanlara tesir buyursun. . .
Sözü çok olanın, yalanı dahi çok olur imiş;
Yüksek müsaadelerinizle
Mevlam ateş-i aşkınızı ziyâde eylesin
Gam ve telaş sizlerden uzak olsun da
huzur bulasınız efendim