Ummandan inciler

Vaktiyle sosyal paylaşım mekanlarında sızan nükteleri, yeri belli olsun, özünüze tesir eylesin, bir hayra vesile olsun diye derleyip topladık. Şifâ olsun efendim…

ramazan16

Haydi! İşte oruç ayı, sabır nöbeti geldi. Bir iki gün olsun testiden ve kâseden söz etme. Can pamuğunun beden kozasından çıkması için gökyüzü sofrasının etrafında gezin dur… Müjde dostlar Ramazan ayı geldi, ağzı mühürleme zamanı gelip çattı; dudaktaki lezzeti göstermek için oruçla dudakları mühürledi. Mâna kasesini sun bomboş mideye, gizli sevgiliyi can gözü görür elbet… Oruçla bir an kötü huylarından arınırsın, erenlerin peşine düşer, göklere yükselirsin; orucun mana ateşiyle mum gibi yanar nur olursun. Lokmanın karanlığına esir olursan toprağa lokma olursun! Ne mavi gökkubeye aldanıp maskara olmuşuz ne de üç günlük güzele gönül vermişiz. Sen, oruçluyken vasıtasız rızık veren olduğun için biz de orucun kulağı küpeli kulu-kölesi olmuşuz.

temizlikvar

Kin, nefret, öfke, şehvet, kıskançlık, yalan gibi nice binbir yarayla, ete kemiğe bürünüp insanız diye dolaşıyoruz; oysa en büyük yaradır insanın içi… Güneş temize de vurur, kirliye de; bu öyle amma gene de şu can pisliklere bulanmış tenden, günah yükünden tertemiz bir hale gelecek, arılık alemine gidecek…

A hiçbir şeyden haberi olmayan yürü, apaydın suya ulaş da o arılık, o aydınlık, seni bulanıklıktan, tozdan topraktan kurtarsın, arıtsın. Beden hırkanı aşk için rehine ver; tertemiz ol a temiz er, temizlik vakti geldi çattı…

“Yiyiniz, içiniz” emri şehvet için bir tuzaktır, ondan sonra gelen “israf etmeyiniz” emriyse temizliktir. [7:31]

Müjde mü’minler “Temizlik Denizi” olan Ramazan-ı mağfiretnişân geliyor, temizlik zamanıdır… O’nun şifa eliyle her şey çok güzel olacak…

a

Sultanım, herkesin kulağına gizlice bir nüktedir söylemiş; herkesin canına bir başka haberdir duyurmuş.

Kullar arasında savaş var, diriler arasında kin gütmek… Cümlesinden yapıp eden ancak O. İşte sana güzel mi güzel, nazenin bir dost…

Güle tatlı, güzel bir söz söylemiş, güldürmüş onu… Buluta bir nükte söylemiş, iki gözünü de yaşlara boğmuş. Gül der ki: muhabbet meclisinde olmak ne hoş; bulut der ki: ağlayış daha iyi… Hiçbiri diğerinin öğüdünü tutmaz, sözüne kanmaz.

Dala oyna demiş; yaprağa el çırp… Göğe çark ur demiş, yeryüzünün çevresinde döndedur.

Akla uç git demiş; aşka şaşır da kal… Sabra da bir güzelin gamıyla kan ağla demiş.

Yüze, bir güzelce gül demiş; saça, yüze perde çek… Rüzgara da o nergizin yüzünden kap perdeyi demiş.

Dalgaya coş demiş, arı duru sudan uzaklaştır köpüğü… Gönüle de hadi demiş, her güzelin yüzüne bak gitsin. Arife her gördüğünü güzel, güzelliği O’ndan bil demiş.

Her yanda bir alâmet, her solukta bir kıyamet…

İşte böylece bu nükteyi anladıysan, daha dünyada cennet, cehennem…
Ey dil bu yeter iki cihanda sana iz‘ân
Birdir bir iki olmaya yok bilmiş ol imkân
Hak söyleyicek sende senin ortada nen var?
Âlemde heman ben dediğindir sana noksan

bizdekurtulalim

Ey yaprak, elbette bir kuvvet buldun da dalı yarıp çıktın. Ne yaptın da zindandan kurtuldun? Ne olur söyle de biz de şu mahpushanede senin yaptığını yapalım, şu hapisten kurtulalım.

Peygamber demiştir ki: “Her kim sırrını saklarsa çabucak muradına erişir.” Tohum toprak içinde gizlenince bu gizlenme bahçenin yeşillenmesiyle neticelenir. Bu derd ü gam, bela vü cefa çekmeler ocağın posayı gümüşten çıkarması içindir. Serkeş sûreti, eziyetle eritip mahveyle ki onun atında define gibi bekleyen vahdeti göresin!

Ölmüş tohum, can buldu; toprağın gizlediği sır meydana çıktı şimdi. Meyveli dallar neşeyle nazlanmada, meyvesi olmayan kök utanıp gizlenmede. İşin sonunda can tohumları da böyle olur; iyi ağaç, devletli dal belli olur, meydana çıkar.

Bak şu bekleyen sürü senin süründür. Sürü uykuya dalmış; sağda solda kurtlar dolaşıyorlar; fakat köpeğimiz de çoban kalkıyor diye havlamada.. Sen yönünü bu yana dön bu yana… Gül bahçesinden sırlar duy, harfsiz, sessiz hakikatler işit ey bülbül, o masalı anlayabilirsen sen de sazına düzen var, o nağmeyi çal dur…

tavsiye

Ey dost,
Ömür yarının ümidiyle geçip gitmede, gafilcesine kavgalarla, gürültülerle erimede. Ömrünü içinde bulunduğun bugün say; bir bak bakalım ne sevdayla geçiyor? Gah kese kavgasıyla, gah kâse ümidiyle gidiyor ömrümüz; her nefes ömür sermayen erimede. Ölüm bir bir çekip alıyor bizi; akıllıların beti benzi onun heybetinden sararıp soluyor. Ölüm yolda durmuş bekliyor; ticarete dalansa seyre seyrana gitmede. Ölüm anıştan da yakın bize; fakat gaflete dalanın aklı ondan uzaklaşıp nerelere gitmede bilmem ki…

Ey can,
Bedeni besleyip geliştirmeye bakma, sonunda kurban olacak zaten; gönlü beslemeye bak, çünkü odur yücelere giden. Şu leşe yağlı ballı şeyleri az ver; çünkü kalıbını besleyen rezil rüsvây olup gidiyor. Cana yağlı ballı tefekkür, idrak, aşk gıdasın ver de gideceği yere kuvvetli gitsin. Nicededir saksıyı süsleyip durduğun yeter, gönül çiçeğin su bekler.

Ey ümidi gözleyen!
Ama sen yine de sevgilinin azarını görüp de ümitsizliğe düşme; oruç zahmetinden sonra bayram günü gelir çatar. Bil ki azarlama oldukça sevgi de vardır; her eksik tamam olmada, kemale doğru çekilip gitmede…

Ey Rabbimiz!
Kuruyan gönül çiçeğimize can veren senin vuslat yelindir, ümit dalına bir esinti gönder. Yüce bir yardan aşk seli geldi, Habibin aşkına olsun vuslatınla bir bend kur o sele…

su_kenarinda

Madem halis bir niyetle bu sözü tutmaya and içtin, hal ve meal bakımından tuzakların afetinden emin olasın. Bu tehlikelerle dolu pusu yerinde ebedî olarak uyanık bulunasın; öyle olsun ey âlemlerin Rabbi!

Unutma beyaz bir kağıda yazı yazarsan o yazı, kağıda bakar bakmaz okunur… “Onlar severler onu; O da onları sever” [5:54] makamı, kimi severse en küçük kusurunun bile yüz binlerce karşılığını verir; en önemsiz kusuruna dahi yüzbinlerce günah yazar; ama başkaları, dağlar kadar günah işlese kusurlarına bakmaz onların. Kimin başını ovaya saldılarsa bil ki bu, yabancılık alametidir!

Bu söz, yoksullar padişahının armağanıdır. Allah sözün ve tabi olanın kadrini yüceltsin…

yoldsim_gel

Boya, boyacının o şeyi bizzat kendisinin görmek istediği, başkalarına görünmesini istediği haldir. Sıbgatullah [2:138] “Allah’ın boyası” O’nun bizi kendi nazarında görmeyi, başkasının nazarında görünmeyi murad ettiği haldir. 

Alırsın, küpüne daldırırsın; hepsini de bir renge boyarsın… Hepsi de can kesildi mi senin ışığını verir, senin izini gösterir.

Allah’dan daha güzel boyası olan kim? Çağın gürültüsünden, zamane kirlerinden el aman… Ya ilahî, bizleri ten mezbelesinden kurtar da en güzeline boyadığın Hazreti insan makamına eriştir. İşte bu makamı, yaratılmışların efendisi hürmetine bize kolaylaştır ya huu

kucuk_kus

Güneşi, bende bir zerrecik dahi ihtiyâr bırakmadı. Benim ihtiyârım olursa O’nun ihtiyârı nerde kalırdı zaten! Yaprak gibi yukarıdan aşağı sallanır, kucağından başka bir yere düşerim diye tir tir titrerim…

Her ne günah ettiyse peşiman yaprağını ayırma dâmeni pâkinden; ellere, yellere verme; ala yellere, bora yellere, kara yellere, kara yellere …

Ben garibim, Sen inâyet eyle Allah aşkına…

tevhid

Hak Dostu: – Sen gitmeden O gelmez 
Halk: – Ben Hakkım (ene’l Hak) deme; O Haktır (Huve’l Hak) de kurtul
Hallac: -Ben zaten öyle diyorum ama siz O’nun gâib olduğunu söylüyorsunuz. Gâib:Gözönünde bulunmayan, hazır bulunmayan
Huve: O. 3. tekil şahıs zamiri esk. muhatap gâib
Ene: Ben. 1. tekil şahıs zamiri

Eğer aşkı seversen can olasın

egeraskiseversen

Udi Necat Serkan ÜN icrası;

Eğer aşkı seversen cân olasın,
Kamu derdine hem dermân olasın.
Eğer aşkı seversen cân olâsın,
Gönüller tahtına sultan olâsın.
Eğer dünya seversen mübtelâsın,
Mânî sırrına nerde eresin.
Seversen dünyeyi mihnet bulâsın,
Erenler sırrını kaçan duyâsın.
Cihan köhne saraydır, sen beyisin,
Nice bir eskiye hasretlenensin.
Diken olma, gül ol erenler yolunda,
Diken olur isen oda yanâsın.
Ağudur, bal değil dünya murâdı,
Nice bir ağuya parmak banasın.
Niyâz için buyurdu Hak namâzı,
Niyazdan vay sanâ gâfil olâsın.
Kanatsız kuşlayın kaldın yabanda,
Kanatlı kuşlara nerde eresin.
Erenler nefesin âsâ edin sen,
Eğer nefsine uyarsan fenâsın.
Sana erden asa gerek bu yola,
Dayanırsan asaya dayanasın.
Gönüle gireni gönendi derler,
Gönüle sen de gir gönenesin.

Yunus’un bu sözü gözlüleredir,
Eğer âşık olursan uyanasın.
Yunus bu sözleri erenden aldı,
Sanâ dahî gerek ise alâsın.


Kutb’ül Aşıkın Hz. Yunus Emre (ks)

Aziz üstadımız, bir güzel âşık N. Serkan ÜN Beyefendi’ye dair yoğun isteklere binaen Baki Süha Ediboğlu güfteli Dr. Alaeddin Yavaşça’nın Kürdilihicazkar bestesi, Udi Necat Serkan ÜN icrası ile;

Şeyh Fahrettin Efendi Hazretlerinin nutk-u şerifine Salahi Dede’nin Bayati bestesi, Udi Necat Serkan ÜN icrası ile;

ŞEYH İBRAHİM FAHREDDİN ERENDEN (1886-1966)

Hz. Pir Nureddin Cerrahi Asitanesi son postnişini. Fatih, Karagümrük’te dünyaya geldi. Devrinin önemli hocalarından ders alarak zahiri ilimleri tahsil eden İbrahim Fahreddin Efendi, tarikat terbiyesini aynı dergahın şeyhleri olan amcası Yahya Galib Hayati ve babası Muhammed Rızaeddin Yaşar Efendi’lerden aldı. Babasının 1912’de irtihalinden sonra Cerrahi asitanesi postnişinliğine getirilen İbrahim Fahreddin Efendi, tekkelerin kapatıldığı 1925 tarihine kadar bu görevini sürdürmüştür. Tekke musikisi ve ayinleri konusunda devrinin en önemli ismi olan İbrahim Fahreddin Efendi, tekkelerin kapatılmasından sonra da tasavvuf kültürü ve musikisinin sonraki nesillere aktarılması yönünde büyük çaba sarfederek Muzaffer Ozak, Safer Dal, Kemal Evren gibi zatların yetişmesinde büyük rol oynamıştır. Envar-ı Hz. Nureddin, Sualname, Tarikatname gibi eserler kaleme alan İbrahim Fahreddin Erenden 1966 yılında alemi cemale yürümüş Karagümrük Cerrahi Dergahı haziresine sırlanmıştır. Fahrî mahlasıyla yazmış olduğu çok sayıda nutku şerifi bestelenmiştir.

Ahmet ÖZHAN icrası ile;

Ehli zikrin zikrine bürhân* olur vakt-i seher
Sahib-i derde dahi derman olur vakt-i seher
Halka-i tevhidde bulun nâim** olma FAHRİYÂ
Ehl-i nâim Hakk’a zindan olur vakt-i seher

*Bürhân: Delil, ispat
*Nâim: Uyuyan

HATIRATINDAN

Birinci Dünya Savaşının ardından Dersaadet işgal edilir.  Herkes gibi İbrahim Fahreddin Efendi’nin de içi kan ağlar ama çaresizdir.  İşgale sessizce direnirler. Yapabilecekleri bir şey yoktur. Yerli Rumlar ve Ermenilerin şımarıklığı bir yandan, işgalci İngiliz ve Fransız askerlerinin taşkınlığı diğer yandan Dersaadet halkını kahreder ama çaresiz susmak zorunda kalırlar. Ama bir gün Haydarpaşa Garında şahit olduğu manzaraya dayanamaz. Sohbeti baldan tatlı, yüzü nurdan parlak Allah dostu şahlanır. İşgalci Fransız subayı; muhtemelen esaretten gelmiş, harbin bin bir çilesini görmüş garip bir Osmanlı erini çağırır. Yüksek sesle tabii Fransızca bağırmaya, el kol hareketleri ile de niye selam vermediğini sorar. Ama garibim Osmanlı Askeri Fransızca’yı ne bilsin. Yıl 1920’dir ve Osmanlı’nın harp çilesi 1911’de başlamış dokuz yıl geçmesine rağmen bitmemiştir. 1911’de evinden çıkanlar Libya’dan Rumeli’ne koşmuşlar, iki Balkan Harbinde terhis görmeden Birinci Dünya Savaşına girmişlerdir. Şehit olmayanları esaret günlerini yaşamışlardır. Osmanlı Askerinde bu hali pür melalde Fransızcamı kalır? Zaten işgalci Fransız Subayının niyeti başkadır. Birkaç kelamdan oluşan bağırmadan sonra basar zavallı ere tokadı. Er çaresiz ne yapsın, iki damla gözyaşı döker gözünden, karşılık verememenin acısı ile eğer başını önüne…

Olayı karşıdan seyreden İbrahim Fahreddin Efendi bu manzara karşısında durur mu? Hamiyet-i diniyesi şahlanır. Zaten işgalcilerin tutumunda ötürü bıçak kemiğe dayanmıştır. Eliyle gel diye işaret eder ve çağırır Fransız subayını yanına. Fransız subay; Fahreddin Efendi’nin nur çehresinin heybetine kapılır koşa koşa gelir. Nefti yeşil Cerrahi tac-ı şerifi ile, simsiyah cübbesi ile adeta nuranileşmiş bir çehre karşısında basireti bağlanır Fransız Subayın, selam vermeyi unutur. Az önce subayın Osmanlı askerine yaptığı el kol hareketlerini tekrarlar Fahreddin Efendi ; hal diliyle “Hani Selam” der. Ardında da bir Osmanlı tokadı aşkeder ki yeniçerilerin talimlerinde mermere attıkları tokat gibidir. Haydarpaşa Garı tokadın şiddetinden inler. Fransız subayı; Osmanlı tokadı ile bir seksen iki doksan uzanır kalır yere.  Manzarayı gören işgalci askerler bir şey yapamazlar, döner arkasını gider İbrahim Fahreddin Efendi.

İşgal günlerinde İngilizlerin alimlerden ve meşayıhtan çekinip pek ilişmemeleri nedeniyle Anadolu’ya direnişe katılmak isteyen pek çok subaya yardımcı olur. Kimisi cübbesinin altında silah kaçırır, kimisi subayların Anadolu’ya geçmesine yardımcı olur…

Hz. Pir Nureddin Cerrahi ve dahi İbrahim Fahreddin Şevkiyül Cerrahi Efendilerimiz destgîr-i münirimiz ola. Sadât-ı kiram Efendilerimizin safa nazarları ferahyâb ve feyzyâb eyleye canları… Hazretimin himmet-i âlilerinin üzerlerimize sâyeban olmaklığı, ruh-u tayyibelerinin bu niyazdan haberdâr olmaklığı için, bilhassa Allah rızası için El-Fatiha