Mâşukun gölgesi, aşığın üstüne düştü de ne oldu ki Elbette öyle olacaktı; biz O’na muhtaç idik, O bize müştâk
MUHABBET EHLÎNİN KENDİNDEN GEÇMESİ HAKKINDA BOSTAN’DAN BİR HİKÂYE
İşittim ki, bir hânende, meclisin birinde bir şarkı okumuş. Bu nağmeler, orada bulunan, bir içim su bir güzelin pek hoşuna gitmiş, hemen raksetmeğe başlamış. Raksederken eteği muma dokunmuş biraz yanmış. Bu yanış zâhirde mumdan oldu amma hakîkatte periye benzeyen o güzelin, etrafındaki âşıkların gönüllerinin ateşidir eteğinin yanmasına sebep.
Güzelin bu işe canı sıkılmış, fena halde öfkelenmiş. Oradaki âşıklardan birisi şöyle demiş: “Hemen kızma ey sevgili, ateş senin eteğini yaktıysa beni bir anda kül etti, bütün varlığımı yaktı”
Âşığın bu sözü “aşkın hakîkati” noktasından kusurludur. Çünkü kendisine varlık vermiştir. Ey âşık! Eğer sen âşık isen, bir daha asla kendinden bahsetme. Çünkü Sevgili’nin yanında benlik satmak Allah’a ortak koşmak demektir.
Eğer âşık isen yâre, sakın aldanma ağyâre (ki zâten gayrı yok…)
– Peki ne idelim?
Bu toprakları mayalanan Bizim Yunus’un izinden yürü:
Benden benliğim gitti Hep mülkümü dost tuttu
Alan veren Dost oldu
Lisânım yağma olsun
– Bu sözü ayıplayanlar var amma onlara ne diyelim?
Git derdime sen devâ değilsin
Bigânesin aşina değilsin
Ben böyle kemâle tutmazsam gûş Leyli sözü söyle yoksa hamûş
– Sahibinden ne isteyelim?
Var edip kendine yâr eden sensin mâdem…
✨ Dileriz senden seni Aşkınla boya cânı
Sana lâyıktır ânı
Müyesser kıl ilâhî
Hak cümlemizi ayıltsın, kalplerimizi dirilitsin, en sevdiğiyle BİR eylesin.
Al beni benden
Kayd-ı bedenden Ayırma senden
Sultânım Allah
Sultânım Allah, Allah, Hû, Hû, Hû…
Tel tel ve iplik iplik dikseler de ağzımı;
Tek ses duysalar; Allah… Yoklayanlar nabzımı.
🔥
Varlık perdesini (Lâ İlâhe) ateşiyle yakacak olursan o zaman (illâ’llâh)ın nurunu
perdesiz olarak görürsün.
🍃
Aşkın ile ben beni mahveyleyip
Senin ile sen oluben söylerim
Tâ elestten aşkının mesti idim
Şimdi nevbet değdi destân eylerim
Kesin olarak inananlara, yeryüzünde ve kendi içinizde Allah’ın varlığına nice deliller vardır; görmez misiniz? [Zâriyât:20-21]
Azizim, pirdeşim, halde eşim, Göz yumup cihândan aç gözünü kendi hâline Sen göz yumup açınca bu âlem gelir gider
Duyduk ki şu kevn ü fesat aleminde olup bitenlerin şaşkınlığı içinde, kendine uzak düşmüşsün. Güzel kardeşim, dışarda gördüğün isyan dalgaları, içindeki fırtınalardan ayrı değildir. Afak ve enfüste O’nun ayetlerine, inkarına güç yetmez deliller vardır. Maişet kaygısıyla dolaştığın vatanın etrafı yedi düvelce çevrilmiş bir harp meydanıysa da dön bak aynaya, kendi içine, aynı savaş her an devam ediyor hem sendeki sulhü olmayan bir savaş…
Can eğer canana vasıl olmazsa, onun çektiği sevdası bir vefâsız âr olur. Kendinden başka eksiğin olmadığını anlayana “Tevhid” farzdan önce farz olur!
Yâr ile ettiği ahdi unutmayan, Hakkı ve hakikati hatrından çıkarmayan zâkirin zikir hali, zahirdeki süper güçlerin! düşman ile savaşmasına benzer. Sıcak savaş zamanlarında gaza eden padişah, meydana yüksek sesle atılır. Naralar atarak ve iki tarafa döne döne küffar ile cenk ederdi. Bundan gayesi Hakk katında makbul olup hil’at ve mansıp bulmaktır. Zikrullah ile cihad etmekse gazayı ekberdir. Bunda, daha ziyade hareket, şiddet ve sa’y ü gayret gereklidir. Zira, nefs-i emmare sıfatları ve kötü huylar, başka türlü yok olup güzel huylara dönüşmez. Gözümünüzün nuru Hz. Ali (kv) efendimiz “Sevdiğinin adı yanında anıldığında, depreşmeyen, hali değişmeyen mürüvvetsizdir” buyurmuşken yolun ulularından bazıları da”zâkirlerin zikrullah sırasında her neresi hareket etmezse, kişinin orasında iman yoktur.” demiştir. Zâkire, diliyle “Lâ ilâhe illâllah” demek yetmez. Zikir gönüle inmeli, cezbe ile Hû deryâsına gark olmalıdır. Böyle zâkir bir kerre tevhid eylese Cenab-ı Hak onun kalbine kendi kudretinden bir imân noktası bırakır, tekrarı ile ilahi nur o kişinin kalbini bütünüyle kaplar. Böyle bir zâkirin zâkirliği her vecihle sabit olur.
Madem adımız dahi anılmazken bizi var eyledi, nefs ile ruhun vahdetine insan dedi, nurundan halkettiği insanın tevhid ile bir olmasını, alemi bir görmesini istedi, tevhidi farzdan önce farz kıldı elbet kelimesinden ahvaline ermek için bir de ikramı olacaktır: âteş-i aşk. Aşkı ateş kıldı ki o eritir, kavuşturur, bütünleştirir; birleştirir!
Ya Rabbi ne olur yananların ateş-i aşklarını ziyade eyle ve dahi cümle taliplerine aşk yolunda, tevhid makamlarını ehli yüzünden yaşamak nasip eyleye bi câhi seyyidi’l mürselîn ve âlihittahirîn, aşıklara vuslata bisırrı Pîr El-fâtihâ
Merhûm ve mağfûr Yiğitbaşı Velî Efendi Hazretlerimin, yoldaki işaretleri tarif buyurduğu münacaat usûlünü buracığa nakşetmek makbul görülmüştür:
Yâ ilâhî nâzil et tevhidini dilden dile
Ta ki dilde nefy-i Lâ’dan sonra sâbit-i İllâ kala لا اله الا الله İsm-i zâtının gönülde bağlana ünsiyyeti
Zâhir ola hâlime keşf ü kerâmet kuvveti الله Her nefes kim aldığımca ver Hûviyyetden haber
Şevke vere hâlimi aşk-ı hakîki mu’teber هو Hem dahi her fi’l ü kavlim her kelâmım Hak ola
Rûh ile nefsin sülûku enbiyâ yolun bula الحقّ
Cismim ili zulmetinden ver bana âb-ı hayât
Hayyımı kâyim kılıp hâlimde kalmaya memât اَلْحَيُّ – اَلْقَيُّومُ Kahr-ı kudret mahv ederse bu vücûdum vârını
Adlin irgür def’aten zâhir kıla bâzârını اَلْقَهَّارُ Sırr-ı adle mazhar olup sır bekâda kalır
Lîk bir kez “kullu şey’in hâlikun” sırrın bulur
İşte böylece ahsen-i takvîm olan insan, esmâ-i seb’a ile yedi dairede hüküm sürüp gönlünü sahibine post eyler, Hüvallah sırrına mahrem olup vuslatına, vahdetine, tecellisine, tesellisine, mukamelesine mazhar düşer.
Ancak bu zikredilen manalar gayet büyük lokmadır. Yani arslan ve fil lokmasıdır. Her cîfe sineğinin boğazına sığmaz. Kursağını paralar, hazmi muhaldir.
Benliğim rûy-i latîfinde siyah bir bendir
Rûy-i dilberdeki ben mâye-i dilberdendir
Ruh-ı sâfî-i latîfe diyecek yok amma
Ânın üstünde siyah ben de kemâl-i tendir
Perde-i nokta-i rûyun o siyah bendir, ben
Öyle bir perde ki ondan da cemâl rûşendir.
Ben benim o ruh-ı mutlakda göründüm muzlim
Rûy-i sâfındaki ben, ben der ise hep sendir
Avniyâ perdedir endâm-ı maâniye kelâm
Sem’-i geç-fehme bu söz nağme-i ten nen nendir
Serîr-i bezmgâh-ı fakrı her bir câna vermezler Değil her cânâ yâhû, belki cânâna vermezler Efendi, umma sen âb-ı hayat-ı bâdeden hisse, Anı insana tahsis ettiler, hayvana vermezler Kadem rencîde kılma, zahmet etme zâhidâ, zîrâ, Sımat-ı bezm-i irfânı kuru unvâna vermezler Gidip beyhûde bâr olma miyân-ı cur’a-nûşâna, Bu işretgâh-ı mânâda sana peymâne vermezler Vücudun hâk-ı hırmen etmeyince seng-i ğam, Fahrî! Hakîkat hırmeninden kimseye bir dâne vermezler
Meâlen izah edersek: Fakr meclisinde, baş köşeyi sıradan insana vermezler, her insana değil, belki sevgiliye bile vermezler. Ey efendi! sonsuz hayatın kapısı olan fakr bâdesinden bir hisse bekleme, çünkü o kâmil insanların hakkıdır. Onu, nefs-i emmâre seviyesinde, hayvan gibi yaşayanlara vermezler. Ey zahîd! sen ayağını yorma ve zahmet edip o meclise gitme! Zira, irfan sofrasına oturmayı, kuru unvana vermezler. O mânâ şarabından içenlerin yanına gidip boş yere onlara yük olma, o mânâ meclisinde, sana bir yudum bir şey vermezler. Ey Fahrî! gam değirmenin taşı, senin benliğini öğütüp yok etmeyince hakîkat harmanından kimseye bir dane vermezler.
Hadi ey âb-ı hayat, bir nağmeye başla da döndür değirmen gibi beni… Şu varlık buğdayı tezce un olsaydı, halkın varlık metâsı şu değirmenden dışarıda kalırdı. [Hz. Pir Mevlana]
Bir değirmen metaforudur gidiyoruz günlerdir, sadece başımız değil ömrümüz dönüyor andıkça değirmen misalini… Önce Cahit Zarifoğlu’nun bir denemesini koyalım sofraya:
Adaşım Cahidî Ahmet Efendi’nin bir beyti var, şöyle:
Akil isen can gözün aç, tut kulak bu sözüme Bir değirmendir bu dünya öğütür bir gün bizi
Elbistanlı Muzaffer Hoca’yla konuşuyoruz. -Dünya bir evcik’tir. Esas ev ötede, diyor. Bir ağabeyimiz, kendisine servetini çoğaltmasını ve saklamasını telkin eden bir rüya görüyor. Ve kendi kendine: -Herhalde bir kıtlık, bir afet, bir yokluk meydana gelecek. Zor günler gelecek. Bunun için de böyle bir rüya gördüm. Bari bundan böyle hesabımı bileyim, israfta bulunmayayım, malıma sahip olayım da zor günlerde zorluk çekmeyeyim, diyor. Ancak rüyasını ulu bir zata tabir ettirmenin daha isabetli olacağını düşünerek, böyle bir zata gidiyor ve rüyasını anlatıyor. O mübarek zat şöyle diyor: -Güzel bir rüya görmüşsün. Elbette servete sahip olmak, onu çoğaltmak gereklidir. Serveti çoğaltmak demek ise onu tasadduk etmek, muhtaçları arayıp onlara dağıtmak ve sevdiklerine hediyeler vermektir…
Bu mübarek sözlerden de anlaşılmalı ki servet, insanı bir değirmen gibi öğüten bu evcik için değil, ötedeki esas ev için. Selef-i salihîn Allah’a yalan olmakta birbirleriyle yarış ederlerdi. Cennet ve cehenneme ve bunların el’an yaratılmış olduğuna inanır ve ayet gereğince “cennete girmek için yarışırlar”dı. Kalbinde “zerre miktar iman” olan kişi, Peygamber Efendimiz’in müjdesi ile, cehennemde kalmayacağım, öte dünyada, o büyük ve esas evde cennete dahil olacağını umabilir. Evcik’te nasıl yaşanması gerektiğinin binlerce tarifinden bir tarif, bir yol, tek başına bir ışık, bir kurtarıcı olan hadisi şerif şöyle: Buyuruyor Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem: -Kalbinde zerre miktarı iman olanın cennete gireceği umulur. Bu müjdeyi duyan sahabe sorar: -Ya Resulallah, zerre miktar iman nedir? -Bir Müslüman vakit namazlarından birini elinde olmadan kaçırır, bir sonraki namazın vakti girdikten sonra hatırlar da, bundan dolayı kalbine şiş saplanmış gibi olursa, onda zerre miktar iman vardır.
Evcik, güzel, doyumsuz, ama meşakkat ve görevler dolu. Evcik sevimli bir kelime. Muzaffer hoca bu küçültme takısı ile onu sevimli gösteriyor, onun lanetlenmemesi konusundaki, gereği gibi sevilip değerlendirilmesi konusundaki görevleri hatırlatıyor. Ancak bir yandan da her şeyin iyisini ve büyüğünü isteyen insana (bize), evin de, malın da, sevabın da en çoğunu isteyeceğimizi düşünerek, evcik’le büyük ev’den söz etmeye bir yol açıyor, bize asıl menfaatin büyüğünü işaret ediyor. Gönlünüzü, enerjinizi, dikkatinizi, bu küçük kulübe ile bu evcik’le fazla eğleştirmeyin demek istiyor. Zira bu evcik, bu sevimli ve tadı şey insanları dişlileri arasına alıyor ve bağırıp çağırmalarına aldırmadan kanını kemiğine katarak öğütüp bir gün toprağa atıveriyor.
Dünya var olduğundan bu yana değirmen misali dönmekte, insanlar da iki taşın arasında öğütülen buğday tâneleri misali hayatın acı tatlı olaylarıyla ömrünü geçirmekte…
Gerçek âşık Dost yolunda ün eyler Darb-ı tevhid ile bağrın hûn eylerDeğirmen daneyi döner un eyler Derviş hu der döner kâfir mi olur?
Değirmen taneyi döne döne un eylerken tavaftaki müslüman her bir devirle özünde olmayan kirleri atıp aslına dönüyor; Lebbeyk, lebbeyk ey kerem sahibi, başımda senin sevdan var, senin suyunla değirmen taşı gibi dönüp durmadayım…
Sultânü’l-âşikîn Yûnus Emre [v. 1320] (kuddise sırruhu) hazretleri bir nutk-ı şerîfinde haremdeki tavaf manzarasını anadolu insanı gözünden ne de güzel resmediyordu… Sözcükleriyle sanki kalbime doğru sızıyor, içinden kavrayarak yüreğimi avucunun içine alıyor, beş asır sonrasından İsmail Dedemin Hicaz’daki şehnaz bestesini de alarak el ele verip devrana kalkıyoruz:
Yürük değirmenler gibi dönerler El ele vermişler Hakk’a giderler Gönül Kabesini tavaf ederler Muhammed’in kösü çalınır bunda Ol serverin demi sürülür bunda
Semâda melekler kanat açarlar Önde bir kılavuz Hakk’a uçarlar Müminler üstüne rahmet saçarlar Muhammed’in kösü çalınır bunda Ol serverin demi sürülür bunda
Hep turnalar gibi yüksek uçarlar Kanadıyla halka rahmet saçarlar Ab-ı kevser şarabından içerler Muhammed’in kösü çalınır bunda Ol serverin demi sürülür bunda
Derviş Yunus ider görün n’oldu bana Aşkın muhabbeti dokunur cana Aklını başına devşir divane Muhammed’in kösü çalınır bunda Ol serverin demi sürülür bunda
Buradan sonra sus yol almaya bak, bunu da iyiden iyiye bil ki su garibin başını değirmen gibi döndürür ha döndürür…Bir teferrüc eyleyip baktım cihânın yüzüne Her neye baktım ise ibret göründü gözüme Âkil isen cân kulağın aç nazar kıl sözümeBir değirmendir bu dünyâ öğütür bir gün seniAlt taşı değirmenin yeryüzün tutmuş karâr Göklere kılsam nazar nicedir leyl ü nehâr Nice yüz bin enbiyâ toprağa kıldı karâr Bir değirmendir bu dünyâ öğütür bir gün seniÂline aldanma sakın mekr ile hîle kılar Verdiğini geri alır sanma kim bâkî kalır İki taşın arasında dânenin hâli n’olur Bir değirmendir bu dünyâ öğütür bir gün seniHalk edipdir kudretinden kâr-âgâh ol Hudâ Çark içinde dânesin ömrü ona oldu gıdâ Bulmadı iflâh ecelden enbiyâ şâh u gedâ İki cihânın güneşi fahr-i âlem Mustafâ Bir değirmendir bu dünyâ un ider bir gün biziCâhidî geç bu hayâlden bakma dünyâ malına Zehr olur her kim ki yerse sunma onun balına Âkil isen kıl seyâhat, gir Rasûlün yoluna Bir değirmendir bu dünyâ öğütür bir gün seni
Rûhu’l-Beyân’da; “Beyt’in Rabbine kulluk etsinler” ifadesindeki “Beyt”den maksat kalptir ki o, Kabe-i Hakiki’dir. Vâridât ve ilhâmâtın metafıdır (tavaf alanıdır)” buyrulur. Şimdi Kabe-ı Muazzama’ya ziyaret farz-ı ilahidir. Nedir O? Taştan yapılmış bir binadır, O’nun şerefi yerindedir. Bina olmasa da orada yine de yeri tavaf olunur. Asıl o yerdedir mukaddeslik ama yeryüzü topraktır. Cenab-ı Hak efdal-i mahluk olarak insanı yaratmıştır. Mü’minin kamili, meleklerden de üstündür. Asıl kabe, kabe-i hakiki insan-ı kamildir… Burada gidip dönüyoruz o dönmek zahiridir. Asıl düşünen insanlara lazım olan insan-ı kamili bulup da etrafında dönmesi, hizmetinde bulunmasıdır. Bir taş binanın etrafında dönmek kolaydır, imkanı olan herkes yapar onu. Fakat kamil mümini bulup da O’nun etrafında dönmek, sohbetine nail olup sözünü dinlemek, hizmetinde bulunmak, insanı kemale o ulaştırır işte.
Peygamber efendimiz’in asr-ı saadetinde müslüman olmuş, O’nu tanımış, O’nun çevresinde dönen müslümanlara sahabe diyoruz. Sahabe-i kiram Peygamber SAS Efendimiz’i nasıl dinlermiş? Tasvir, anlatım, ta’rif şöyle: “Sanki başlarının üzerine ürkek bir kuş konmuş gibi… Sanki kıpırdandıkları zaman bu kuş ürküp kaçacakmış gibi… O kuş kaçmasın diye, hiç kıpırdamadan, nefesini bile dikkatle alıp vererek, Peygamber Efendimiz’i öyle dinlerlerdi.” Evladını gömen insanlardan asr-ı saadet içre ashab-ı kiram yapan işte Hazreti Peygambere olan tabiyetin, hizmetin, muhabbetin mükafatıdır. Nitekim Resuli Kibriya hazretleri bir gün ashabına: “Kalkınız ve savaşınız” buyurduğunda Sa’d bin Ubâde’nin “Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki atlarımızla birlikte denize dalmayı emretsen hiç tereddütsüz denize dalarız” demesinde bu adanmışlık duygusu, bu hizmet aşkı vardır.
Peygamber-i ahir zamana varis olanlar kıyamete kadar eksik olmayacaktır. Kabe-i hakiki olan O varisleri bulup onların etrafında belki peyklerin döndüğü gibi dönmek, O’nun hizmetinde bulunmak, sözünü dinlemek, gösterdiği yoldan dışarı çıkmamak gerektir. Hal böyle olunca Kabe-i hakikiye götürecek olan yolları aramak her mü’min-i muvahhidin boynunun borcu olsa gerektir.