Kasîde-i Âdemiyyet
Dü âlem zâhir u bâtın hakîkat bir işârettir
Dil-i âdemde dem dem çalınan tabl-ı beşârettir
Vaktiyle, şehrin sembolü bir kale fethedildiği zaman çalınan müjdeci davula “tabl-ı beşâret” denirmiş.
Beden farz olsa âlem, can-ı âlem vech-i âdemdir
Zemin ü âsumânın nûru âdemden kinâyettir
Murâdım vech-i âdemden benim, Nûr-ı Muhammed’dir
Oku sen “Rahmeten li’l-âlemîn”i gör ne âyettir
Seni âlemlere rahmet olmaktan başka bir şey için göndermedik. [Enbiyâ:107]
Şu can kim, âdemin ilmine kabil etmedi kalbin
O can sûrette âdem olsa da kârı hasarettir.
Kim ki “allamel esmâ” [Bakara:21] da âdeme tamamı yüklenen bu ilmi kabul etmedi, surette âdem olsa da işi hasrettir, kendini bilmediğinden hakikatine daima bir özlem içindedir.
Oluptur vech-i âdem, nutk ile kalb-i müstesnâ
Cihan kışr (kabuk) oldu, lübb (öz) âdem, nutuk Hakk’tan inâyettir
Yüzüne karşı tutmuştur yüzünü cümle mevcûdât
Ne izzettir, ne devlettir, ne hikmet, ne saâdettir
Nümudârın (nümûne) durur ay u güneşle cümle yıldızlar
Senin zâtından oldu âşikâre, gör ne hâlettir
Göz açıp gördüğün kendi yüzündür zâhir ü bâtın
Gözün yumsan nihânında (gizlendiğinde) nihân olur hüviyyettir
Muhît-i külli şey’, zâtın vücûdunda nihân etmiş
İyânen görmek istersen, nazar kıl gör ne ibrettir
Her şeyi içeriden çepeçevre kuşatan, dışarıdan boşluk bırakmaksızın kuşatan kendi zatını insanın varlığından gizlemiştir. Açıkça görmek istersen Hak gözüyle bak gör ne şaşılacak şeydir.
Yüzün âyinesinde Hak sıfatın âşikâr etti
Söz olup söyleye zât u sıfatından ki gâyettir
Taayünden münezzeh oldu zâtında ulûhiyyet
Sıfatında kemâliyle zuhûr-u ayn-ı rahmettir [Enbiyâ:107]
Senin zâtın sıfatıdır, bu mevcûdât bu meşhûdât
Sıfatında şühûdun ayn-ı cem’-i zât-ı vahdettir
Kadîm ü Kadir ü Hayy u Mürid u Âlim ü Dânâ
Sen oldun, âriyet sanma bunlar, senden asâlettir
Yine kendi yüzündür gördüğün mir’ât-ı âlemde
Basîr isen gözünün gördüğü yüz ayn-ı rüyettir
Semi’ isen söze gel, ey tılsım-ı allemel-esmâ [Bakara:31]
Diyen ve işiten özündurur, gayb u şehâdettir
O âdem kim özün, zâtın, sıfatın eyledi idrâk
Görür kim, gayri yok, zâhir olan sırr-ı mâiyyettir [Hadîd:4 Kaf:16]
O kim zımn-ı mukayyedde, vücûd-u mutlâkı görmez
Değildir âdemoğlu ol, esîr-i dâm-ı mihnettir
Her kim ki sonsuz sınırsız manânın, sonlu, sınırlı ve sorumlu olan âdemin iç yüzünde mutlak vücûdu görmez, öylesine âdem manâsı, hilâfet sırrı mîras olarak kalmamıştır, zahmet yurdu olan dünya tuzağına yakalanmış bir esirdir belki.
Vücûd-u mutlâkın âyinesi insan-ı kâmildir
Bu âyine, kemâlâtıyla ma’nâ-yı hilâfettir
Meâl ol kim: Haberdâr olasın zât u sıfatından
Kişi, zât u sıfatın bilmemek asl-ı dalâlettir
Senin zâtınla kâimdir sıfatın, ey cihân cânı
Bu baş gözüyle görülmez, gören ayn-ı basîrettir
Kaçan zâtın, sıfatın varlığından varlığın alsa
Neden ayrıldığın ol dem bilirsin, vakt-i hasrettir
Muhabbet bâdesin içsen bu neş’ede bilirdin sen
“Sekâhum rabbuhum” dedikleri şerbet ne şerbettir
Yüksek ilim sahipleri; zâhiri görünüşün için dışa zuhuratı, dışın içten yansıması zevkindedirler ve halleri; Rablerinden sunulan ilmin özüne, tüm berraklığıyla kavuşma durumudur. [İnsan:21]
Bu âdem donunu giymezden evvel hangi don giydin
Bu donun hakkını vermez isen sana seyâhattir
Kemâlât-ı ilâhiyye bu sûrette olur hâsıl
Eğer bu sûreti yavı kılarsan (kaybedersen) sonu gurbettir
Bu âdem sûretin canın bürününce neler çekti (transit gelmedin)
Yine devre düşersen, menzîlin esfelde zulmettir
Kamu eşyâya sâri zât durur zımn-ı mukayyedde
Vücûd-u mutlâkın seyr-i tamamı işbu sûrettir
Bu halkıyyet, bu hakkiyyet, bu gayriyyet, bu aynîyyet
Hakîkatte senin zât u sıfâtından ibârettir
Cemâlinin kemâlini, kemâlinin cemâlini
Yüzünde zâhir etti Hak, makâm-ı vâhidiyettir
Hızır derviş lisanından bu nazmın, nâzımı Hakk’tır
Bunu Hakk’tan işiten mahzen-i sırr-ı hidâyettir
Eğer Hızr’ın cemâlini görmeye müştâk isen âşık
Nazar kıl sûret-i İbrâhim’e, eyyâm-ı fırsattır
İmdi cânım efendim, zâhiri Halk olan, kahramân diye sahneye aldığını, Süpermen kostümüyle zîna ederken, hırsızlık yaparken, şahsî menfâat peşinde koşarken, hâsılı kendine zulmederken yakalarsa, o donu üzerinden çıkarıp şehirden sürmez mi?
Bir kul zina işlediğinde iman ondan çıkar ve bir gölge gibi başı üzerinde olur. O kimse o (masiyetten) çekilince geri döner.
Râvi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)
Râmuz El-Ehâdis [49:5]
Ârife bir işâret, âşığa bir beşâret (müjde) yeter!
Sırf bu manânın tekrâr tekrâr tefekkürü, benlik perdesini aralamaya, uykusunu alanları uyandırmaya yeter bî-iznillâh