Vuslât yolunu göster

El-Fakîr Eş-Şeyh Muhammed Niyâzî-i Mısrî el-Halvetî bin Ali Çelebî en-Nakşibendî
yamisri

Oldu yüzün subhu senin ey nigâr,
اِنْـفَجَـر  يَـنْفَجِرُ  اِنْـفِجَارٌ

Kalmadı bu dilde seni göreli,
اِصْطَـبَـرَ  يَصْـطَبِرُ  اِصْطـِبَارٌ

Lütf edip etme beni bin cevr ile
اِخْـتَبـَرَ  يَخـْتَـبِرُ  اِخْتِـبَارٌ

Sana ‘atâlar yaraşır bendene,
اِفْتَـخَرَ  يَفْـتَخِرُ  اِفْــتِـخَارٌ

Sende çü cem’ oldu hüsün şîvesi,
اِقْـتَصَرَ  يَقْـتَصِرُ  اِقْتِـصَارٌ

Yetmiş sekize vardı yaş eyledin,
اِخْتَـيَرَ  يَخْتَـيِرُ  اِخْتِـيـَارٌ

Yolunda nesi var ise olur Mısrî’nin
اِنْـتَشَرَ يَـنْتَـشِـرُ اِنْـتِشَـارٌ

Etme Niyâzî-i gedâyı meded,
اِنْـتَظَــرَ يَنْـتَظِـرُ  اِنْـتِـظَارٌ

Ey güzel yüzlü sevgili! Senin gül yüzünün şafağı söktü de sabah oldu; Tanyeri ağardı, ağarıyor, ağarmakta... Seni göreli beri bu gönlümde sabretmeye tâkat kalmadı; Sabretti, sabrediyor, sabretmekte… Bana lütfunla merhamet et de bin cefâ ile imtihan etme! Sınadı, sınıyor, sınamakta… Sen Sultana yakışan bağışta bulunup hediyeler vermek; kapında kul olmuşa düşen ise yoksulluğunu, fakirliğini açığa vurmak; Fakr yaraşırdı, fakr yaraşıyor, fakr yaraşmakta… Güzelliğin edâsından, nazından her ne var ise cihanda, sende toplandı; Noksandı, noksanlığı devam ediyor, noksan… Bana ömür verdin, yaşım yetmiş sekize vardı* İhtiyardı, ihtiyarlıyor, ihtiyar… Mısri’nin her şeyi senin yolunda yayıldıkça yayılır gönüllere; Dağıttı, dağıtıyor, dağıtmakta… Ey Niyâzî!  Dilenciler gibi   “Yardım edin! Meded!” deyip durma da, Bekledi, bekliyor, beklemekte…

Tuhfetü’l asri fi Manâkib el-Mısrî adlı kitapta,  Niyâzî‐i  Mısrî’nin  ikinci  defa  Limni’ye  sürülüşünde,  cami minberinde,  yüz  günden  fazla  bir  müddet  bir şey  yemeden  halvet  ettiğini, Kavala şeyhi es-seyyid Mustafa Efendi’den  naklen  yazıyor, aynı eserde Mısrî  mahlasını kullanmakta iken kâse-i ömrünün miktarını, hayatının  ne  kadar  süreceğini  keşfen  anlayıp, Niyâzî (İhtiyaç beyan ederek, yalvarıp yakarıp dua eden)  mahlasını (نيازى ebced değeri:78=ن ي ا ز ي 50+10+1+7+10) kullanmaya  başladığını  ve  Niyâzî  sözünü tutarak yetmiş  sekiz  yaşında dar-ı bekaya irtihal eylediği yazmaktadır.

Yâ Rab bize ihsân et, vuslat yolunu göster
Sûrette koma, can et uzlet yolunu göster

Eyledi hevâ, gâret oldu işimiz âdet
Dergâhın ola gâyet, kudret yolunu göster

Nefsimi hevâdan kes, kalbimi riyâdan kes,
Meylimi sivâdan kes halvet yolunu göster

Candan sana tâlib kıl her tâate râgıb kıl
Bir Pir’e müsâhib kıl hizmet yolunu göster

Tâ’lim edip esmâyi bildir bize eşyâyı
Duymağa “Ev ednâ” yı hikmet yolunu göster

Hâr içre biter gülzâr, nâr içre doğar envâr
Her şeyde tecellîn vâr, rü’yet yolunu göster

Şol kim ola vuslatda, halvet bula celvette
Bu Mısrî’ye kesrette vahdet yolunu göster

Hz. Pir Muhammed Niyazi Mısrî kaddasallahu sirrahul fettah hazretlerinin makamı kudsiyeleriyle âşina olmaklığımız için el-fatihâ

Ey evlâdım, bizler “Hüve’l Bâki” ebedi “Hayy” olmuşuz, ölmeyiz. Bizlere dua etmeyin, kendinize acıyın, fatihâ’yı bizden bekleyin. Hayy olan ölmez meğer ölen hayvan sıfât olan beşer imiş. Beşer fâni, Allah el-bâki’dir. Biz Allah’ın rengiyle boyanmışız. Ölen sensin çünkü dirilmedin, ölü olan sensin; fatihayı şerif’i sana okumalı.

TAZELER İÇİN LUGATÇE:
subh: sabah vakti, tan yerinin ağardığı zaman nigâr: resim gibi güzel sevgili cevr: İncitme, eziyet, cefa atâ: cömertçe verme, ihsan etme, bağış hüsün: güzellik şîve: güzellerin insana hoş gelen ve gönül fetheden tavrı, naz, edâ, işve gedâ: dilenci, yoksul, fakir gâret: yağma, talan, çapul gâyet: Son, nihayet, encâm, gâye râgıb: İstekli, isteyen müsâhib: sohbet arkadaşı, ahiret kardeşi “ev edna”: “İki yay aralığı kadar ya da daha yakın” demek olan bu tabir; esasında Efendimiz’in Mirac münasebetiyle Allah’a yakınlığının derecesini ifade için şeref nüzul olmuştur. [Necm:9]  rüyet: bakış, görüş