Cihân âşık

Nihân ettim kelâmım, gerçi mâ’nâ âşikâr oldu
Söz oldu perde-i hüsnün, o perde vasf-ı yâr oldu

Dil derdine derman-ı devâdır Aşk-ı Muhammed (sav)
Uşşaka didâr sub-hu mesa ismi Muhammed (sav)

Cinlerle beşer vechine hayrandır ol Şâhın
Cennet bağının goncasıdır ruy-i Muhammed (sav)
Hep dertli gönüller gece gündüz Aşıktır ol Şâha
Aşıkların kıblesidir şehri Muhammed (sav)

“Göz seni görmeli, ağız seni söylemeli; bütün deniz kıyılarında seni beklemeli…”deyu Habib-i Kibriya Hazretleri’ne arz-ı muhabbet demlerinden âşık-ı sâdıklara, bezm-i vaslın neş’esinden, gaşyolan mestânelere “su” niyyetine huuu

Lebin vasfında sultanım dehan aşık, zeban aşık
Sana ey mihr-i tâ’bânım zemîn aşık, zaman aşık
Vücud-ı aleme bâis vücudun olduğu zahir
Mine’l-evvel ile’l-ahir sana kevn ü mekan aşık
Eğer mahfî eğer peyda ve ger akıl eğer şeyda
Senin şevkin ile cana, nihan aşık iyan aşık
Gören aşık cemal-i ba-kemalin görmeyen aşık
O gül ruhsara billahi Hüdavend-i cihan aşık

Gönüllerin dizginini elinde tutan Yüce Rabbim’in, gönüllerimizi Resulullah aşkıyla diriltmesini niyazıyla huu

Sâhib-i irfân ağlar


Dosta kâh yoldaş olup kâh düşmana
İnleyip sesler duyurdum her yana
Dost olur -zannınca- her insan bana
Sırlarım gel gör ki meçhuldür ona
Sırlarım olmaz iniltimden uzak
Her göz etmez fark işitmez her kulak

En güzel vuslatı tattırmak için cennette, bize gündüz-gece zehir ettiği hicrâna şükür…

Rûz u şeb dîdelerim derdin ile kan ağlar
Vâkıf olan benim esrârıma her an ağlar
Kimse fehm itmedi hayfâ ki nedir maksûdum
Gice gündüz ne içün dîde-i giryân ağlar

Dâğ-ı sînem göricek hûn ile âlûde benim
Rahm idip hâlime ezhâr-ı gülistân ağlar
Gördü çün derd-i dil-i zârımı rahm itdi tabîb
Didi ey hasta-i hicrân sana dermân ağlar
Yine rahm eylemez asla bana ol âfet-i cân
Beni bîmârî görüp hâlime yârân ağlar
Gam değil bilmez ise hâl-ı derûnum ol yâr
Fehm ider niyyetimi sâhib-i irfân ağlar
Derd ile rûyuna bakdıkça senin İlhâmî
Gerçi handân olur ammâ ciğeri kan ağlar

(Sultan III. Selim Han Hazretleri)

İşte şimdicek gözlerden yakut renginde bir gözyaşıdır boşandı. İzinin tozu belirmeyen aşktan şimdicek bir iz belirdi. Sevilenlerin renklerine bak, sevenlerin renklerini seyret; işte şimdi şu iki güzelim renk de o renksiz candan geldi şimdicek. Bak da gör; gökyüzü her solukta toprağa binlerce renk bağışlamada… öylesine renkler ki ne yeryüzünde var ne gökyüzünde. Rengin temeli renksizlik, şeklin aslı şekilsizlik, harfin özü harfsizlik,  işte buracıkta elde avuçta olanın, mâdenin, definenin aslı.   Âşık da sensin, sevgili de, ikisini arayıp duran da; fakat ona buna görünmemek için de kat kat örtüler ardındasın işte. Âb-ı hayat menbâ’ısın fakat kıskançlığından ağzını yummuşsun; işte o amansız aşk yüzünden ağız susmada, can feryâd etmede. Seher vakti kuşların feryatları, susanlardan gelen bir habercidir. Susarak ağlayan dünyanın izi ağızdadır işte. Zevkiyle ağlıyorsan ne diye ayrılığa düşünce ağlarsın? Sen inkâr ediyorsun amma işte binlerce tercüman buracıkta.  Bir dosta av olamamışsan söyle niçin kararsızsın böyle? Değirmeni dönüyor gördün mü bil ki su buracıktadır. Canım emrediyor, sus diyor, incitme beni; sustum, buyruğa kulum, anlatmayı bıraktım artık…[Hz. Pir Mevlana]