Benim hala umudum var

İçinde sevginden başka hiçbir şey olmayan şu gönlüme and olsun ki senin dostlarından olmayanı sevemem. Canım sana feda değilse başından dert eksik olmasın, gamsız kalmasın. Gözlerim senin için yaş dökmüyorsa görmesin seni bir daha, aydın olmasın. Ümidim senden başkasınaysa, onmasın. Varlığım senin için değilse yıkılsın gitsin. Hangi cazibe var, hangi güzellik var ki senin ışığının vurmasından ibaret olmasın. Hangi bey, padişah var ki o senin yoksulun olmasın. Gönlümün düşmanların diledikleri hale gelmesine razı olma; bak da gör, gönlümün isteği, senin razılığından başkası değil. Sensiz geçen bir ânı bile kaza edemem, fakat ne çare? Başa gelen senin takdirinden başka bir şey değilki. A gönül, canını feda et, ver gitsin, ne diye üstüne titriyorsun onun; ko yoluna gitsin. Yaradanın yok mu senin? Kendi üstüne titreme de başkaları senin üstüne titresin; canına and olsun, sana senden başka düşman yok!  [Hz. Pir-i Destgir-i Münir]

benimhalaumudumvar
Bahr-i rahmet katresi yanında cümle yok olur
Her ne denlü çok olursa bizde cürm ile hata

[NEV-NİYÂZ ve DEDESİ] 
– Şeytan diyor ki : “Al başını git!”
– Ona de ki: “Sen gittin de ne oldu?”
– O ne cevap veriyor bir dinlemek lazım
– “Benim hala ümidim var” diyor sanki
– Arada bir dinlemek iyi olabilir sanki
– Efendi Hazretleri gibi şeytanı dinleyip tersini yapacaksan ne âla…
– Bu fırtına durulur mu? Benden adam olur mu? Benim yola, aşka zararım dokunur mu? Dedem, benden de ümidin var mı hala?
– Ümitsizlik haramdır cancağazım. Allah seni ümit diye yarattı, Ümit diye yaratılan ne Allah’ın ümidini boşa çıkarır ne de Allah’tan ümidini keser!
– Haram olmasa, ümidin yok yani…
– Hem haramı da hafife alma; Hakkın istemediği, senin de iradende erimiş işte, al sana kaymaklı ekmek kadayıfı; az şey midir ya huu!
– Elimi bırakma ne olur!
– Sen seni bıraktığında dahi seni bırakmaya niyeti olmayanların aslına, nesline, demine huu
– Canım feda onlara; bir ümit tekkeye girerken, suretlerine bakıp niyaz ediyorum; ömrüm fedâ olsun diye… bir ümit
– Bakma sen, ham meyvayız hala, koparmışlar dalımızdan; bir ümitle yaşıyoruz erenlerim
– İnad etsem bile bırakmazlar, sahibim var; benim hala umudum var…
– Eyvallah dersin olur biter!
Eyvallah ya huu

İster ol taş, ister ol mermer gibi; sohbet et erlerle, ol cevher gibi. Daima kalbinde yer ver kamile; gönlün olsun daim arifler ile. Dön ümitsizlik yönünden, yön ümit; dön karanlıktan, güneş var, nura git. Çekmek isterken gönül kalp ehline; ten sürükler ferdi çirkef hapsine. Kalbe arif sohbetinden ver gıda; eyle bir ikbâl sahibinden ikbâl rica. [Mesnevî-i Mânevî]

Ya Rabbi bu buluşmayı ayrılığa döndürme, ağlatma aşkınla mest olanları. Ya Rab can bahçesini tazeleştir,yemyeşil et, kastetme şu sermest gönüllere, kastetme şu bağa bahçeye. Hazan mevsimi gibi dökme yapraklarını, kırma gönül dallarını, sana sığınanları yoksul ve perişan etme. O ağaçta senin kuşunun yuvası var, kırma dalını, yakıp yandırma o kuşu. Ya Rab kendi canını, kendi mumunu birbirine vurma, kırma, dökme, kör et düşmanları, güldürme onları bize. Hırsızlar aydın güne düşmandır ama yapma etme, onuların gönüllerinin istediğini. Devlet, ikbâl Kâbesi ancak bu halkadır; yıkma Ümit Kabesini. Çadırın şu direğini sökme, nihayet senin çadırındır sultanım, etme eyleme. Ya Rab biliriz kimini vuslatla kimini hasretle pişirirsin lakin dünyada ayrılıktan acı bir şey yok,ne istersen yap, bizi ayrılıkla imtihan etme, onu yapma yalnız… [Hz. Pir-i Destgir-i Münir]

ayirma

Hayat Dini

Din, hayatın vicdânıdır. Hayata dinle tutunmak ve dine hayat vermek: Müslüman’ın en “hayatî” meselesinin bu olduğunu söyleyebiliriz.

Hayata dinle tutunmak, onun rehberliğinde ve çizdiği yoldan yürümek; dine hayat vermek ise onu her dem aşk ile yorumlamak, yeni okumalarla canlı tutmaktır.

Din, nihayetinde insan için vardır. Bunu uzatabiliriz: Onun mutluluğunu, rahatını, huzurunu temin eder. İnsan ise din ile şeref kazanır ve derinleşir; Hazret-i İnsan olur.

Dini, insan hayatına dair önerilerde bulunan herhangi bir düzenleme gibi sunmak ile ona hayatta yer vermeyecek kadar kutsallık atfetmek arasında temelde bir fark yoktur. İkisi de din ile hayat arasında bir duvar örer. Birisi sıradanlaştırarak bunu yaparken, öteki kutsayarak buna sebebiyet veriyor. Hakikat sanki bu aralıkta gibi duruyor. Onu ne sıradanlaştırmak ne de ulaşılamaz, dokunulamaz bir yere taşımak: Dine hayatın tam da merkezinde yer açmak; başının üstünde değil, içinin ta içinde!

Dini, sadece “büyük” meselelerle ilgilenen, gündelik hayata dair bir şey söylemeyen bir tarifle takdim etmek büyük bir tuzaktır. Evet, sosyal, siyasal, kültürel önerileri de var ama sabahtan akşama, doğumdan ölüme, atılan her adımda dinin bir müdahalesi ve bir teklifi bulunuyor. Bu, bir gidip bir gelen, bir gözüküp bir kaybolan dışarıdan bir müdahale değil, hayatın paralelinde yürüyen, hayata katılan, ona çeki düzen veren, onun yanı başında duran bir durum. Refakat, bu durumu ifade eden en doğru kelime belki de. Ve bunun sonucunda “din hayatın vicdanı” olur.

Din, hayata anlam ve derinlik katar. Öbür taraftan bakınca da hayatın dine canlılık verdiğini söylemek durumunda kalırız. Din olmasa hayat kupkuru ve anlamsız olur ama hayat da olmasa din soyut bir iddiadan öteye geçmez.

Dini kutsal kabul edip hayatı ve insanı önemsizleştirmek, her şeyden önce dinin ruhuna terstir. Çünkü Allah dini yaratıp ona uygun bir insan yaratmadı, tam aksine, insanı yaratıp ona uygun bir din gönderdi. Öyleyse dini takdis ederken hayatı ıskalayamayız, o da mukaddestir.

Buradaki önemli bir ayrıntıyı da es geçmemek gerekir: Hayat, din için feda edilebilir ama din hayat için kurban edilemez. Ama hayatın feda edilmesi, tüketilmesi değil, bu dünyaya ait olan bölümün öte dünyaya eklemlenmesidir yalnızca. Bu açıdan hayatın fedası, onun ‘fena’ya bakan yüzünün kesintiye uğramasından başka bir şey değildir. Çünkü “Ölür ise ten ölür / Canlar ölesi değil.”

Dinin öngörülerine, öğretilerine göre düzenlenmeyen bir hayat kabul edilemez ama hayata dokunmayan, ona temas etmeyen bir din anlayışının da eksik olduğunu hemen peşinden belirtmemiz gerekir. Buradan hareketle şu sonuca varabiliriz: Hayat ve insan -ne kadar değişirse değişsin- varlığını sürdürdüğü sürece, tüm yeni durumlar için dinin söyleyeceği bir söz bulunur. Bu anlamda din algısının genişlemesinden söz etmek gerekir, değişip dönüşmesinden değil. Kaldı ki, hakikatte ‘din’ ve ‘hayat’ diye iki ayrı ve bağımsız alanın varlığı da şaşı bakıştan başka şey değildir. Din, hayatın anlamı; hayat, dinin mücessem (somutlaşmış) halidir. Öyleyse birbiriyle mücadele eden değil, birbirini tamamlayan, hatta birbiriyle bütünleşen bir ilişki söz konusudur.

Hâsılı Din bu dünyada yaşanır, hayat ise öbür dünyada vesselâm… 

Bir mekan olarak cami yanından geçerken biraz merakla kapıyı aralayıp seccade üzerinde, aylar Ramazan’ı, günler Cuma’yı gösterdiğinde DİNİ HATIRLAYAN çağdaş! insana ve Kur’an’ın gereği gibi boyayamadığı defolu DİN anlay(amay)ışına ithaf olunur…

BİR kala

Bir(e) kalana,
Ve gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz? Ve hâlâ eğleniyorsunuz. Artık, Allah’a secde edin. O’na kulluk edin. [Necm:60-62] ***

Topraklara bastıkça o Subhânı hatırla
Toprak tenine bahşedilen cânı hatırla

Yâr olmak için Zâtına, insanı yarattı
Her lâhzada canındaki cânânı hatırla

Bir mum yakan, bir gölge yapar…

Denizden buharlaşarak meydana gelen sis, denizi göstermediği gibi candan kopup gelen söz de cana perde olur. Hikmetten bahsetmeye girişmek pek yüce bir işle uğraşmaktır. Fakat hakîkatler güneşine, anlatış da bir perdedir.

Dünya, köpük gibidir. Hakk’ın sıfatları denize benzer, fakat köpük, yani dünya, denizin rengine, güzelliğine perde olmuştur.

Köpüğü gidermeye, ortadan kaldırmaya çalış ki, denizin güzelliğini görebilesin. Hâlbuki sen, denizin köpüğüne takılıp kalıyorsun. Bilmiyorsun ki köpük denizi sana göstermemektedir.

Dünyada gördüğün suretlere, resimlere, muvakkat verilmiş güzelliklere dalma, onlar hakkında düşünceler yürütme! Gördüğün resimler, suretler zamanla kaybolup giderler. Nasıl saçlar, sevgilinin yüzünü, gözünü örterse, güzelliğini göstermezse harfler de sözün özünü örter. Bu yüzden harf kabuğunu kırmak gerektir. 

Aşkı anlatmak için bin söz desem
Görse bir aşık susarmış dil o dem
Söz de kâfi gerçi aşkın şerhine
Şerh olandan olmayan yeğdir yine
Her ne var dünyada şerh eyler kalem
Aşkı anlat derseniz çatlar o dem [Hz. Pir Mevlana]

Yıllar var ki mektuba düşen sözler, bu söyleyişler halimize perdedir. Siz güzelim canların gül bahçesine benzer gönüllerine musallat olan, diken misali düşüncelerden biz de muzdaribiz…

Hem mânâ sultanı “Dilin sükûtu çok mümtaz bir hikmettir, fakat çok az kişiye bu hikmet nasip olur” buyurmuşken halimizden utanır olduk… Cahil cesur olur misali bizdeki de ne cür’etmiş ama, cehlimizi mazur görün efendim…

Bir şey dememek için susmak kâfi iken, mektup gönderek de susulabilir demek için “Gitmeye geldiğimiz” serüvenimizde imbik imbik damıttığınız, damla damla çoğalttığınız hakikat sancılarımızın, tımar-ı aşk ile devâ bulmaklığı niyâzıyla aşk kapılarını açacak anahtarı işaret edip çekilmek niyetindeyiz:

Bu iş satırdan olmaz, sadırdan olsa gerek;
Erden Hakk’a ermek gerek,
Erenleri bulmak gerek.
Bulmaz isen sen onları,
Can û dilden sevmek gerek.
Sevenler buldu anları,
Erişti Hakk’a canları,
Bütün oldu imanları,
Can û dilden sevmek gerek.

Madem bu yola giren canın gayesi Hakk’a kavuşmaktır. Hakk’a erişebilmek için de O’na erişeni bulmak gerek. Bulamadınsa sev O’nu, bir yol kur inceden inceye, O seni elbet bulur…

İşte Allah onların kalplerine imanı nakşetmiş ve Kendi tarafından bir ruhla onları desteklemiştir. [Mücâdele:22]

Artık biz de gölge etmeyi bırakalım da bir ucundan yandığımız ateş-i aşka, can suyu eklemenizi bekleyelim… Mum, ağlayıp gözyaşı dökünce daha da aydın bir hâl alır. Ağaç dalı da, ağlayan bulutun bereketi ve güneşin harâretiyle yeşerir, tazelenir. Yâni bir meyvenin yetişmesi için harâret ve su gerekir…

İnci tanelerine eşlik etsin diye vakit Huzur-u Harem-i pâkinde niyaza durmak vaktidir: [290. mestmp3] 

Duâ ile sözü hatmedelim, zira hakikatte,
Sözün cevher olsa yeğdir itnâbından îcâze

İlahî, elimizden tut ve bizi satın al! Gönlümüzdeki gaflet perdesini kaldır! Fakat tesettür (mahfiyet) perdemizi yırtma ve bizi rezîl etme! Ey Malike’l-mülk olduğu halde tacı ve tahtı bulunmayan Rabbimiz! Bizim gibi biçâre ve bîkeslere takılmış olan bu sert ve ağır kelepçeyi, Sen’den başka kim çıkarabilir? Bizi bu murdar nefsin elinden satın alıp kurtar ki, onun bıçağı kemiğimize dayandı.

Ey affetmeyi seven Allahım, bizi de affeyle. Ey eski ve müzmin illetimizin tabibi olan Rabbimiz, derdi isyanımıza çaresâz ol! Ey Allahım! Ey bütün varlıkları yaratan Ey sebeplerin müsebbibi! Bizi varlıkları ve sebepleri sana ortak tanıma bağından kurtar. Kendinden başkasına meyleder ve el açar duruma düşürme. Bizi senden ayıran her şeyi bizden ayır. Bize, zikrini şükrünü ve aşk ile bir güzel kulluk etmeyi nasib eyle…

Ey Bir olan Yaratan! Bizi, seni tevhid edenlerden, birleyenlerden eyle! Senin yolunda gitmemize engel her ne var ise onlardan bizi kurtar. Bizi kendin için seçilmişlerden eyle! Bizim iddialarımızı lütfunun ve rahmetinin delilleriyle tashih et. Kalplerimizi temizle. İşlerimizi âsan kıl, kolaylaştır, zorlaştırma. Bizi yalnız kendinle ünsiyet ettir. Senden başkasıyla ünsiyet etmekten koru. Bizim bütün kederlerimizi bir tek keder yap! O da sana yakınlık olsun. Dünya ve ahiret sana yakın olmak düşüncesinden başka bir kederimiz bulunmasın!

İlâhî! Benden sadır olanlar kendi alçaklığıma ve senden gelecekler senin keremine layık olan şeylerdir. Bize layık olan haliyle değil Senin şanına layık olan hâl ile muamele eyleyiver…

İçinde bulunduğumuz Şehrullah-ı asamm olan Receb-i şerif’in feyzinden hisseyâb olmaklığımız için, her türlü hayr u hasenatın kabul ve makbul buyrulmaklığı için, hâsıl olan mânâdan Ruh-u Resulullah Efendimizin haberdar buyrulmaklığı için El-fâtiha…

Bi ismi zâtike, Ya Allah huu

Muhabbet-i Ehli beyt-i Mustafa üzerlerimize sâyebân, Vakt-i şerif, sebeb-i gufran, aleme bayram olan Cuma, Şehrullah olan Receb-i Şerif, ömür ve şahsiyetlerimiz, âhir ve âkibet, zâhir ve bâtınlarımız hayrola,

Aşk ola, aşk ile dola, Aşkullah,
Muhabbettullah, Marifetullah,
Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola erenler

Umalım ki Mevlam söylediklerimizi önce bize duyursun,
sonra ihtiyacı olanlara tesir buyursun. . .

Sözü çok olanın, yalanı dahi çok olur imiş;
Yüksek müsaadelerinizle

Mevlam ateş-i aşkınızı ziyâde eylesin
Gam ve telaş sizlerden uzak olsun da
huzur bulasınız efendim

HAMİŞ: *** Bu âyeti okuyanın veya dinleyenin tilavet secdesi yapması üzerine vacip olmuştur.