Mahzun Olma

Ey âşık-ı sâdık,
…Mahzun olma, Allah bizimle beraberdir… [Tevbe, 40]

Belâ-yı mâsivâya mübtelâyım, yâ Resûlallah,
Zebûn-ı pençe-i nefs ü hevâyım, yâ Resûlallah.

“Üzülme!” der Hz. Pir Mevlânâ (k.s) ve devâm eder:
“Kaybettiğin herşey başka bir sûretle geri döner.”

Ey dertli zamanımda canımın rahatı!
Ey yoksulluk çağında ruhumun hazinesi olan Allahım!

Bugün bize gelen bu hoş koku, Hakk’ın sırlarının hareminden esip geliyor. Daha yeni 900 metre yükseklikteki Sevr dağından indik. Ki o küçücük mağara yeryüzünde Efendimiz’in dokunduğu bir taşa dokunma ihtimalinizin en yüksek olduğu yerdi.  Her taşı öpülse haktır, ağlayarak yüz sürsek müstehak…

26 Safer’de başladığımız Hicret yolculuğuna devam ediyoruz…

Malumaliniz Sevr Mağrası’nda Efendimiz ve arkadaşı üç gün üç gece kaldılar. O üç gün sadece emniyet için bir bekleyiş değildi. Orada öncü ümmet, inşa ediliyordu. Altın Silsile oluşturuluyordu. O mağarada sevgi atmosferi öylesine yoğunlaşmıştı ki kıyamete kadar çağları kuşatmaya yetecek kıvamdaydı. Orada bir gönül medeniyeti kuruluyordu. Arzın üzerine asırlara ulaşacak, nice gönülleri mamur edecek bir muhabbet pınarı fışkırıyordu.

Ey Sevr, Ey hicretin ilk durağı! Sen hangi sırlara sahnesin ve ey zaman sen hangi sırlara şahitsin kimbilir…

Hicret bir fıtrat kanunudur ve hayatı inişiyle yokuşuyla, acısıyla tatlısıyla kabullenmek ve bunalıma girmeden yaşamayı başarmaktır. Hicret, bütün peygamberlerin ve insanlığın kaderinde vardır. Bunu başaran insan karşılaştığı bütün olumsuzluklara rağmen dünyanın neresinde olursa olsun sıfırdan başlamayı ve başarılı olmayı bilir. Çünkü hicret bunun eğitimidir. Oysa biz uzun zamandır içimizdeki hicret bağını kopardık. Hoyratça ezmek istedik onu. Bu dünyaya yerleşmek gayemiz oldu. Peşine düştükçe dünya kaçtı ve bizi reddetti. Ülkemizde, evimizde hicret hayatı değil, esir hayatı yaşıyoruz. Ve çağda isimsiz, renksiz, çizgisiz, şahsiyetsiz, misafirleriz şimdi…

Ey benim canım; Sen, benim Halil’imsin! Bütün dünya ateşlerle dolu; Halil (a.s.) olmadıkça, ateş, gül bahçesi olamaz! Sen, güzellik Yusufusun! Halkın gözleri bağlı; hakikati görmüyorlar! Onların gözleri, Kenan’ın ihtiyarı Yakup(a.s.)’ın gözleri gibi, seninle açılır; lütf edip gel de, gözlerini aç! Sen, Mustafa(s.a.v.)’in nurusun! Gönül Kabesi putlarla dolu; lütf edip gel de, Rahman’ın evinden putları dışarı at gitsin![Hz. Pir Mevlana]

Sevgiliye layık olmak için tamamıyla can halini al! Mest olanların yanına gidince sen de mest ol mest! İşte aşka vesile bir hicaz şarkı: 232. Mestmp3

Şefaât kıl, meded, yoksa o rütbe çok günâhım kim,
Ne rütbe yansam ol rütbe sezâyım, yâ Resûlallah.

Teşrifi ile müşerref olduğumuz şehr-i mevlid-i nebi ol rebiülevvel sair zamanlardan daha fazla salat ü selam getirelim de ruhlarımız ruh-u Resulullah ile aşina olsun, Mevlam kalbî irtibâtımızı dâim kılsın! O’nun sünnetini, hayatımızın merkezi eylesin! Habîbi hürmetine bizleri af ve merhametine nâil kılsın…

Muhabbet-i Ehli beyt-i Mustafa üzerlerimize sâyebân,
Vakt-i şerif, Aleme bayram olan Cuma,
ömür ve şahsiyetlerimiz, ahir ve akibet,
zahir ve batınlarımız hayrola, aşk ola, aşk ile dola,
Aşkullah, Muhabbettullah, Marifetullah,
Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola erenler

Mevlam, “siz muhabbet ehli Cânlar”ın hürmetine
bizim duyuşlarımızı ve niyetlerimizi temizlesin
ihlası ile olgun, saf ve berrak kılsın…

Eğer aşkı seversen cân olasın

Cancağazım,
Eğer aşkı seversen cân olasın, kamu derdine hem derman olasın.

Eğer dünya seversen mübtelâsın, Mânî sırrına nerde eresin.

 

askiseninle_tatti

Biz bu satırları kaleme alırken gözyaşlarımıza arkadaş bir Hicaz şarkı vardı,
siz de bu akşam tenhalarda durup dinleyin onu ne olur,

yaralı gönüllere iyi gelecektir inşallah…

Aşkı seninle tattı hicranla yandı bu gönül 

 

Habib-i Edib-i Zişan’dan sonra yaşamak hüznünden yanıp eriyen mum gibi olmaktı. Zîrâ O’nu görmeden bir gün bile dayanamayan âşık gönüllerden bu hicrân ateşine dayanamayan Abdullâh bin Zeyd (ra) ellerini ilâhî dergâha mahzûn bir gönülle açarak:

“Yâ Rabbî! Artık benim gözlerimi âmâ kıl! Ben, her şeyden çok sevdiğim Peygamberimden sonra artık dünyâda bir şey görmeyeyim!..” diyen

içten ilticâsı kabul buldu  ve oracıkta gözleri âmâ oldu.

 

Allâh Rasûlü’ne aşk ile bağlı ümmetinin büyüklerinden Seyyid Ahmed-i Yesevî Hazretleri ise, 63 yaşında vefât eden Rasûlullâh’a duyduğu engin aşk ve muhabbet sebebiyle bu yaştan sonraki ömründe yeryüzünde dolaşmaya vedâ etmiş, mezar gibi bir yerde irşâdına devâm etmiştir.

 

Büyük hadîs âlimi ve müctehid İmâm Nevevî Hazretleri, O Varlık Nûru’nun nasıl karpuz yediğini bilmediği için ömrü boyunca karpuz yememişti. Hayatının bütün safhalarını kuşatan peygambere bağlılık şuuruyla, bir karpuzu yerken bile O’nun tarzının dışında hareket etmek ihtimâlinden uzak durmuştu.

 

Ez-cümle; bizlere güzel insanlardan miras kalan bu muhabbet tezâhürleri çerçevesinde, Allâh Rasûlü’ne muhabbetteki seviyemizi ölçmek, rûhumuzu ne kadar diriliş, uyanış ve silkinişe getirebildiğimizi muhasebe etmek zamanıdır erenler..

 

Bütün kâinatın özü ve varlık sebebine, Resulu Kibriya hazretlerine duydukları,

aşk, şevk ve bağlılığın şiddetiyle O’na râm olan âşık gönüller,

bu âlemde dâim O’nun muhabbetiyle yanacaklar ve her dem
O’nun ulvî visâlinin hasretini yudumlayacaklardır.


Bu Cumanâmesi de adını anarken sesimizin titrediği, burnumuzun direğinin sızladığı,
boğazımıza birşeylerin takıldığı Risaletpenah hazretlerinin bizlere son tavsiyeleri ile tamam olsun:

 

“Ey insanlar! İyi biliniz ki, ben sizden önce gidecek, sizi bekleyeceğim.

Siz de gelip bana kavuşacaksınız. Buluşacağımız yer, Havz-ı Kevser başıdır.

Ancak yarın benimle Havuz başında buluşmak isteyen,

elini ve dilini günahlardan çeksin.

 

Her türlü günah kişi, mekan ve düşüncelerden uzak tutma gayretiyle yandığımız geçip giden sermeye-i ömrümüzde Cenâb-ı Hakk bizi râzı olduğu hizmetlerle rızıklandırsın, Efendimizin izinden, muhabbetinden ve halinden ayırmasın.

Cümle aşikan kâim ve dâim olsun erenler huu