Huzur’dan Övgüler

Es-salâtu ve’s-selâm ey sırr-ı âlem nûr-ı zât
Es-salâtu ve’s-selâm ey ahsen-i hulk-i sıfât

Hz. Peygamber’e olan sevginin ifade edilişi, edebiyatımızın konulan arasında başlı başına, hususi bir yer tutmaktadır. Şâirlerin, Allah Teâlâ’nın da kitâbında defalarca taltîf eylediği Habîbullah’ı övmek gâyesi İslâm edebiyatında da en yaygın tür olan NA’T türü eserlerin doğmasına sebep olmuştur.

Şems-i zâtın perteviyle zâhir oldu her vücûd
Münkir-i zâtın içindir cehl-i küfür hem memât

mihrabi_nebi

Gördü Âdem hüsn-i vechin bildi sensin sırr-ı âb
Cenneti ferdâya saldı buldu nûrunla sebât

Edîb ve şairlerin büyük ekseriyeti, nesir ve nazım olarak bu sevgiyi dile getirmişler, çeşitli vesileler ittihaz ederek onun hayatının hemen her safhasına dair eserler vermişlerdir. Bu vadide eser verenler hangi seviyede olursa olsun, şöhretler arasında zikredilmeyen bir unutulmuş bir şairden sultanlara kadar O’nun aşkını terennüm etmekten geri duramamışlardır. Ona duyulan muhabbet, ondan şefaat talep etme, onun hayatını örnek alma gibi hususlar gayet samîmî bir üslupla ifade edilmiş, eserlerini bu konuları işleyen nice şiirle süslemişler, divanlarına baştâcı eylemişlerdir.

Yoluna cân itse kurbân cedd-i pâkin çok mudur
Zemzem-i irfânı buldu kıble oldu hep cihât

Osmanlı sultanları arasında da bir çok hükümdarın divanlarında Hz. Peygamber’e na’tlar bulunmaktadır. “İlhâmî” mahlasıyla eserler veren III. Selim Han Hazretleri de (v. 1809) şiir ve musîkiye önem vermiş, şairleri ve musîkişinasları korumuş, gözetmiştir.

Olduğunçün küntü kenz’in sırr-ı rahmet âleme
Hubb-i âlin ehl- nîrân ‘ıtkına oldu berât

İlhâmî’nin şiirleri arasında na’tlar da yer almaktadır şüphesiz. Bunlardan bazıları yeni neşr edilen na’t antolojilerinde de yer almaktadır. Ancak onun Mescid-i Nebevî’deki bazı sütunlara nakş edilen na’tları ise, onun Peygamberimiz’e duyduğu muhabbetin, onun hayatını örnek almanın, devleti ayakta tutmak için himmetini beklemenin ve ahirette de şefaatine ermenin önemini ifade ettiği dön na’tı vardır ki bu vadide bir Osmanlı Sultanının dilinden dökülen pek saltanatlı sözlerdir.

Ehl-i beyt’in hubbudur lezzet veren eşyâye hep
Onlara münkâd olanlar buldu berzahtan necât

Bir zamanlar Medine’deki cami ve kütüphanelerde çokça bulunan Türkçe kitabeler daha sonra yapılan tadilatlarda yerlerinden sökülmüşlerdir. 1976 senesi haccı münasebetiyle gittiğim Medine’de, Mescid-i Nebevî, Kuba Mescidi ve Arif Hikmet Kütüphanesi’nde bu kitabelerden bazılarını görmüştüm. Daha sonraları bu kitâbeleri okuyup, neşredilmesinin uygun olacağını düşünüyordum. Ancak Medine’deki mescidlerin son yıllarda yapılan tevsî çalışmları sırasında bu yazılar yerlerinden kaldırılmıştır. Hatta bu son tevsî çalışmalarından önce de Mescid-i Nebevî’de yapılan genişletmeler esnasında güzelim yazılar sıvalarla ve duvarlarla kısmen örtülmüştür. Nitekim Bâbü’s-Selâm’ın dış cephesindeki bazı yazılar kısmen okunabilmektedir.

Bu yazılar arasında III. Selim’in olduğunu tahmin ettiğimiz ve daha önceleri Mescid’in içindeki sütunlarda bulunan yazılar da şimdi bulunmamaktadır.

III. Selim’in bu mekâna göndermiş olduğu dört adet na’t-ı şerîfinin Ali Emirî Efendi’nin Osmanlı Tarih ve Edebiyat Mecmuası’nda neşredildiğini görüncü sevindim. Adı geçen derginin 31 Teşrin-i evvel 1335 (1919) tarihli 20. sayısında sahife 451-452’de yayınlanan bu dört manzumenin Ali Emirî’nin ilâve ettiği küçük notlarla birlikte metnini bugünkü harflerle ve sadeleştirilmişhaliyle takdim ederiz:

I.
Ravza-i Mutahhara-i Cenâb-ı Risâlet-penâhîde minber-i saâdet civarında birinci sütun-ı ulviyet-nümûnda cennet-mekân-ı saîd Üçüncü Sultan Selîm Hân-ı şehîd hazretlerinin şu kıt’a-i ubûdiyyet-kârâne ve pâdişâhâneleri menkûş u muharrerdir:

Esselâm ey mehbit-i vahy-i Emîn
Cân ile âşık sana Rûhu’l-Emîn

Âsmâna fahr ider yerden göğe
Cây-ı cism-i pâkin olmakla zemîn

Tâk-ı gerdun-ı imâd-ı şevketin
Oldu ma’nâda zehî rükn-i rekîn

Dest-gîri ol Selîm Han’ın meded
Kim kavîm ola kıyâm-ı mülk ü din

II.
Diğer sütûn-ı saâdet üstüne imla buyurdukları kıt’a-i âşikâne ve şâhâneleri:

Ey kerem mülküne Sultân-ı Kerîm
Kulluğun fahr bilir Şâh Selîm

Yapışıp kâime-i arş gibi
Şer’in erkânına eyler ta’zîm

Bende-i hâsdır ihsân eyle
Dü-cihânda bana ey lutfu ‘amîm

Ravza-i pâkine yüz bin salâvât
Her biri başına yüzbin teslîm

III.
Diğer sütûn-ı mübârek üzerine tastîr buyurdukları kıt’a-i rukiyyet-kârâne vü mülûkâneleri:

Ey gül-i Ravzâ-i dîn-i İslâm
Sana her demde hezârân selâm

Nice reşk-âver-i yâkut olmaz
Kasrına oldu sütûn-ı seng-i ruhâm

Habbezâ Şâh Selîm-i Sâlis
Kıldı rif’atle bu hizmette kıyâm

Kerem eyle ana ey ekrem-halk
Lutuftur bendelere de’b-i kiram

IV.
Diğer sütûn-ı hümâyuna nakş-tirâz-ı ubûdiyyet eyledikleri kıt’a-i nefîse-i pâdişâhâneleri:

Muallâ Ravza-i fahr-i risâlet
Anın tahtındadır gül-zâr-ı cennet

Sütûn-ı rif’atin tûbâ göreydi
Olurdu cebhe fersâ-yı darâ’et

Selîm Hân ibn-i Mustafâ’ya
Zehî devler nasîb oldu bu hizmet

Ana dünyada himmet âhirette
Şefâat yâ Rasûlallâh şefaât

ashab,_suffe

Zamâne dilinde söylenirse:

I.
Cebrail (a.s )’ın vahyi indirdiği yer olan kutsal mekan sana selam olsun! Çünkü o sana candan aşıktır. Yeryüzü, Hz. Peygamber’in mübarek vücutları kendisinde medfûn diye yerden göğe kadar övünmektedir. Ey Resûl! Senin bu dünyadaki yüce şahsiyetin aynı zamanda ma’na aleminde de ne kadar sağlam bir mevkidir. Yâ Resûlallâh! Sen Selîm Hân’ın elinden tutuver de din ve memleket sağlam bir şekilde ayakta dursun.

II.
Ey cömertlik ülkesinin en cömerdi olan Nebî! Pâdişâh Selîm senin kulun olmakla övünmektedir. Senin şerîatının esaslarına sanki arşın direğine yapışır gibi sarılıp yüceltmektedir. Selîm, senin has kulundur. Ey lutfu bol olan, her iki cihanda da bana ihsan eyleyiver. Ey Resûl senin o tertemiz ravzana yüzbinlerce salat, yüzbinlerce selâm olsun.

III.
Ey İslâm bahçesinin gülü olan Peygamberim! Sana her vesileyle binlerce selâm olsun. Senin sarayında sütun olan mermerler bile yâkut gibi kıymetli taşlara nasıl üstünlük taslamazlar ki. Pâdişâh Üçüncü Selîm, senin mescidine hizmet etmekle ne güzel bir iş yapmıştır. Ey insanların en cömerdi! Büyüklerin kölelerine ihsân etmeleri adettendir. Sen deihsanda bulunuver.

IV.
Peygamberlerin övünç kaynağı olan Hz. Muhammed’in (sav) ravzası ne de yücedir. Cennet babçeleri bile derece bakımından onun aşağısındadır. Tûbâ ağacı senin sütûnlarının yüceliğini görseydi, mahviyetinden başını secdeden kaldıramazdı. Mescid-i Nebevî’ye hizmet etmekle Sultan Mustafâ’nın oğlu Sultan Selîm’e ne yüce bir saâdet nasîb olmuştur. Sen ona dünyada himmet, âhirette de şefâat nasîb ediver Yâ Resûlallâh


Yâ Resûllâh şefâat eyle Allah aşkına…

Sâhib-i irfân ağlar


Dosta kâh yoldaş olup kâh düşmana
İnleyip sesler duyurdum her yana
Dost olur -zannınca- her insan bana
Sırlarım gel gör ki meçhuldür ona
Sırlarım olmaz iniltimden uzak
Her göz etmez fark işitmez her kulak

En güzel vuslatı tattırmak için cennette, bize gündüz-gece zehir ettiği hicrâna şükür…

Rûz u şeb dîdelerim derdin ile kan ağlar
Vâkıf olan benim esrârıma her an ağlar
Kimse fehm itmedi hayfâ ki nedir maksûdum
Gice gündüz ne içün dîde-i giryân ağlar

Dâğ-ı sînem göricek hûn ile âlûde benim
Rahm idip hâlime ezhâr-ı gülistân ağlar
Gördü çün derd-i dil-i zârımı rahm itdi tabîb
Didi ey hasta-i hicrân sana dermân ağlar
Yine rahm eylemez asla bana ol âfet-i cân
Beni bîmârî görüp hâlime yârân ağlar
Gam değil bilmez ise hâl-ı derûnum ol yâr
Fehm ider niyyetimi sâhib-i irfân ağlar
Derd ile rûyuna bakdıkça senin İlhâmî
Gerçi handân olur ammâ ciğeri kan ağlar

(Sultan III. Selim Han Hazretleri)

İşte şimdicek gözlerden yakut renginde bir gözyaşıdır boşandı. İzinin tozu belirmeyen aşktan şimdicek bir iz belirdi. Sevilenlerin renklerine bak, sevenlerin renklerini seyret; işte şimdi şu iki güzelim renk de o renksiz candan geldi şimdicek. Bak da gör; gökyüzü her solukta toprağa binlerce renk bağışlamada… öylesine renkler ki ne yeryüzünde var ne gökyüzünde. Rengin temeli renksizlik, şeklin aslı şekilsizlik, harfin özü harfsizlik,  işte buracıkta elde avuçta olanın, mâdenin, definenin aslı.   Âşık da sensin, sevgili de, ikisini arayıp duran da; fakat ona buna görünmemek için de kat kat örtüler ardındasın işte. Âb-ı hayat menbâ’ısın fakat kıskançlığından ağzını yummuşsun; işte o amansız aşk yüzünden ağız susmada, can feryâd etmede. Seher vakti kuşların feryatları, susanlardan gelen bir habercidir. Susarak ağlayan dünyanın izi ağızdadır işte. Zevkiyle ağlıyorsan ne diye ayrılığa düşünce ağlarsın? Sen inkâr ediyorsun amma işte binlerce tercüman buracıkta.  Bir dosta av olamamışsan söyle niçin kararsızsın böyle? Değirmeni dönüyor gördün mü bil ki su buracıktadır. Canım emrediyor, sus diyor, incitme beni; sustum, buyruğa kulum, anlatmayı bıraktım artık…[Hz. Pir Mevlana]