O güzeli nasıl sev(in)direlim

Ey ki goftî hîç müşkil çün firâk-ı yâr nîst
Ger ümîd-i vasl bâşed hem-çünân düşvâr nîst
Dedin: “Yârdan ayrı düşmek gibi zor bir dert” var değil
Dedim: Kavuşma ümidi olunca pek de zor değil

tanitalim_yeter

Şeyh Sâ’di Şirazî’nin (v.1292) Gülistan’ında geçer

دولت جاوید یافت هر که نکونام زیست
کز عقبش ذکر خیر زنده کند نام را
وصف ترا گر کنند ور نکنند اهل فضل
حاجت مشّاطه نیست روی دلارام را

Bâki devlet buldu, kim ki iyi edâsıyla yaşadı.
Zirâ ondan sonra zikr-i hayr-ı, adını diri eder.
Senin vasfını ehl-i fazl yapsa yapsa müsâvidir.
Bahânesiz güzel, süsleyici kadına muhtaç değildir.
***
Hâcet-i meşşâti nîst rûy-i dilârâm ra…
“Güzel yüzün, süsleyiciye ihtiyacı yoktur” derler. Yüz, dilara oldu mu gönlü dinlendiren, baktığında insanın gözünü doyuran güzel bir simâ olduğunda, süslenmeye ihtiyacı yok ki Allah süslemiş. Habib-i Kibriya hazretlerini sevdirmeye lüzum yokki! Tanıtalım yeter; okuyalım kâfi, hadis-i şeriflerini okuyalım, hayatı seniyyelerini bilelim kâfi…

Maktel-i Hüseyn’lerin okunmasının yasaklandığı bir dönemde sahih tarih kaynaklarından cem ve tertip ettiği Maktel-i Al-i Resul yazacak kadar Ehl-i Beyt-i Mustafa sevdalısı, Meşâyih-i Tarik-i Nakşibendiyye’den bir Bursa şehrengizi Lâmi’î Çelebi (v.1532) irfân-ı aşkından süzülen haliyle ikramımızdır:

Kimdir ki medh ide senin ahlâk-ı lutfunu,
Çûn ânda Cebrâîl ola meddâh hem Hüdâ.

Yüz yıl yusam dehânımı müşk ve gülâbla,
Meddâhın olmağa değilim bir nefes sezâ.

Addolmaz ise ta’n mı kemâlin kelâmla,
Sığmaz beyâna bunca meânî bedi’ ola.

Yoktur yüzüm kapunda ki bir dem niyâz idüb,
Deryûze-i nevâle-i afv eyleyem şehâ.

Âb-ı şefâ’atınla demidir yusan beni,
Ser tâ kadem ki olmuşam âlûde-i hatâ.

Red ve kabûl tâ’atla ger olursa âh,
Cürüm ehlinin ise hakkı şefâ’at ne gam bana.

Yarın usât olursa sezâvar-ı mağfiret,
Olmaya benden özge bu gün müstehak ana.

Çûn âlemîne zâtını rahmet yaratdı Hak,
Husrân ânın ki havfle katı’ eyleye recâ.

Medhin yeterdi bana şefî-i zünûbümün,
Bir beytim olsa nazmım içinde sezâ sana.

Red itme ağlayu kapuna geldi Lâmiî,
Sâillere hemîşe çû pişan durur âtâ.

Urma yüzüme ayıbımı ey hâce bilirem,
Cürmüm çogîse lutfuna hôd yokdurur intihâ.

Yâ gâfirezzünûb ve yâ kâşifel kürûb,
İğfir zünûbenâ ve hatânâ ve sehvenâ.

***

Eğerçi söylemiş ehl-i tarîkat,
Hakkı, Hakdır bilen elhâk hakîkat.

Kimseler olmadı bu sırdan âgâh
Hemin Allâh’ı bilir yine Allâh

Yürü var Lâmi’î kesb eyle hâlât,
Senin haddin değildir bu makâlât.

Bu meclisde bugün bîgânesin sen,
Bu şem’e gerçi hoş pervânesin sen.

Makâmından yüce kılma makâlin,
Kelâmın gözle kim arta kemâlin.

Dolu esnâm iken bu kâ’be-i dil,
Ne yüzden olusar Hak nûru nâzil.

Sadef gibi yum ağzın cümle gûş ol,
Çıkarma gevherin elden hâmûş ol.

muhabbet_duasi
“Allah’ım! Sevgini, Seni seven kimsenin sevgisini ve sevgine ulaştıracak ameli istiyorum. Allah’ım! Sevgini, bana canımdan, ailemden ve soğuk sudan daha sevimli eyle.” [Tirmizî, Daavât 74]

Resulünü, İslam’ı bütün dinlere hakim ve üstün kılmak üzere hak ve hidayetle gönderen, O’nu, İlahi Terbiye’den başka hiç bir elin değmediği, cennet şerabı gibi halis, saf ve tertemiz bir şahsiyet olan Risaletpenâh Efendimiz’i, başı ve sonu misk kokusu gibi zarif ve nezih hayatı ile, Allah’ın izniyle Allah’a çağıran bir davetçi, nurlu bir kandil, şahit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderen, O’nu Allah’a ve ahiret gününe iman eden ve Allah’ı çokça zikredenler, sevgilinin adını sayıklayanlar için “en güzel örnek” kılan Allah’a hamdolsun. Allahım; O’na, ehli beytine, ashabına ve kıyamete kadar “bir güzel tavırla” onların yolunca iz sürenlere, ömrünü bu aşkla bereketlendirenlere salat ve selam eyle. Onlar için rahmet ve rıza pınarlarının coşkuyla taşmasını nasib eyle…

Tâzeler için Lügâtçe:
Meddâh: Çok öven, metheden kimse. Yumak: Yıkamak Dehân: Ağız Müşk ve Gülab: Misk ve Gülsuyu Sezâ: Yaraşır, lâyık Addolunmak: Kabul edilmek, sayılmak Tâ’n:  Konama, ayıplama Meani: Mânâlar Bedî’: Benzeri ve örneği olmayan, görülmemiş, ender Deryûze: Dilencilik Nevâle: Azık, kısmet Şehâ: Ey padişah, ey sevgili  Âlûde: Dolu, bulaşmış Cürüm ehli: Suçlular, günahkarlar Usât: İsyan edenler, baş kaldıranlar Sezâvar: Layık olan Havf: Korku Kat’eylemek: Kesmek: Recâ: Ümit, umma. Şefi-i Zünub: Günahların affa uğramasına aracılık eden Nazım: Vezinli, kafiyeli söz dizisi, şiir Sâil: Dilenci Hemişe: Daima Çü: Çünkü, madem ki Pişân: en ileri atâ: Cömertçe verme, ihsan, bağış Hâce: Efendi, sahip Hôd: Kendi, dahi İntiha: Son bulma, sona erme

Bu gâm ne gezer sende âşık mı değilsin?

Ol mecliste oturan ashâb-ı tarik ve erbâb-ı fütüvvet olanlar için, ayak üzre hizmette duran ihtiyar için, üstadı için gücü yettikçe, birer tuhfe hazır ede, cümlesin bir zarfa koyalar…
tedbiriniterkeyle

Hakkında “Güyâ ki o şâir-i yegâne, Gelmiş bu kitâb için cihâne” buyrulan Galata Mevlevihanesi postnişini Muhammed Esad Galip Dede Efendiyyu’l Mevlevi tarafından “Sanatına tam sahip olduğu devirlerde yazdırıldığı tahmin edilen meşhur müseddes”

MÜSEDDES
Mef’ulü Mefa’ilün Mef’ulü Mefa’ilün

Tedbîrini terk eyle, takdir Hudâ’nındır
Sen yoksun o benlikler hep vehm‐ü gümânındır
Birden bire bul aşkı bu tuhfe bulanındır
Devrân olalı devrân erbâb‐ı safânındır
Âşıkta keder neyler gam halk‐ı cihânındır
Koyma kadehi elden söz Pir‐i Mugân’ındır

Meyhâneyi seyrettim uşşâka matâf olmuş
Teklîf ü tekellüften sükkânı muâf olmuş
Bir neş’e gelip meclis bîhavf u hilâf olmuş
Gam sohbeti yâd olmaz, meşrepleri sâf olmuş
Âşıkta keder neyler gam halk‐ı cihânındır
Koyma kadehi elden söz Pir‐i Mugân’ındır

Ey dil sen o dildâre lâyık mı değilsin ya
Dâvâyı muhabbette sâdık mı değilsin ya
Özrü nedir Azrâ’nın Vâmık mı değilsin ya
Bu gâm ne gezer sende âşık mı değilsin ya
Âşıkta keder neyler gam halk‐ı cihânındır
Koyma kadehi elden söz Pir‐i Mugân’ındır

Mahzûn idi bir gün dil meyhâne‐i mânâ’da
İnkâra döşenmiştim efkâr düşüp yâda
Bir pir gelip nâgâh pend etti alel‐âda
Al destine bir bâde derd u gamı ver bâda
Âşıkta keder neyler gam halk‐ı cihânındır
Koyma kadehi elden söz Pir‐i Mugân’ındır

Bir bâde çek, efzûn kap mecliste zeber‐dest ol
Atma ayağın taşra meyhânede pâ‐best ol
Alçağa akar sular, pay‐i hümâ düş mest ol
Pür çûş olayım dersen Gâlib gibi ser‐mest ol
Âşıkta keder neyler gam halk‐ı cihânındır
Koyma kadehi elden söz Pir‐i Mugân’ındır

TAZELER İÇİN LUGATÇE:
Pir-i muğan: Meyhanecilerin piri, üstadı, Hakk şarabını dağıtan manasına sâki. Zahirde tekke amma batında cümle alem feyiz ve neşe meyhanesi, şarap da feyiz, sevgi ve neşe, pir i mugan da o feyzi o neşeyi kadeh kadeh sunan mürşittir. Tedbirini terk et; takdir Allah Teâlâ’nındır. Sen yoksun; o benlikler, hep vehmindir; zannındır. Birden bire aşkı bul, bu armağan, bulanındır. Devran, devran olalı, temiz kişilerin, ilâhî zevk sahiplerinindir. Âşıkta keder neyler? Gam, dünya halkınındır; feyiz ve neşe kadehini elinden bırakma, söz pîr‐i mugânındır. Meyhaneyi seyrettim; âşıkların, çevresinde dönüp durdukları yer olmuş; orada oturanlar tekliften de affedilmişler, tekellüften de. Bir neşe gelmiş; mecliste ne korku kalmış, ne aykırılık; gama dâir sohbet yapılmıyor, gamın bulanıklığı anılmıyor; hepsinin de meşrebi tertemiz bir hâle gelmiş. Âşıkta keder neyler? Gam, dünya halkınındır; kadehi elden bırakma; söz pîr‐i mugânındır. Ey gönül, sen o sevgiliye lâyık mı değilsin; yoksa sevgi dâvasında gerçek mi değilsin? Azrâ’nın özrü nedir; sen Vâmık mı değilsin. Sende bu gam ne gezer; yoksa âşık mı değilsin. Âşıkta keder neyler? Gam, dünya halkınındır; kadehi elden bırakma; söz pîr‐i mugânındır. Bir gün gönül, mânâ meyhanesinde mahzundu; hatıra fikirler düşmüştü de inkâra döşenmiştim. Bir pîr, ansızın geldi de alelade Öğüt verdi; eline bir şarap kadehi al, derdi de yele ver gitsin, gamı da dedi. Âşıkta keder neyler? Gam, dünya halkınındır; kadehi elden bırakma; söz pîr‐i mugânındır. Bir kadeh şarap çek, içtikçe iç; mecliste yücel; sözün üstün olsun, yürüsün. Ayağını dışarıya atma; meyhanede ayak dire. Sular alçağa akar; sen de küpün ayakucuna düş; alçal. Coşup köpüreyim dersen Galib gibi sarhoş ol. Âşıkta keder neyler? Gam, dünya halkınındır; kadehi elden bırakma; söz pîr‐i muganındır.