Çalışmak üzerine

Kader, gayrete âşıktır…

… ve bir rençber söz aldı: “Bize çalışmaktan bahsetsen biraz”

halil_cibran

Ve O buyurdu ki: Siz yeryüzüne ve o ruhun ahengine ayak uydurabilmek için çalışırsınız.

Çünkü tembel olmak, mevsimlere yabancı kalmak ve sonsuza doğru görkemli ve mağrur bir teslimiyet içinde ilerleyen hayat kervanının dışına çıkmaktır, kesilmeyen akıştan kendini ayırmaktır… eh ayıran kendini ayırır!

Çalıştığınızda bir ney gibi olursunuz, kalbinde saatlerin fısıltısının nağmeye dönüştüğü bir ney gibi…

Hanginiz sağır ve dilsiz bir kamış parçası olmak ister, herkes bir ağızdan şarkı söylerken?

Size nice defalar, çalışmanın bir lanet, iş yapmanın bir talihsizlik olduğu söylendi.

Ama ben diyorum ki çalıştığınız zaman yeryüzünün en yüce hayalinin, daha o düş doğarken size düşen kısmını gerçekleştirmiş oluyorsunuz.

Bir amel kıl dest ü pâyın var iken
Ömrden destinde payın var iken

Ve siz kendinizi işe vermekle, hayata karşı sevginizi belirtiyorsunuz ve işten dolayı hayatı sevmek, hayatın en derin sırrına ermektir:

O, her an yeni tecellîlerle iş başındadır. [Rahman:29]

Fakat acı duyduğunuz için, doğduğunuz günü bir felâket, bedeninizin yükünü, ten elbisesini taşımayı alnınıza yazılmış bir kara yazı sayıyorsanız, ben de siz derim ki: o yazıyı alın terinizden başka hiçbir şey silemeyecektir.

Ve insan için kendi çalışmasının (karşılığından) başka bir şey yoktur. [Necm:39]

Size hayatın karanlık olduğu da söylenmiştir ve sizler bezginlik içinde bezginlerin dediğini tekrar ediyorsunuz.

Şem’-i ikbâlini târ eylemesin derse felek
Kişi yaktığı çerâğ üstüne pervâne gerek

Ve ben diyorum ki istek ve arzu yoksa hayatın karanlığı gerçekten artar.

Ve her arzu kördür, bilgi ile aydınlanmazsa!
Ve her bilgi boşunadır, çalışıp amel edilmezse!
Ve her çalışma kısırdır, içinde sevgi olmadıkça…

Ve siz aşk ile çalıştığınız zaman kendinizi kendinize, birbirinize ve Tanrıya bağlamış olursunuz.

Seve seve çalışmak ve iş başarmak ne midir?
Kumaşı kalbinizden çektiğiniz ipliklerle dokumaktır, en sevdiğinize giydirecekmiş gibi.
Bir evi sevgiyle inşa etmektir, en sevdiğiniz içinde yaşayacakmış gibi.
Tohumu şefkatle ekmek, hasatı neşeyle toplamaktır, mahsulü en sevdiğiniz yiyecekmiş gibi.

Yaptığınız her işe, kendi ruhunuzu üflemektir ve çalıştığınız esnâda, evvel göçen bütün cennetliklerin yanı başınızda durup sizi izlediğini bilmektir.

Sık sık sizin uykuda sayıklıyormuş gibi şöyle dediğinizi işittim: “Mermeri işleyen ve ruhunun şeklini taşta bulan, toprağı sürenden daha asildir. Ve gök kuşağını tutup insanın suretinde kumaşa, tuvale yansıtan, ayağımıza pabuç yapandan daha değerlidir.”

Oysa ben, hemde uykumda filan değil, öğle güneşinde tam uyanıkken diyorum ki, rüzgâr dev meşe ağaçlarıyla cılız otlarla konuştuğundan daha tatlı dille konuşmaz.

Ve kim rüzgârın sesini, kendi aşkıyla daha da tatlı bir şarkıya dönüştürebiliyorsa en yücesi odur.

İş, görünür kılınmış aşktır.

Ve eğer aşkla değil hoşnutsuzlukla istemeye istemeye çalışıyorsanız, işi bırakıp mabet kapısına postu serin de seve seve, canla başla çalışanlardan sadaka dilenin daha iyi!

Gönülsüz yapılan aş, ya karın ağrıtır ya baş

Çünkü gönülsüz pişirilen ekmeğin ağızda tadı olmayacaktır ve ancak yarısını giderir yiyenlerin açlığının.

Ve eğer üzümleri istemeye istemeye ezerseniz, bu isteksizlik pekmezine zehir akıtır.

Ve melekler gibi bir şarkı tutturduğunuzda, aşk yoksa nağmenizde, size kulak verenleri sağırlaştırır, günün ve gecenin seslerine duymaktan mahrûm edersiniz, yazık edersiniz onlara.

 

Kâinat dergâhtır

Senin ekinindik, aşk orağıyla sen biçtin bizi, samandan ayırdın, ambara çekmedesin. Bu çekiş doğruya, lûtuf ve kereme, zerreden bütüne götürmedir. [Hz. Pir Mevlâna]

derviseli

Biz taşların, ağaçların, insanların ve alemlerin Rabbi olanın kullarıyız. Dağları seven, yeni aya bakıp duaya duran, “senin Rahmanla ahdin daha taze deyip” yağmurun altında ıslanan, ağacın kendisine selâm verdiği, çakıl taşlarının vazifesine şehadet ettiği, sıcak günlerde bulutun gölge ettiği, alemlere rahmet olan’ın yolunun yolcusuyuz. “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır” diyenlerin “yetmiş iki millete bir gözle bakmayan, halkın evliyâsı da olsa Hakka âsidir” buyuranların evladıyız.

O erler ki düşeni tutar kaldırır, adam aldırmada geç diyemez aldırırlar. Yumuşak başlı iseler kim demiş uysal koyun olduklarını? Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunları! Elsizdir, belsizdir, dilsizdirler amma gezerler alemde erkekçesine…

Seccade üzerinde, cami ve tekke duvarları içine hapsolunamaz bizim duruşumuz, cümle mevcudât zâkir, kâinat dergâhtır bize…

Bizim gözümüzde tabiatı her yönüyle Hak Dost’un bütün güzelliklerinin seyredildiği bir aynadır, tecellilerin mazharıdır lakin gizli olan sırlar ancak görenedir, köre ne…

Kainatın ahengiyle hem-aheng olup aynı ritmi vuran bir derviş ağacın elinden tutar, halini hatrını sorar hem ağaç ve derviş ne de çok benzer birbirlerine…Yavaş yavaş ilerler, meyve yüklü oluncaya kadar yavaş yavaş gelişirler. Yaprakları kökün mahiyetine tanıklık eder ve ne tür gıda topladıklarını söyler. Dallar kuru kaldıkça dinlendirilmiş ve mest olmuş zahidlere benzer. Bahar melteminde zuhur eden dostun dudağı onlara dokunduğu zaman, zahidlik aşka dönüşür. Ve tıpkı sürgünün rüzgar sayesinde kımıldaması ve kainatın büyük uyumu ile ahenk içinde tutulması gibi, aynı şekilde kalp de dostun yâdı ile sürekli olarak harekete geçirilse gerektir…

Ah dervişim aah, o dalı kırmayacak, o ağaca kıymayacaktın…

Temsil Problemimiz

TEMSİL PROBLEMİMİZ
Bize bakıp müslümanlığa özenen insanlar yoksa imanımızı gözden geçirmeliyiz…

İslam’ın güzellikleri kitaplardan ziyade müslümanların davranış ve sözlerinde kendini gösterir. Hayata yansımayan değerlerin değeri fark edilmez. İman amelle, eylemle ortaya çıkar. İnsanlar söz ve davranışlarına göre değerlendirilirler. İman-amel ilişkisini kelam ilmi açısından ele alacak değiliz. Ancak Kuran-ı Kerim’de elli küsur yerde imanla amelin birlikte zikredilmesi bunların birbirlerinden ayrılmaz değerler olduğunu göstermektedir. Amelsiz iman meyvesiz gölgesiz ağaç gibidir. Hayata aksetmeyen inanç ve düşüncelerin fert ve toplum açısından hiçbir değeri olmaz.

Kuran’ı Kerim’e ve Hz. Peygamberin(sav) sahih hadislerine bakıldığında İslam’ın güzelliklerle dolu olduğu, kıyamete kadar insanlığı ayakta tutacak prensiplerin İslam’da olduğu görülür. Kuran en sağlam rehberdir. “Gerçekten bu Kuran insanları en doğru yola iletir” [İsra,9] Müslümanlar Kuran-ı Kerim’e göre en hayırlı ümmettir. İslam son din, Hz. Peygamber son peygamber, Kuran son kitaptır. Her şeyin sonu, o ana kadarki bütün güzellikleri bünyesinde toplar. Durum bu olmakla birlikte acaba gerçek de böyle midir? İslam’ın hak din olduğunda hiç şüphe yoktur. Fakat asıl problem Müslümanların bugün İslam’ı temsil problemidir. Kıymetli şeyler güzel mekanlarda ve güzel ambalajlar içinde sergilenir. Güzel bir vitrin kalitesiz bir malı bile cazip gösterir. Kötü bir teşhir ise en kaliteli malı bile kalitesiz konuma düşürür.

Güzelim İslamiyet’in bugün güzel olmayan müslümanlar üzerinde sergilenmesi dinimiz açısından olduğu kadar insanlık açısından da bir talihsizliktir. İnsanlığın problemleri azaltmak için çare ve model aradığı bir dünyada Müslümanların aranan modeli ortaya koyamamaları kendileri açısından da son derece acıdır. Müslümanların uzun zamandır yaşadığı hâl-i pür melâli, ümmetin soylu feryadı Mehmet Akif tarafından şöyle dile getirilmiştir:

Müslümanlık nerde! Bizden geçmiş insanlık bile…
Adem aldatmaksa maksad, aldanan yok, nafile!
Kaç hakiki müslüman gördümse, hep makberdedir;
Müslümanlik, bilmem amma, galiba göklerdedir;
İstemem, dursun o payansız mefahir bir yana…
Gösterin ecdada az çok benziyen kan bana!

Yaşanan zamanın şartlarını dikkate alıp medeniyet yarışında başarılı olmadan sırf geçmişin zaferleriyle övünmek boş bir avuntu ve kuruntudur. Geçmişin başarıları geleceği tetiklediği takdirde önemlidir. Geçmişte yaşanmaz, geçmişin güzelliklerinden ders alınır. O güzellikler günümüze taşınır. Hz. Peygamber (sav) ne güzel buyurmuş: “Ameli kimi geri bırakmışsa nesebi onu ileri götürmez.” [Ebû Davud, İlim,1] Bazı peygamberlerin hanımları ve çocukları bile hidayetten nasiplenememişler, dünya ve ahiret perişanlığına uğramışlardır. Herkes kendi gayretiyle kendini ve kimliğini ortaya koymak durumundadır. Allah herkese belli krediler vermiştir. İnsanlar bu ilahi krediyi yerinde ve verimli şekilde kullanmak zorundadırlar. Allah bütün kullar için Rahman’dır; öyle olmasaydı kafirleri yaratmazdı. Bu âlemde ve öteki âlemde, herkes amelinin karşılığını eksiksiz görecektir. Allah kimseye haksızlık yapmaz. Zira o adildir. “Gerek dünyayı isteyenlerin ve gerekse ahireti isteyenlerin her birine dünyada Rabbin ihsanından ard arda veririz. Rabbinin ikramı kısıtlanmış değildir.” [İsra,20]

Bir kimsenin sadece sözde kalan bir müslümanlıkla bir şey elde edeceği düşünülemez. İsimden ibaret müslümanlığın bir işe yaramadığı bugünkü müslümanların halinden bellidir. İslam âleminin günümüzdeki tablosu gerçek İslam’la taban tabana zıttır. Allah’ın ilk emri “oku” dur. Fakat en az okuyan müslümanlardır. Kuran’da müslümanların ancak kardeş oldukları söyleniyor fakat en fazla düşmanlık müslüman toplulukları arasında cereyan ediyor. Hz. Peygamber(sav) “Kuvvetli mümin zayıf müminden daha hayırlıdır” buyuruyor. Fakat müslümanlar ekonomik yönden en güçsüz kesimi oluşturuyor. “En hayırlı ümmet” olarak tanımlanan, yeryüzünde Allah’ın şahitleri olarak tavsif edilen İslam toplumunun görüntüsü İslam’la gayr-i müslimler arasında adeta kalın bir perde, bir utanç perdesi gibidir. Görüntü o kadar bozuktur ki, Muhammed Abduh’un dediği gibi “Avrupa’nın müslüman olması için bizim iyi müslüman olmadığımızın bilinmesi gerekir.” Bizim müslümanlığımıza bakarak kimse müslüman olmaz. Halbuki İslamiyet müslümanların özellikle de dünyaya açılan müslüman tüccarların örnek davranışları sayesinde hızla yayılmıştır.

Müslümanın iyi örnek olması görev, kötü örnek olması suçtur. Hz. Peygamberin (sav) ifadesiyle mümin güzel insandır diğerleri arasında parmakla gösterilecek konumda olmalıdır. Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuşlardır: “Siz kardeşlerinize varacaksınız, bineklerinizi ve kılık kıyafetinizi düzgün yapın ki adeta insanlar arasında dikkat çekesiniz. Allah kötülüğü ve çirkin görüntüyü sevmez.” [Ebû Davud, hadis no:4089]

Hz. Peygamber(sav) yabancı elçileri karşılarken en güzel kıyafetlerini giyer, başka ülkelere elçiler gönderirken de her cihetten düzgün insanlar arasından seçip gönderirdi. Vahiy meleğinin bile kendi suretinde geldiği “Dıhyetü’l Kelbi” bu elçilerden birisiydi. Bizans’a elçi olarak geldiğinde güzel yüzünü görmek için herkes sokaklara dökülmüştü.

Allah Resulü, müslümanların hep güçlü konumda olmasını arzu ederdi. Kaza ettiği umrede tavaf ve say esnasında müslümanların müşriklere karşı güçlü görünmeleri için canlı ve çalımlı yürümelerini emretmişti. Hervele ve remel bunun ifadesidir.

Bugün müslümanlar güçlerini düşmanlarına karşı sergileyeceklerine dostlara karşı kullanıyorlar. Düşmanlar emin, dostlar tedirgin. Halbuki Kuran ifadesiyle “Kendi aralarında merhametli, kafirlere karşı metanetli” olmaları gerekiyor. İnsanlığa kılavuzluk görevi yüklenen müslümanlar kendi yollarını, hedeflerini şaşırmış vaziyetteler halbuki Kuran gibi şaşmaz bir pusula, Hz. Peygamber gibi bir rehber önlerinde duruyor. Tarihi tecrübe neyin nasıl olduğunu ve olacağını gösteriyor.

Zayıflara, cahillere, ahlaki zaaf içinde olanlara kimse itibar etmez. Dilenci filozof bile olsa kimse sözüne ilgi duymaz. Aklının sana faydası olsaydı dilenci olmazdın, derler. Biz İslamiyet şöyle güzeldir, böyle mükemmeldir desek de halimize bakanlar; İslamiyet güzelse siz neden çirkinsiniz, derler. Size faydası olmayan müslümanlığın bize ne faydası olur, biz de sizin gibi olacaksak neden müslüman olalım. Bizim şimdiki halimiz sizden daha iyi derler. Bizim kötü görüntümüze rağmen müslüman olan ecnebiler İslamiyet’i kaynağından öğrenen kimselerdir. Reklam ve magazin dünyasında kaynaklara inerek İslamiyet araştırması yapacak insan çok değildir. Ayrıca insanları okuduklarından ziyade gördükleri etkiliyor.

Her zaman olduğu gibi bugün de en önemli görevimiz evimizin önünü süpürmek, temiz bir İslam toplum modeli ortaya koymaktır. Bu modelin gerçek anlamda modern olması gerekir. Günümüzün gerçekleriyle uyuşmayan, problemlere çözüm getirmeyen, derinliği ve kalıcılığı olmayan şekli ve iğreti bir modelin işe yaramayacağı malumdur. Ölü yüzüne pudra sürmek, yıkılacak bir binayı boyamak boşuna masraf etmektir.

İslam aleminin gerçek bir model olması için yeniden yapılanması, en şiddetli depremlere dayanıklı şekilde yeniden inşa edilmesi gerekir. Gerileme ve bozulma süreci her şeyi yerinden oynatmış, bütün dengeler bozulmuş, bir kaos ortamı oluşmuştur. Bugün ortada ciddi anlamda bir müslüman kimliği problemi vardır. Fakirliğin, geriliğin, aşağılanmanın, sömürülmenin verdiği aşağılık kompleksi müslümanı adeta kendinden, kimliğinden utanır hale getirmiştir. İkbal’in dediği gibi; “Dağ gibi olan benliği saman çöpüne” dönmüştür. Üstad Necip Fazıl’ın tespitiyle “güneşi ceketinin astarı içinde kaybetmiş olan” İslam Alemi güneşe dokunma ve güneşi idrak etme duygusunu yaşamak istiyorsa müslümanların en önemli görevi Kuranî değerler ışığında güçlü bir islamî kimlik inşasıdır. Kendine güvenen, değerleriyle iftihar eden, maddi ve manevi güçlerle donanan ve sahneye çıkıp “ben de varım” diyen bir İslam toplumuna ihtiyaç vardır. Bu model toplumun oluşmasında en önemli görev iyi yetişmiş müslüman aydınına düşmektedir. Böyle bir toplum inşa etmek ütopik değildir. Zira bir defa olan başka zamanlarda da olabilir. Bu inşa için malzeme de tecrübe de vardır. Bütün mesele “olma iradesi”dir. İnanıyoruz ki, hem ilahi irade hem de şartlar müslümanları yeniden tarih sahnesine çıkaracaktır…