Sevap için çalış, yorul ki; günah işlemeye dermanın kalmasın. [Prof.Dr. Mahmud Es’ad COŞAN]
Üşenme, erteleme, vazgeçme; bizi ancak çalışmak kurtarır. [Ş. Rado]
Biriktirdiğimiz suallerle başlamak isteriz söze; “Bu dünyada Allah’ı neden göremiyoruz?”
“El-muhît” ismine ters gelir de ondandır. Zira bu dünya gözüyle ru’yetullah olması lazım gelse, Allah’ın kuşatılan olması lazım gelir, halbuki Allah muhittir, çepeçevre sarıp kuşatandır, muhat, kuşatılan olamaz!
Sonra geçmiş zaman radyo programlarından birinde Üsküplü Şevket Rado (v. 1988)’dan dinlediğimiz bir hatıra vardır:
“Bir gün hattat, Tuğrakeş İsmail Hakkı Bey, iki elinde iki büyük paket olduğu halde Karaköy’den vapur iskelesine doğru gidiyordu. Hemen yanına yaklaştım, paketlerden birini ben taşıyayım dedim. Tereddüt etmeden “Al..” dedi. Bu sefer Kadıköy İskelesi’ne değil de Karaköy Muhallebicisi’ne doğru yürüdü. İçeri girdik. “Hocam, hani iskeleye gidiyordunuz?” Cevap vermedi, muhallebici çırağına: “Evlat, bir limonata bir de muhallebi!” dedi. Sonra kendi kendine söylenmeye başladı: “Allah insanı karısına, evladına, talebesine muhtaç etmesin. Benim eşyamı taşıyorsun, onun hakkını ödemeliyim.” “Üstadım, dedim, asıl biz sizin hakkınızı ödeyemeyiz, hocalık hakkınızı. Senelerdir sizden feyz aldık, bunu nasıl unuturuz?” Cevabıyla irkildik: “O başka, onun karşılığını maarif vekaleti bana ödedi…”
Bir sohbetle devam etti, uyandırma servisi: “… Ama diyoruz ki, “Hasbünallahu ve ni’mel vekîl!” Yâni, “İnsanlar toplandılar, silahlandılar, size geliyorlar!” denildiği zaman, has mü’minler ne dediler?.. (Hasbünallah, ve ni’mel vekîl!) “Allah bize yeter, o ne iyi vekildir.” dediler. “Hasbünallah!” diyoruz, “Allah bize yeter!” diyoruz ve yetiyor hakîkaten… Fakat Allah’ın çalışma yaptığınız zaman, (Ve en leyse lil insâni illâ mâ saâ. Ve enne sa’yehû sevfe yürâ.) Allah-u Teâlâ Hazretleri insanlara sa’yine göre mükâfat ve sonuç veriyor, muvaffakıyet veriyor. (Ve en leyse lil insâni illâ mâ saâ) ifadesi, “İnsanoğlu için, sa’yü gayret ettiğinden başka bir mükâfat verilmez.” demek… Leyse, olumsuzluk fiilidir. (Ve en leyse lil insâni) İnsan için yoktur, (illâ mâ saâ) ancak sa’yü gayret ettiği kadarı vardır. Cümle yapısı bakımından “Lâ ilâhe illallah” gibi bir cümledir bu… Kuvvetli bir cümledir, sa’yin önemini göstermektedir. “Hiç bir ilâh yoktur, ancak Allah vardır.” denildiği gibi, “Hiç bir sonuç alamazsınız, ancak sa’yiniz kadar sonuç alabilirsiniz. Sa’yederseniz, gayret gösterirseniz alırsınız.” demektir bu…
“Ben sizi seviyorum, siz benim sevgili kullarımsınız. Ben size havadan, cabadan şöyle muvaffakıyet veririm.” demiyor Allah-u Teâlâ Hazretleri… “Ancak sa’yederseniz veririm!” diyor. Ama, şu incelik vardır bu işte: Sa’yeden mü’min kullarına Allah-u Teâlâ Hazretleri’nin mükâfatı çok çok büyüktür. Ama sa’yetmek şartına bağlı… Durduğu yerde, durmak şeklinde değildir, uyumak şeklinde değildir… Tenbellik tarzında değildir, ihmal tarzında değildir… Vazifesini yapmamak üzerine değildir. Vazifesini yapmayan insana Allah, yapmadığı halde mükâfat vermez; yapmadığı için cezâ verir, mü’min kulu olduğu halde… Osmanlı’nın yıkılışının sebebi budur. Şâir ne güzel söylüyor:
Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete râm ol!
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol!..
(Allah’a dayan,) Tevekkül et, (sa’ye sarıl,) çalış, –işte şu bizim işlediğimiz konu– (hikmete râm ol) ilmin peşine düş demek… Hikmet, ilmin, bilginin, doğrunun; akla, mantığa ve şeriate uygunluğun sembolü olan bir kelimedir. Ona râm olacaksın, ona tabi olacaksın. Bu Konyalıların iyi bildiği bir şeydir. Çünkü, imam-hatibin kapısının üstüne yazılıdır. Ali Ulvi (Kurucu) Bey’in mısralarıdır. Ali Kemal (Belviranlı) Bey de bestelemiştir bu şiiri… Onun için, sa’yetmeniz gerekiyor muhterem kardeşlerim!.. Bu ciddî bir iştir.
Hatta bu sa’y ü gayreti zahiren şer üzre bilinenlere dahi vaktiyle gösterilen müsamahaya dair anlatılır:
“… Allah’ın bir velîsi idi. Lakin halk-u alem başına Üşüşüp ahvâl-i ma’neviye ve telezzüzat-ı rûhaniyyesini yağma etmesinler diye, bazı evliyaullahın adeti olduğu gibi kendilerini melamet perdesiyle gizlerdi. Güzel ahlak sahibi olan Hoca Efendi’ye gelen bir misafir kitaplarından birisini çalmış, o da bunu gördüğü halde uyarmamıştır. Aksine hırsızın peşinden hizmetçisi Seyyid Ağa’yı göndererek sattığı sahaftan para vererek geri aldırmıştır. O’na göre; İmam-ı Azam bile “hırsızlık yapmak için derse gelen bir kimseyi sabahtan beri fırsatını kollarken emek harcadığını” düşünerek kırklar makamına katmıştır”
Meşahir-i ahissa-i zaman ve cihanın kötü ünlülerinden bahilliğiyle meşhur olmuş bir cimri, kahvede otururken bir dilenci gelip “yoğurt alacağım” diyerek iki akçe ister. Cimri, şimdikilerin “Allah versin” dediği gibi “İnâyet ola” der, sâil gitmez, yine ister. Cimri yine ‘İnayet ola’ der, dilenci gitmez, istemeye devam eder, en sonunda bıkan cimri cebinden iki akçe çıkartıp yere atar; ‘Al yıkıl, defol!’ der. Dilenci iki akçeyi yerden alır gider, bir çanak yoğurt alır ve yer. O gece bu cimri rüyasında Cennet’e girer, bakar; Cennet geniş bir çayırlık alan, içinde ulu ulu ağaçlar, hoşlanır; içinde bir hayli gezer dolaşır, yorulur ve acıkır. Neden sonra karşısında bir insan yaratılır. Cimri: – ‘Arkadaş bu nasıl Cennet? Hani kuş kebapları, hani o nimetleri? Ben bu Cennet’te açlığımdan öleceğim, böyle Cennet mi olur?’ dedikten sonra karşısındaki: – ‘Haa! Evet bu akşam bir çanak yoğurt gönderdiniz’ der, yoğurdu getirir. Cimri, ‘Hani ekmek . . . ?’ der, – ‘Ekmek göndermediniz.’ – ‘Aaaa … buraya gönderirsen mi oluyor, biz kendi kendine oluyor biliyorduk.’ – ‘Hayır, kendi kendine hiçbir şey olmaz. Eğer bir şey gönderirsen o gönderdiğin şey gelir, burada hazır bulursun; zira “Ed-dünya mezraatü’l-ahirati'” hadis-i şerifi bunun üzerinedir’ der, (Dünya, ahiretin tarlasıdır) kayıp olur. Cimri uykudan uyanır; kan-ter içindedir. Kendisi zaten zengin olduğundan ailesini çağırmış, ”Aç şu sandıkları, çıkart şu altınları” demiş. Ardından çeşitli misafir odaları yaptırmış. Her gün kendisinin yediği yemeklerden gelene, gidene, yolculara yedirmiş. Bundan Sonra mutluluğu ve eli açıklığıyla meşhur olmuş. Belki o soydan hala vardır” buyurdu…
Allah’ın bir çeşit cömertliği, fukarayı meydana çıkarır, bir başka cömertliği de cömert kulları vasıtasıyla onlara bol bol ihsanda bulundurur. Şu halde yoksullar, Allah’ın cömertliğine aynadırlar. Hak ile Hak olan ve varlıktan tamamıyla geçen hakiki yoksullarsa mutlak nur olmuşlardır. Cömertler cömerdi Peygamber (sav): “Hamd ve cömertlik, dünyaya uzanmış cennet dallarıdır” buyurmadı mı? Cimrilik, şükürsüzlük ve gerçek körlüktür. Cimri, nehir kıyısında olduğu halde, suyu başkalarından esirgeyen ve önündeki ırmağı görmeyen kör gibidir. [Hz. Pir Destgir-i münîr]
Eh sözü bu kadar dolaştıktan sonra, yazının başlığı ile barıştırmanın vaktidir; mesâiye nasıl devam edelim? Nasıl ölmek ve dirilmek istiyorsanız öylece yaşamalı… Hz. İsa aleyhisselâm ile ilgili meşhur hikâyedir: Pek sevdiği eşeğini, bulurum ümidiyle bir ömür arayıp can veren bir adamın kemiklerine, “İsm-i A’zâm” nefes buyurunca adam ayaklanıverir. İlk sorduğu soru “eşeğim nerede?” olur. Nefsinin istekleri peşinde hayat sürersen, öylece ölürsün…
– Nasıl ölürüm çok merâk ediyorum
– Uykudan önce son yaptığın şekilde ölür uyandığında ilk yaptığın şekilde dirilirsin; sürpriz final bekleme!
… Önceden kendiniz için hayır olarak neyi takdim ederseniz, onu Allah katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı görendir. [Bakara:110]
O gün geldiğinde, sorular soru üstüne, insanlar: “Geride ne bırakmış?” (Geride kalanlar için neyi var) melekler “önden ne göndermiş?” (sonrası için önceden neyi var) Bir gün daha yaklaştığını bilene, bir gün öleceğini, hayatın bir gün olduğunu, o günün bugün olduğunu bilene, mucibince amel edene aşk olsun