Ummandan inciler

Andolsun ki sizin için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çok zikreden kimseler için Allah’ın Resûlünde güzel bir örnek vardır. [Ahzâb:21]

Akla sen gelirsin güzel denince
Senden daha şirin doğmadı bence
Bütün kusurlardan arıtılmışsın
Sanki yaratıldın kendi gönlünce

Altı asırdır dillerden düşmeyen bir şiirden, Kaside-i Bürde’den gönlümüze düşenleri, gönlümüzden çıkmayanlarla paylaşmak muradındayız. Çün Bûsîrî hazretleri bu kasîdesinde Hz. Peygamber’in aşkıyla coştukça coşmuş ve bir bakıma İslam’ın destanını yazmıştır. Öyleyse gönül konuşunca dile susmak düşer…

Dünya dedikleri nedir ki? Mayası yokluk, mutlak gerçeğe göre sadece bir hayal, gerçek saadetten uzak, envai çeşit elem ve kederle ağzına kadar dolu küçücük bir cisim. Bundan ortaya çıkan ihtiyaçların, zaruretlerin, hatrına dünyânın yaratıldığı O Sultân’ın meylini çekmesine imkan ve ihtimal var mıdır? Değil dünyanın zaruretleri, dünyanın kendisi hatta dünyanın içinde bulunduğu kainat bile varlığını O’na borçludur. O olmasa bu varlık hayat bulamazdı.

kaside_burde

Ya şefia’l müznibîn, yâ rahmeten li’l-alemîn
Katre-i nurundan olmuş halk-ı eflâk u zemîn

♥ Ve keyfe ted’û ile’d-dünyâ zarûretü men
♥ Levlâhü lem tahruci’d-dünyâ mine’l-‘ademi
Kendisi olmasaydı, dünyanın yokluktan varlık alanına çıkamayacağı bir zat-ı şâhanenin çektiği sıkıntı, görünüşteki yoksulluğu, O’nu dünyaya nasıl bağlayabilir ki…

Dünya ne oluyor ki, O ona muhtaç olsun
Dünya O’na muhtaç ki, O’nun için değil midir varoluşu, yokluktan çıkışı?
***
Vahdet sarayına mahrem olanın,
İlhamını dâim Arş’dan alanın,
Hatrına dünya yaratılanın
Hak’dan başkasına meyli mi olur?!
O en büyük hazzı kullukta bulur
***
Muhammed batında hem de zuhurunda güzeldi,
Az bir kuvvetten başka dünyada meyli olmadı,
Duruşuyla, gönüllerin en zengini ve en kanaatkârıydı.
Bazen gizli bazen açıktan, âlemin süslerini reddetti,
Ne bir an ne de bir zaman dünyaya el açmadı,
Nasıl çağırır dünya O’na muhtaç,
Zira, O olmasaydı dünya yokluktan kurtulamazdı

Fahr-i Cihân Efendimizin cihana gelmesi mukarrer olmamış olsaydı, dünya yokluk deryası içinde madum ve ebedi yokluk mühriyle mahtum ve mektum olurdu. Hadisi Kudside levlake levlak lema halaktul eflak (Habibim Muhammed, sen olmasaydın ben alemleri yaratmazdım buyrulmuştur)

İsrâ gecesinde Cenab-ı Mevla, Resulü Ekrem’e şöyle ferman eylemişti:
– Halaktehu li-eclik  خلقته لاجلك
(Bu gördüğün kevn ü cihânı senin için halk ettim)
Resul Ekrem Efendimiz cevaben şu cümleyi arz etti:
– Terektehu li-eclik  تركته لأجلك
(Ey Rabbim! Ben de senin için terk ettim)
“Bilâ harf u savt” duyanlar duydu…
Deprenmeden dil dudak, sözü işiten gelsin…

♥ Muhammmedün seyyidü’l-kevneyni ve’s-sekaleyn
♥ Ve’l-ferikayni min urubin ve min acemi
Hz. Peygamber iki dünyanın övüncü, insanların ve cinlerin, Arap ve Arap olmayan her iki kesimin de efendisidir.

O ism-i pâkin muhatabı olan ferman-ı levlake’nin bastığı toprağın her zerresi göklere gıpta ettirecek bir iftihar olanın, O Cenab-ı Girdigâr’ın mahbubu, O alemlerin Rabbinin Habibi, O iki cihandaki sırların kâşifi, O kainatın karanlıklarını aydınlatan nurların nâşiri, O mahşerin dehşet veren gününde her günahkarın şefaat umudu, Muhammed Mustafa Ahmed-i Muhtar(sav) ki ezeli ve ebedi bütün selamlar, sonsuz salat ve dualar, sığınma yerimiz olan risaletinin üzerine olsun.

O’nun adı anıldığında hikmet ummanı coşar dalgalanır, O şefaat sahibinin cömertliği müminlerin ve sadıkların kalplerine rahmet yağmurları gibi yağar. Zemin ve eflak devre başladığı günden beri hiçbir insan O’nun gibi Vahdaniyet’i (Birlik Sırrı) neşir ve ilân edemedi. Hiçbir insan O’nun sonsuz ve sınırsız kemâline erişemedi. Hiçbir insan bu cihanda O’nun gibi takdis olunmadı.

Kadın ve erkeklerden niceleri şu köhne dünyada bir dakika dahi boş kalmaksızın her an her saniye O’nun adını zikrederek O’na salat ü selam getirir. Böylece kalplerini saadet nuruyla tenvîr ederler. Cihânın manevi halini tecdid ve ihya ederler.

Zâtıma mir’at edindim zâtını
Bîle yazdım âdım ile âdını
buyrulmuşken O’nu olduğu gibi anlatmak hiçbir ağzın, hiçbir kalemin haddi değildir. O’nu tarif ve tavsif etmeye hangi kalem kâfi, O’nu tezekküre hangi akıl ve deha kadir olabilir? Bu babda aczini izhâr da bir fazilettir.

Bu dünyanın ve öte dünyanın, göze görünür- görünmez yaratıkların,
Acemin, Arabın, bölük bölük bütün insanlığın Hz. Muhammed’dir başı
***
Hz. Muhammed (sav) Hakk’ın sesidir,
Her iki dünyanın efendisidir.
Arap-Acem O’nun bir bendesidir.
Zaman o gül gibi gül görmüş değil
Sen de o güzelin önünde eğil!
***
Muhammed kurtardı bizleri kaydırıcı sapkınlıktan,
O’dur bize cömertçe ikram eden cömert kişi,
Kalbin ölüşü can bulur hidayetinin nuruyla,
Farz olan övüncümdür, onu sevmeyi seviyorum
Yarın kıyamet gününde “bana yaklaş” der belki,
Muhammed âlemlerin, insanların ve cinlerin Efendisidir,
Arap’ın ve Arap olmayan bütün fırkaların da Efendisidir,

♥ Hüve’l-habîbü’l-lezî türcâ şefâatühü
♥ Li külli hevlin mine’l-ehvâli muktehımi
En şiddetli korkuların sığınma yeri Fahr-i Âlem, Nebi-i Zîşân, Habib-i Yezdân (sav) efendimizin şefaatini umut etmektir. O korkular insana öyle hücum eder, öyle saldırır ki küçük düşürür.

İnsanın aklı ne kadar parlak ve büyük ise dünyada ve hatta ukbada onu bekleyen tehlike de o kadar büyük olur. Bu tehlikenin farkında olmayan gafiller için sonuç vahimdir. Dünya hayatında insanın asla peşini bırakmayan üç azılı düşmanın; nefis, şeytan ve şeytanlaşmış insanların hileleri müslümanın attığı her adımda binlerce pusu gibidir. Bu tuzak ve tehlikelerle yaşamak durumunda olan insan, karanlıkları aydınlatacak tek meşalenin zekâsı olduğunu zanneder. Oysa zekâ istikbâlin karanlığını, geleceğin belirsizliğini keşfetmekte acizdir. Hangi kararın müteselsilen hangi sonuçlara yol açacağına dair ince sınırları anlamakta naçizdir.  İşte bundan dolayı günah vartasına düşmemek, hatalardan korumak, iki cihan saadetine erişmek için tek çare şeriat-ı garra’nın yüce hükümlerinin kabul ve icrası, vesile-i şefaat-i Ahmedî umududur. Merhamete, vicdana, mantığa dayalı adaleti olan her insaf sahibi Kur’an-ı Azim’in herhangi bir sayfasını açıp okusa oradaki emir ve hikmete göre hayatını düzenlese musibetleri def etmeye saadetlere nâil olmaya muktedir olur, bi iznillah…

O öyle sevgili bir peygamberdir ki (kıyamet günü) dehşetli korkulardan herhangi biri hücum ettiği zaman O’nun şefaati umulur.

Her yönden hücum eden korkunun türlüsünden
Ancak O Sevgili kurtarabilir bizi, O’nun merhameti, O’nun şefaati
***
Hakk’ın Habibi’dir dertlere derman,
Şefaat yetkisi elinde ferman,
İmdada yetişir dilediği an!
Mahşeri andıkça sarar bir sızı,
Kurbanın olayım unutma bizi.
***
Muhammed’in şeriatı duruşuyla yücedir.
O emindir ve Ona uymak, kulun emniyetidir,
O bir kahramandır ki ululuğu yayılmıştır,
O şecaatte kahramanlıkları aşmıştır,
Topluluğu çağırdığında icabet edilendir,
Muhammet şefaati arzulanan Hakk’ın sevgilisidir,
Bütün korku ve sıkıntılar Onunla yok edilir.

♥ Ve küllühüm min Resûlillahi mültemisün
♥ Gürfen mine’l-bâhri ev reşfen mine’d-diyemi

Enbiyânın hepsi de Allah Resulünün irfan ummanından bir avuç veya kerem yağmurundan bir yudum su talep ederler.

Fahr-i Kâinat efendimize verilmiş en büyük mucize Kur’an-ı Kerim’dir. O Allah’ın kelâmıdır. İçindeki anlam derinliği okyanuslar gibidir. Hakikat ve batınını idrak; insan algısının ötesindedir. Bahşettiği saadet, feyizler saçan yağmurlar gibidir. İşte bu yüzden kendileri de vahye mazhar olmalarına rağmen enbiyayı kiram, göklerin ve yerin sultanı olan Efendimiz hazretlerinden kerem ve hikmet ister, O’nun sonsuz ve sınırsız nurundan bir parça beklerler. Gerçi bir avuçluk beklenti az gibi görünüyorsa da o bir avuç eğer Kur’an’ın irfanından, hikmetinden, kereminden saçılıyorsa bir deryâ olacaktır.

Ve hepsi umar ve bekler, Allah’ın Resûlundan;
Denizinden bir avuç su;
yağmurundan bir damla su yollamasını..
***
Bütün nebilerin sensin ulusu,
İrfan denizinden avuç dolusu
Kerem sağanağından bir tek yudum su
İstiyorlar senden yâ Resûlallah!
Sunuver kansınlar, elhamdülillah.
***
Muhammed’den nur ehli nurlarını alır,
O’nun ilminde bütün insanların ilmi kaybolmuştur,
O’nun yeri kutsanmıştır, hazret olmak ona uygundur,
O’nun ulvî mertebesine ulaşmaktan ümitleri kestiler,
Miraç’ta imamlık yaptı onlara arkadaş oldu
Bütün Allah resülleri hepsi ricada bulundular,
Denizinden bir avuç ve yağmurundan bir yudum içmek için

pbuh
Ey müminler! Ey istikamet sahibi olan güzel bahtlılar!

O Fahr-i Kâinat baştan başa güzellikle kaplanmış, tebessümle nişanlanmıştır. Şimdi sen O sultanın hatrına, Halık’a kulluğa mâni, mahlukata hizmeti kesintiye uğratan lezzetlerden kesil de O irfan okyanusuna, arzu ettiği kadar salat ve selam getir, dilediğin kadar medhet, böylece kendini ihya etmiş, aslına yaklaşmış olursun.

Kaside-i Bürde

KASÎDE-İ BÜRDE VE İMÂM-I BÛSİRÎ HAZRETLERİ
Habib-i Kibriya hazretlerine duyulan derin muhabbetin izlerinin her beyitte kendini gösterdiği bu kasideyi her müslümanın okuması, feyz alması, kalbini yumuşatması ve kaybettiğini hatırlaması gerekir. Öyle ya “Biz ancak sevdiğimiz kadarız”

Kasîde-i Bürde’nin yazdırıldığı, Muhammed bin Saîd bin Hammad bin Abdullah el-Bûsirî’dir. Babasının Mısır’ın Bûsir karyesinden olması münasebetiyle bu ismi almıştır. Hicri 608 (m. 1212) de doğmuş ve Hicri 696 da (m. 1296) Mısır’ın İskenderiye şehrinde vefat etmiştir. Halen türbesi de oradadır.

Kısa boylu ve zayıf bir bünyeye sahip olan Bûsîrî’nin başlıca huzursuzluk kaynağı, hanımının hırçınlığı ile çocuklarının çokluğu, geçim sıkıntısı olmuştur. Şâzelî tarikatının kurucusu Ebü’l-Hasan eş-Şâzelî’ye intisap eden şair, O’nun irtihali üzerine yerine geçen Ebü’l-Abbas el-Mürsî’ye hitaben yazdığı 142 beyitlik “dal” redifli mersiyede şeyhinin fazilet ve meziyetlerinden sitayişle söz eder. Öyle anlaşılıyor ki ünlü mutasavvıf İbn Atâullah el-İskenderî ile Bûsîrî, şeyh Şâzelî’nin en önde gelen iki mürididir. Ancak İbn Atâullah ilâhî aşk temasını işlerken, Bûsîrî daha çok peygamber sevgisini terennüm etmiştir. Büyük bir şairdir. Fasâhât (güzel ve açık konuşma) ve belâğatta (güçlü ve etkin ifade) eşsizdir. Bir rivayete göre Mısır’da vezirlik de yapmıştır. İlk önceleri şiir ve başka uğraşılarla ilgilenip Mısır sultanlarının yakınları arasına girdikten sonra güzel şiirleriyle onları öven, düşmanlarını da hiciv eden (karalayan) pek çok şiir yazmıştır. Kasîde-i Bürde’nin 140. beytinde şöyle ifade eder:

O’na övgü ile hizmetim; Olsun vesile affına
Şiirle ve boş işlerle, geçmiş ömrün günahına

Bir gün evine giderken yolda rastladığı güzel yüzlü yaşlı bir zat ona:

-Yâ Bûsirî, Bu gece rüyanda Resûlüllah’ı gördün mü? Diye sorar. İmam-ı Bûsirî:
-Hâyır görmedim! Diye cevap verir. Bu konuşmadan sonra O yaşlı zat başka bir şey söylemeden ayrılır. Ne var ki İmam-ı Bûsirî’nin gönlüne, o anda Hazret-i Peygamberin aşk ve muhabbeti düşer. O gece, rüyasında Hazret-i Peygamberi görür ve içinin neşe ve huzurla dolduğunu fark ederek uyanır. Bunun üzerine Peygamber Efendimizi öven ve nice Peygamber âşıklarını sevgi deryasında yıkayan Mudariyye, Hemziyye gibi birçok övgüler yazar. Kasîde-i Bürde’nin 149. Beytinde bunu şöylece dile getirir:

Düşüncemi övgüsüne, yönlendirdiğimden beri,
Başı darda her insana, O Resulü buldum hâmi.

Daha sonraki yıllarda vücudunun yarısı felç olur. Yürüyemez ve hareket edemez duruma düşer. İşte o zaman bu Kasîde-i Bürde’yi yazıp bununla Cenâb-ı Hakk’tan şifâ dilemeye yönelir. Kasîdeyi tamamladığı gece rüyasında Hazret-i Peygamber’i görür. Hz. Peygamber Bûsîrî’den kendisi için yazdığı kasideyi okumasını ister; O

“Yâ Resûlallah! Ben sizin için çok kasideler yazdım, hangisini emredersiniz?” deyince, Hz. Peygamber kasidenin matla’ beytini okuyarak bu kasideyi işaret eder. Bûsîrî kasidesini okurken Hz. Peygamber iki yana doğru sallanarak zevkle dinler. Tamamı 161 beyitten ibaret bulunan Kasîdenin 51. Beytinin birinci mısraını

Hakkında ilmin son hükmü; “O da bir insandır ancak,

olarak okuduktan sonra ikinci mısrasını hatırlayamayarak takılır kalır. Bunun üzerine Resûl-ü Ekrem Hazretleri: Oku yâ İmam! Diye buyurur. İmâm-ı Bûsirî: -İkinci mısrayı hatırlayamadım yâ Resûlüllah! der. Bunun üzerine mucize içinde mucize üzere Peygamber Efendimiz:

“Yaratmıştır O’nu Allah, en hayırlı kul olarak”

şeklinde ikinci mısrasını ikmal buyurarak beyti tamamlar. Kasîdenin tamamının okunmasından sonra Resûlüllah mübârek avuçları ile İmâm-ı Bûsirî’nin felçli uzuvlarını ovuşturur. Ne derin muhabbetin eseridir ki, İmâm-ı Bûsirî uyandığı zaman hastalığının zâil olduğunu görüp Allah’a şükreder. O gecenin sabahında sıhhatine kavuşmuş ve sürûr içinde camiye giderken yolda Şeyh Ebu’r- Recâ Hazretlerine rastlar. Ebu’r- Recâ ona:

– Yâ Bûsirî!. Fahr-i Âlem’i övdüğün kasîdeyi getir! der.

İmâm-ı Bûsirî; Resûlüllah Efendimizi övdüğüm kasîdelerim pek çok. Hangisini istiyorsunuz? Diye sorunca, Şeyh Ebu’r- Recâ:

Gönül yakan o hasret mi? Selemdeki komşuları,
Gözünden akan yaşlara, karıştırıyor kanları.

Diye başlayan kasîdeyi istiyorum. Çünkü sen onu Peygamber efendimizin huzurunda okurken işittim ve O’nun çok memnun olduğunu gördüm der. Bu kasideyi daha hiç kimsenin duymadığını zanneden İmâm-ı Bûsirî hayretler içinde kalır.

161 kıt’a dan meydana gelen Kasîde-i Bürde on bölüm üzere dizelenmiştir:

1 – 12 Hz. Peygamber’e duyulan aşk ve özlem.
13 – 28 Nefsin kötülüğü ve terbiye edilmesinin gereği.
29 – 58 Hz. Peygamber’e övgü.
59 – 71 Hz. Peygamber’in doğumu.
72 – 87 Hz. Peygamber’in mucizeleri.
88 – 104 Kur’ân-ı Kerîm’in yücelik ve erdemleri.
105 – 117 Hz. Peygamber’in Mi’racı.
118 –139 Hz. Peygamber’in Cihadları.
140 –151 Hz. Peygamber’den şefâat dileme.
152 –161 Allah’a yakarış ve dua

 Hafız Mehmet YETKİN yorumuyla

Coşkun bir peygamber aşığı olan Bûsîrî’yi şöhretin zirvesine taşıyan bu kasideye kendisi “el-Kevâkibü’d-dürriyye fî medhi hayri’l-beriyye” adını verdiği halde, “Kaside-i Bürde” ismiyle tanınması gördüğü rüyâdan kaynaklanmaktadır.
Dünyada en meşhur ve en çok okunan kasideler arasında yer alan bu eser, belli başlı bütün kültür dillerine tercüme edildiği gibi, Afrika, Güneydoğu Asya ve Balkanlardaki mahalli dillere de çevrilmiştir. Çeşitli bölge ve ülkelerde genellikle sünnet, nişan ve düğün merasimlerinde, mübarek gün ve gecelerde, ayrıca haftalık evrad olarak okunmakta, son münacât kısmı ise felçli hastalar üzerine yedi gün süreyle okunup Cenâb-ı Hakk’tan şifa niyaz edilmektedir.


KASÎDE-İ BÜRDE

Sonsuz salât ve selâmlar, eyleriz Mevlâm dâimâ
En hayırlı yarattığın, O mübarek Habîbine

Kasideyi okuyanlar veya dinleyenler her beytinden sonra birer defa olmak üzere;
Mevlaya Salli ve Sellim daimen ebeda
Ala Habibike hayril halki küllihimi
Beytini yüksek sesle terennüm ederler

Makedonyalı Mesut Kurtis’in yorumuyla

Bismillâhirrahmânirrahîm (Rahmân ve Rahîm Allah adıyla)

1- Ne karıştırdı bu kanları, gözünden akan yaşlara,
Gönül yakan o hasret mi? Selem’deki* komşulara.

Hasret ateşine yanmaktan mıdır
Aşkın neş’esine kanmaktan mıdır
Selemli dostları anmaktan mıdır
Kanlı gözyaşları akar gözünden
Âşıksın ey gönül, belli yüzünden!

Âhir beyitte olan “Selem” ile murâd, Mekke ile Medine arasında bir ağaçtır ki, onun gölgesinde o server-i enbiyânın istirâhat buyurduu rivayet edimitir. Yani sâhib-i kasîde buyururlar ki: “Ey benim dertli gönlüm! Selem ağacının bulunduğu yerdeki yâr-i şefâat-kârı hâtırına getirdiğinden midir ki, gözünden akan yaşı kan ile karıştırırsın yani kan ağlarsın.” 

 Neyzen Halil Can Rast makamında okuyor

2- Serin esen rüzgârlar mı? Yoksa Kazime* yönünden
Belki de çakan şimşekler, İdam dağı zulmetinden.

Ruhunda duyduğun hâlâ o sesti
Neylersin engeller yolunu kesti
Yoksa Kâzıma’dan rüzgâr mı esti
Şimşek mi çaktı Izam Dağından
Haber mi getirdi nur kaynağından!

Âhir beyitte olan “İzam”, Medine’ye yakın bir dağın ismidir. Yani sâhib-i kasîde buyururlar ki: “Ey benim dertli gönlüm yahut ey şahs-ı mücerredim! Medine-i münevvere tarafından rûzgâr mı esti, yoksa Medine-i Münevvere’nin yakınında olan olan “İzam” dağından bir şimşek mi çakdı da, öyle gece gündüz kan ağlayıp dem-be-dem yetimâne âh ü vâh edersin.”

3- Neler oldu gözlerine? “Ağlama” dersen coşuyor.
“Sakin ol” dendikçe gönlün, aşkla kendinden geçiyor.

Öyle içlisin ki gören şaşıyor
“Dur!” dedikçe gözyaşların taşıyor
“Kendine gel!” desen kalbin coşuyor
Ağlasan da inlesen de yeridir
İnsan değil, bu aşk dağlar eritir…

Yani sâhib-i kasîde buyururlar ki: “Ey benim dertli gönlüm! Sen âşık değilim dersin. Ya gözlerine ne oldu ki, ağlamayınız desen yine dinlemeyip seyelân ederler; yani yaş akıtırlar. Hem de kalbine ne oldu ki ifâkat bulucu ol desen mütehayyir ve melûl olur.”

4- Zannediyor mu o âşık, kalacak sevdası gizli?
Kanlı akarken gözyaşı, aşkla yanıyorken kalbi.

Paslanan dağlardan güneş batarken
Dalgın dalgın ufuklara bakarken
Istırapla gözyaşları akarken
Âşık sanır mı ki aşk gizli kalır?!
Ârifler âşığı yüzünden tanır.

Yani sâhib-i kasîde buyururlar ki: “Ey benim şahs-ı mücerredim! Âşık olan kimse, ağlayıcı göz ve yanıcı kalb arasında iken aşk ve muhabbet gizlenir mi zanneder? Öyle zannetmesin. Zîrâ, bu ikisi (ağlayıcı göz ve yanıcı kalp) aşk ve muhabbet bulunduğuna iki şâhid-i âdildir.”

5- Olmasaydı bu aşk eğer, ağlar mıydın haraplıkta?
Kaçırır mıydın uykunu? “Ban”la “Âlem”* anıldıkta.

Vîrâne görünce yar otağını
Aşktır hatırlatan sevgi çağını
Sorgun ağacıyla Alem Dağını
Anar anar uyku girmez gözlere,
Bakar ağlar dosttan kalan izlere!

Âhir beyitte olan “Âlem”, “dağ” manasınadır. Burada murâd, cebel-i Hirâ’dır. Yani sâhib-i kasîde buyururlar ki: “Ey benim dertli gönlüm! Eğer senin aşkın olmayaydı, Hazret-i Sultân-ı şefâatın terk buyurduğu Mekke-i Mükerreme’yi ve mağarasında gizlendiği dağı hatırlayıp göz yaşı akıtmazdın. Madem akıtırsın öyle ise âşıksın.”

6- Nasıl inkâr edersin ki? Tutku dolu aşkını sen,
Hastalığın ve gözyaşın, iki adil şahitlerken.

İnkâr edemezsin artık bu işi
Besbelli ki sarmış aşkın ateşi
Sapsarı bir çehre, akan gözyaşı,
İki âdil şâhit olduktan sonra;
Gülbenzin sararıp solduktan sonra…

Yani sâhib-i kasîde buyururlar ki: “Ey benim gönlüm! Her birisi şâhid-i âdil olan göz yaşı ve kalb hastalığının eseri rûyunda(yanağında) durup şahitlik ederken, sen nasıl olur da âşık değilim diyerek inkar-ı muhabbet eylersin?”

7- Aşkın ateş ve elemi, iki yanağına çekti
Bahar çiçekleri gibi, sarı ve al çizgileri,

Bu aşkın elinden n’olmuşsun gönül,
Henüz gonca iken solmuşsun gönül,
Istıraba sahne olmuşsun gönül!
Kan çanağı gözler, sapsarı çehre,
Daha böyle âşık gelmedi dehre…

Âhir beyitte olan “Anem”, kendisinden kırmızı boya olan bir çeşit ağaçtır. Yani sâhib-i kasîde buyururlar ki: “Ey şahs-ı mücerredim! Aşk ve muhabbet, senin iki yanağın üzerinde kanlı göz yaşından ve sufret-i vechden iki hat yani iki çizgi isbât eyledi. O iki hattın birisi sarı gül gibidir ve diğeri de kırmızı anem boyasına benzer.”

8- Evet, uykularım kaçtı, yârin hayali gelince,
Bu karasevda yüzünden, zevkler oldu hep işkence.

Gece geldi sevgilimin hayali,
Beni benden aldı o nur cemâli,
Tatmayan bilmezmiş bu mutlu hâli
Aşksız geçen her an ömre ziyandır,
Sevgide hem lezzet hem elem vardır.

Yani sâhib-i kasîde buyururlar ki: “Benim aşkı inkarıma inanmadın. Artık ben de izhâr eyleyip haber vereyim. Evet, benim sevdiğim Hazret-i Resûlullâh’ın hayali gece karşımda yürüyüp beni uyandırdı. Zîrâ muhabbet, ok gibi âşıkın lezzetlerini helâk eyler.”

9- Ey beni daim kınayan, Üzre* aşkımın yüzünden,
Biraz adil davransaydın, özrümü hoş görürdün sen,

Sevda derler buna, can dayanır mı!
Diz çöksem yalvarsam, yar inanır mı?
Âşık olan kimse hiç kınanır mı?!
Uzreliler gibi âşıkım diye,
Dillere düşürüp kınamak niye?.

Âhir beyitte olan “Üzre”, Fertleri kara sevda düşkünü çok iffetli Yemenli bir kabiledir. Yani sâhib-i kasîde buyururlar ki: “Ey Benî Üzre kabilesine mensup olan! Ve ey aşk ve muhabbette onlar gibi âşık olmaklığımda ayıplayan kimse! Benden sana olan i’tizârımı kabûl eyle. Eğer sen benim halimi bilip insâf eyleyeydin asla levm etmezdin.”

10- Tüm hallerimi öğrendin, yok artık hiç sırrım, gizlim,
Gammazlar bile biliyor; ne çaresiz benim derdim.

Birden can evime saplandı bir ok,
Hâlim sence malum, ıstırabım çok…
Benim koğucudan saklım gizlim yok
Neler çektim neler, saymakla bitmez,
Gönül yarasına merhem kâr etmez…

Yani sâhib-i kasîde buyururlar ki: “Ey beni levm eyleyen levm edici! Benim hâlim sana tecavüz eyledi. Yani hâlimi bildin ve sırrım da gammâzlardan gizlice olmadı. Vâsıla dûçâr olduğum illet-i aşk münkatı olmadı. Belki de günbegün daha da artacaktır.”

11- Ne yazık ki duyamadım, o candan öğütlerini,
Benim gibi mecnun âşık, duyar mı hiç söyleneni?

“Sevdadır bu canım, artırır” derdin,
“İçin için yakar inletir” derdin,
Sen bana en içten öğütler verdin.
Ne çâre sağırdır, aşık işitmez,
Verilen öğüde aldırış etmez.

Yani sâhib-i kasîde buyururlar ki: “Ey bana pend ü nasîhat eyleyen zâhid! Sen bana vâkıa mahz-ı nasîhat eyleyüp ıslâhımı murâd eyledin ise de, ben o senin nasihatini duymadım, dikkate almadım. Zîrâ aşk ve muhabbet sâhibi olan zât, levm edeceklerin zemmine karşı sağırdır.”

12- Ak saçın uyarısına, olumsuz gözle bakardım
Meğer o candan öğütler, olmalıymış hep ilk adım.

Simsiyah saçlarım tel tel ağardı,
Dile gelip her tel beni uyardı,
Sağır bile bu îkâzı duyardı!
Bunca uyarıyı hep yalanladım,
Fakat doğru imiş, çok geç anladım.

Yani sâhib-i kasîde buyururlar ki: “Eyvâh! Ben ihtiyârlık ve pîrlik hâletinin nasîhat edicisini, yani ‘işte ben sana geldim bundan sonra sen pîr oldun, böyle hal sende ayıptır.’ diyerek ayıplamasını töhmet saydım.”

Suriyeli Ahmed ve Yusuf Al-Mezarze yorumuyla

Hâmiş: Her biri ayrı zevke hitab eden tercümelerdeki siyah renk, merhum Prof. Dr. M. Es’ad Coşan (v.2001), yeşil renk, Prof. Dr. Mahmud Kaya ve gri renkli izahat ise Rumeli Kazaskerlerinden Muhammed Feyzi Efendi’ye(v.1900) aittir.

Buradan merhum Prof. Dr. Mahmud Esâd Coşan Hocamızın ses verdiği Kaside-i Bürde-i Şerif’in tamamını dinleyebilirsiniz.

umutrehberi · Kasîde-i Bürde

Buradan da Prof. Dr. Mahmud Kaya Hocamızın ses ve mâna verdiği Kaside-i Bürde-i Şerif’in tamamına ulaşabilirsiniz.