Usûlî dilinden Münâcat

Tarîk-i Gülşenî içre, melâmet neş’esinde bir gül-i rânâ
Vardar Yeniceli Abdullah USÛLÎ أصولى (v. 1538)

Sönmez seher-i haşre kadar şi’r-i kadîm
Bir meş’aledir devr edilir elden ele

usuli_1

Taşrada, o dönemin Selânik vilâyetine bağlı bu küçük kaza merkezinde, bir kültür havzası inşa edecek Anadolu irfanının nerelerden mayalandığına dair mühim ipuçları olsa gerek Aşık Çelebi’nin işâretinde: “Rivâyet ederler ki Prizren’de oğlan doğsa, adından akdem mahlas koyarlar. Yenice’de doğan oğlan, baba diyecek vakit Farisî söyler. Priştine’de oğlan doğsa, dividi belinde doğar.”

İşte bu tasavvufî cereyân ile yetişen Usûlî’nin üslûbu âlem-i tekliften bile âzâde, rindmeşreb bir tavır sergiler, samîmî ve derinliği olan ruhunu, Mısır’da Dede Ömer Rûşenî halifesi İbrahim Gülşenî (v. 1533)  hazretlerinin hizmetinde geçen yıllarından alır. Biz dahi “Vâh kim gitdi Usûlî dermend” dimezden önce Fatihalar ihsân eyleyelim bende-i âl-i âbâ hazretimin aziz ruhaniyetlerine.

Buradan ikram edeceğimiz Mi’râciyesinden beyitlerle feth-i kelâm eyleyelim:

Bir avuç topraktan insân eyledi
Hem hilâfet verdi sultân eyledi

Kendi esrârından âgâh eyledi
Vâsıl-ı makbûl-i dergâh eyledi

Hâk-i nâçîzi tüvânâ eyledi
İlm verdi anı dânâ eyledi

Âfitâb-ı ruhu tâbân eyledi
Âdemin hâkinde pinhân eyledi

Gelelim münâcâtlara… lugatte “fısıldamak” anlamındaki necv kökünden türeyen münâcât “fısıldamak, sözü gizlice söylemek ve bir sırrı paylaşmak” demekse de biz burada.n tarif için aleni fısıldayacağız. Kulun her türlü sanat endişesini bir tarafa bırakarak doğrudan ve samimiyetle Allah’a yönelmesinin bir gereği olarak münâcâtlarda duygulu ve rikkatli bir üslûp ortaya çıkmıştır.

Görelim bu üslûb Usûli’den nice devr ider gönülden gönüle…

usuli_2

MÜNÂCÂT

Yâ ilâh’el-âlemin dil-hasteyem
Bu kuyûd-ı nefs ile pâ-besteyem

Bende-i gam-gînini şâd eylegil
Kayd-ı nefsâniden âzâd eylegil

Nûr-ı Ahmed hürmetiyçün ey Ehad
Habs-i zulmânîde koyma tâ ebed

Ayırıcak bu tenimi cândan
Cânımı ayırmagıl imândan

Çünki bu hâkî tenim hâk edesin
Umaram kim şirkden pâk edesin

Çün bizi hâk iken insan eyledin
Bî-nihâyet bize ihsân eyledin

Çünki ihsânını gördük bu kadar
Eyleme âhir behâyimden beter

Yolumu urdu benim nefs-i leîm
Bu belâdan beni kurtar ey Kerîm

Bir garîbem rehgüzerde kalmışam
Asîyem havf ü hatarda kalmışam

Hâb-ı gafletden beni bîdâr kıl
Rahmetin bâğında berhûr-dâr kıl

Ver bekânı et beni benden fenâ
Rabbenâ fağfirlenâ verhamlenâ

Aç dilimiz rahmetinle ey Gafûr
Tâ olalım biz dahi abden şekûr

Zâhirimi meskenetle hâk kıl
Bâtınımı lîk nûr-ı pâk kıl

Yâ ilâhî eylegil bir feth-i bâb
Gitsin ortadan bu yetmişbin hicâb

Gündüzün zerrin kabasın çâk kıl
Gecenin zülf-i siyâhın hâk kıl

Bu anâsırdan vücûdum eyle pâk
Yele versin kalmasın bir zerre hâk

Hâke sür yüzün hevâ-yı serkeşin
Koy ocağına sevâb u ateşin

Yolum üzre koma yâ Rab hiç pîç
Tâ ki senden gayri görünmeye hîç

Âline evlâdına eshâbına
Cümle-i ezvâcına ahbâbına
 ﷺ
Bin du’a vü bin selâm ü bin senâ
Bin gedâdan olsun anlardan yana

Buraya kadar olan manayı incitmeden, bir mertebeden sözü dizmek icâb iderse: Ey âlemlerin Rabbi olan Allah’ım peşinen itiraf ederim ki gönlü yaralı bir aşığınım, böyle iken dahi arzu ve heves bağıyla, nefsimin türlü kötü huyları ile kımıldayamaz olmuş, esir düşmüşüm. Bağlandığı bu dertlerden kederli esirini nefsani bağlarından, ağırlıklarından âzâd eyleyip sevindiriver.

Beden, ruhun bağıdır. Ruh, bedenden kurtulmak, o bağı çözmek ister. Fakat biz, kafeste yaşamaya alıştığımız için ölümden korkuyoruz. İnsanın alıştığı ortamdan kopması zordur. İnsan bedeni, ten sureti bir cam şişe gibidir. Kimse onu kırmadan içinde ne olduğunu bilip göremez. O camın içindeki kendi özü renksizdir. Biz o nurun gölgesinin gölgesiyiz. İçimizdeki de aynı gölgedir. O gölgenin beden camına vurması, cama bir renk vermektedir. Can, Allah’ın nuru, beden ise o nurun gölgesidir.

Uğruna alemlerin yaratıldığı Ahmed’in nuru, Ehad olan zâtının mim nuru hürmetine bu karanlık hapiste tutma, ten kafesinde bırakma, nefs alışkanlıklarında koyma sonsuza dek bırakma cehennemde.

Ehad Ahmed.. celle celaluhu sallallahu aleyhi ve sellem. Birbirini sımsıkı kucaklamış iki kelime. Ehad, birlerin içine girmeyen bir tek! Ahmed, beşer şahsiyetinin övülmesinde kullanılabilecek en zirve kelime! İki kelime arasında mim farkı… Ehad tecellisine; mim harfini ekleyince Ahmed’i görürüz. Mim henüz daha yazılışında bile boynu bükük bir harftir; secdeyi, kulun rabbine en yakın olduğu makamı sembolize eder… Ehad’e ulaşmanın yegane yolu; Rabb ile abd arasına Ahmed’e kurdurulan mim köprüsüdür. “Bir nefestir mim-i Ahmed, vâlid-i mevlüd o mim” Eski Türkçe’de Ehad ile Ahmed kelimelerinin yazılışları arasında bir “mim” farkı vardır. Mim de م‎ yuvarlak bir harftir. Hz. Mevlâna o mimi gözbebeğine benzeterek “Ahmed, Ehad’in gözbebeğidir” demiştir. “mim-i Ahmed” Ehad’den Ahmed’i ayıran mim’dir, o bütün doğumların -burada insan doğumundan bahsedilmiyor, arş, sema, kürsi, kalem ne varsa- hakiki sebebi işte o mim’dir, Ahmed’in mim’idir, yani Ahmed’dir. Ehad ile Ahmed arasında bir mim- i imkan farkı var. “Ayn-ı Ehad idi Ahmed ey cân olmaya idi arada mim-i imkân” Mîm-i Ahmed’den zuhûr-ı kâ’inât, Mîm-i Ahmed mazhar-ı sırr-ı sıfât!

Ey iman edenler… Allâh’tan (size yaptıklarınızın sonuçlarını kesinlikle yaşatacağı için) hakkıyla sakının ve ancak teslim olmuşluğunu yaşayanlar olarak, ancak müslüman olarak can verin [3:102]

Bir “Gel” nidâsı ile Emr-i Hak vâki olup bu tenim candan ayrıldığında, cânımı imandan ayırma ne olur, vereyim tâ bu iman ile cânım. İnsanı kendi ruhundan üflediğin ruh ve bir avuç toptaktan yarattığın bedenden terkip ettin, ten yeniden toprağa verildiğinde, ruhumu da şirk, iki görme hastalığından temizlendiği halde aslına döndüresin. Bir avuç toprak iken kendi ruhundan üfleyip insan etmekle sonsuz bir armağan vermiş oldun. Madem başlangıçtan beri, bu kadar lütuf ve bağışta bulundun, işin sonunu da güzel eyle, hayvandan aşağı saydıklarından beter eyleme.

Andolsun ki cin ve insten çoğunu cehennem yaşamı için yaratıp, çoğalttık! Ki onların kalpleri (şuurları) var, (hakikati) kavrayamazlar; gözleri var bunların, onlarla baktıklarını değerlendiremezler; kulakları var, onlarla duyduklarını kavrayamazlar!.. İşte bunlar hayvanlar gibidirler; belki daha aşağıda daha da şaşkın! Onlar gâfillerin (gılaf içinde – kozalarında yaşayanların) ta kendileridir! [7:179]

Kötü huyları nedeniyle kınanan, aşağılık nefsim sana varan yolumu kesti. Nefsin belâsından kurtar beni ey Kerim Allahım. Sen öylesine cömertsin ki, seni inkar ile açığa çıkanlara dahi sayısız nimetler bağışlar durursun, vuslat yolunu kesen nefsimin bağlarını da çözüver. Sana varan yol üstünde kalmış garibanın biriyim. Senin emirlerine uymayan nefsimden sebep korku ve güvensizlik içindeyim. Bu gaflet uykusundan, açık gerçeği görememe halinden uyandır. Rahmetin bağında, merhametinle muamele eyle, acıyıver de tuttuğum işten semere göreyim, netice bulayım, güzel sona ereyim.

Gerçek şu ki kullarımdan bir kısmı: ‘Rabbimiz, iman ettik… Bizi mağfiret et ve bize rahmet et… Sen Rahîm olanların en hayırlısısın’ derlerdi… [23:109]

Al beni benden, kayd-ı bedenden, ayırma senden… Beni bende öldürüp sende yaşat, bizim günahlarımızı bağışla ve bize acı Rabbimiz. Fenâ, yok olmak, geçici olmak anlamına gelen bekâ ise kalıcı olmak, ölümsüz olmak anlamına gelen Arapça kelimelerdir. Kulun benliğinin Allah’ın varlığında yok olması, eşyânın nazarından silinmesi, kendi fiilini göremez olması, kesret âleminin kayıtlarından sıyrılıp Hakk’ın tasarrufu altına girmesi hâli, fenâfillâh. Sonrasında hemen bekâbillah, ebedî ve ezelî olan Allah’ın bekâsı ile bâkî olma hâli. Olanların “Benden benliğim gitti, hep mülkünü dost tuttu” buyurduğu makam.

(Ey) Nuh ile beraber (gemide) taşıdıklarımızın torunları… Muhakkak ki O, çok şükreden bir kul, abden şekûr idi. [17:3]

Dünyada da günahlarımızı örtüver Ey Gafûr olan Rabbimiz, bu tecelli denizinden bir rahmet ile gönlümüzü aç, dilimizin bağlarını çözüver ki biz de şükreden bir kul olalım.

Dünyaya bakan dış yüzümü, aczimi, fakirliğimi, yokluğu bilmekle mütevazı eyle, her türlü külfete dayanıklı toprak gibi eyle. Lâkin iç yüzümü, sırrımı nurunla tertemiz eyle, hâlis bir kulun olayım.

Ref olup ol Şah’a yetmişbin hicâb,
Nûr-i tevhid açtı vechinden nikâb

Habibi Kibriya efendimize açtığın gibi bize de kapıları öyle bir aç ki Allahım,  aramızdaki kavuşmaya engel yetmiş bin kilit açılıversin.

Muhakkak Allah için (mahlukat ile kendi arasında) nurdan ve zulmetten yetmişbin hicap (perde) vardır. Eğer açılacak olsa, O (Mevlâ Tealâ) nın Cemalinin nuru, görmesinin ulaştığı yere kadar olan şeyleri elbette yakar (yok eder) di. Ancak fenâ ve bekâ mertebelerine erişmiş olan Arif-i billah’a manevi kuvvet verilir, keyfiyetsiz bir hâle gelir, işte bu durumda olan Zat-ı Pak-i Sübhaniyeye yaklaşabilir.

Gündüzün alem-i kesret içindeki altın renkli örtüsünü yırt aç. Gecenin, alem-i vahdetteki siyah zülfünü toz toprak eyle. Yani beni iyi, kötü kaydından, ikilikten kurtar, vahdette kesreti, kesrette vahdeti bulan tevhid ehlinden eyle. Tam da olanların “Geç ak ile karadan, halkı çıkar aradan” buyurduğu yerdir burası.

Toprak, su, hava, ateş unsurlarına bağlı kalmaktan, ten mezbelesinde yaşamaktan kurtar, kirlerimden arındır beni. Bu ağırlıklarımdan zerre kalmayacak şekilde savurup havaya atıver. Söz dinlemeyen, gem vuramadığım isyankar arzularımı yerle bir et. Sevap ve günah kaydının ocağına koy yakıver gitsin.

Sana varan bu yolum üzre hiç piç kalmasın. Piç, farsçada labirent, açmaz, içinden çıkılmadık dolaşık mesele manasına gelir. Yozlaşıp, eksik kalıp aslına ve nesline benzemeyene de piç derler. Hem iç yüzümde vuslata mani hal kalmasın, hem yolumdan nesli bozuklar gelmesin. Bu hale erdiğimde gözüme senden gayrısı görünmez olur.

Hep görünen Dost yüzü
Andan ayırmam gözü
Gitmez dilimden sözü
Çağırıram; Dost, Dost…

Görem Hu, İşidirem, Hu, Diyem Hu

Kendi miracını bul

Ey yolcu,
Bir gece kulunu, Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya ayetlerimizi O’na göstermek için götüren (Allah) her türlü noksanlıktan uzaktır. Şüphesiz O, her şeyi işiten ve görendir. [İsrâ, 1]

Gel beri ey aşk odına yanıcı
Kendini ma’şuka aşık sanıcı
Dinle mi’racını ol şâhın ayân
Aşık isen aşk odına durma yan
mirac_2016Nûr-ı Zât-i Mustafa’nın hakkıçün
Sırr-ı arş-ı Kibriyâ’nın hakkıçün
Rûyine müştâk olanlar hakkıçün
Aşkına uşşâk olanlar hakkıçün
Va’dini ihsân kıl âşıklara
Din yolunda sa’y eden sâdıklara

Belki böyle bir gündü ve belki böyle bir gece; sessiz, sâkin ama hüzünlü…
Ölümün alıp götürdüklerinin yerine katbekat hüzün getirmişti bu kez mevsim.

Yıldızlı bir gecenin gizleyemediği, yalnızlığın, öksüzlüğün, ıssızlığın bilmem hangi vakti… ve incinen bir gül yaprağının yaralarını iyileştirmek için sığındığı ve sarındığı bilmem kaçıncı karanlık ve yalnızlık…

Bilir misiniz kimileri gecenin karanlığında düşer yalnızlığa,
kimileri yalnızlığıyla gecelerin içinde yükselir.

Kimileri için gündüzleri düğümlenir bütün yollar,
kaybedilen yönler şükür secdeleriyle aydınlanan bir gece yürüyüşü ile bulunur.

Davet Allah’tan Habîbine geliyorsa eğer, yoldaş Cebrâil, yolculuk İsrâ, gecenin adı Miraç olur. Gece yolcusu Resulullah ise bütün renkler nur, bütün sesler bir olur.

Miraç, göklerden gelen yüce bir davetle başlayan, beklenen bir aşk uçuşu,
Miraç, Rab’den kullarına armağanlar getiren bir gece yolculuğu, çıkmaz yollarımızı göklere bağlayan tertemiz secdelerimiz,
Miraç, ruhumuzu yalnızlıktan sıyırıp günde beş kere Allah’ın davetine taşıdığımız vakitlerimiz, içimizde hiç sönmeden yanan kandillerimiz ve arınmış bir ruhla, geceler ve gündüzler boyu Resulullah’ın emanetiyle, O’nun öğrettiği şekliyle kanatlanışımız.

Miraç, düştüğümüz yerden çıkabilelim diye bize uzatılan, bir ucu cemâle varan ne yüce bir ip yani namazın doğum günü, mâdem namaz, mü’minin miracıdır; mübarek olsun, aslını bulsun efendim…

Bugün Miraç Kandili; ayetlerinden bir kısmını göstermek için geceleyin, kulunu yürüten ve günde beş vakit miracı kullarına hediye eden Allah’a hamd olsun…

Miraç Kandiliniz mübarek olsun, mahzâ hayr olsun, vesîle-i tevhîd olsun

Düştüğüne eyleme teessüf
Mi’râcını çehte buldu Yûsuf
Benim halim perişan, mirac ile yükselmek neyime deme. Düştüğün hallere teessüf eyleme, Hz. Yusuf (as) dahî kendini yükseltecek merdiveni ancak kuyuya düştüğünde buldu.

Bil vesile, gönül kandilinizin çerağı her dem rûşen olsun, Mevlam aşk yolunda sabır ve talebinizi ziyade eyleyip salât-ı hakiki ile kendi miracınızı ikram buyursun… Ta böylece Miracla “Hazret-i insan” olduğumuzun farkına varmalı, en azından namazla ferahlayıp dünyanın hayhuyundan sıyrılıp kendi miracımıza yaklaşmalı,

Hak müyesser eyleye..

Ey Kıble-i İslâm ü dîn
Kutlu olsun sâna mîrâc-i güzîn
Biz kamûmuz kullarız sen şâhsın
Gönlümüz îçinde rûşen mâhsın
Ümmetin olduğumuz devlet yeter
Hizmetin kıldığımız izzet yeter!
Mirac gecesinde Peygamber Efendimiz, ilahî aşk ile kendinden geçti de yüz binlerce yıllık yolu aşıverdi! Ya Vedûd! sen de bizi aşkınla yakıp benliğimiz yok et! Çünkü, sen bir güneşsin; biz de gölgeleriz! Ya Vedûd! bizlere de aşık-ı sâdıkların halleriyle hallenmeyi ve ateş-i aşk ile nefsin bütün çirkin vasıflarını yakarak arınmayı lutf u kereminle nasib eyleyiver.

Mirac Ya Vedûd

Ey âşık-ı sâdık,
Bir gece kulunu, Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya ayetlerimizi O’na göstermek için götüren (Allah) her türlü noksanlıktan uzaktır. Şüphesiz O, her şeyi işiten ve görendir. [İsrâ, 1]

Ey Kıble-i İslâm ü dîn
Kutlu olsun sâna mîrâc-i güzîn
Biz kamûmuz kullarız sen şâhsın
Gönlümüz îçinde rûşen mâhsın
Ümmetin olduğumuz devlet yeter
Hizmetin kıldığımız izzet yeter!

Gözünün perdesini açarsan, pek sevdiği kulunu geceleyin yürüten Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir! Hz. Peygamber’e Miraç’ta kendi cemâlini gösterirsin; Geceleyin kulunu yürüten Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir! Aşk şarabı olur, coşar köpürürsün! Bu yüzden, daha fazla kendinden geçer, aklını kaybedersin! Binlerce aklı da alır götürürsün! Geceleyin kulunu yürüten Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir! Canın başına bir taç geçirirsin, gönlünü alır, Mirac’a çıkarırsın; onu, iki dünyadan da ötelere yükseltirsin! Geceleyin kulunu yürüten Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir! Gönül, Sen’in lûtfunla yükselir, uçar; çölleri, ovaları aşar ve bütün canlardan ileriye geçer! Derken, ansızın karşısına Sen çıkarsın! Geceleyin kulunu yürüten Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir! Lûtfu ile, sevgisi ile yücelttiğini, ötelere götürdüğünü, mekansızlık bahçesine kondurur, ona ikramlarda bulunursun! Geceleyin kulunu yürüten Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir! Nerede olursak olalım, bizimle beraber olduğun için öyle seviniyorum ki, gönlüm, her an uçmada, her an sabır elbisesini yırtmadadır! Geceleyin kulunu yürüten Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir! Altı cihetten (yönden) de kaçar, o lûtuf kapısına sarılırım! Çünkü Sen, pek gönüller bağlayansın, pek güzelsin! Geceleyin kulunu yürüten Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir! O büyük ve eşsiz varlık, canlara can verdi, gönülleri neşe ile oynatmaya başladı! Yokluğa bile sevda verdi, onu sevdalı kıldı! Geceleyin kulunu yürüten Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir! Ey gönül! Yücelere, ötelere doğru kaç; Çünkü sen, elsizsin ayaksızsın! Geceleyin kulunu yürüten Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir! [Hz. Pir Mevlana]

Evvel Allah âdınî yâd eyleriz, dil dil olmuş kalbi dilşâd eyleriz

Şükür erdik Leyle-i Mi’râc’a… Gece, aşık-ı sâdıkı mirac merdiveni ile maşuka erdirendir. Gece ile sevgili arasındaki irtibatı gösteren belgelerden biri de Leylâ’dır. İslam dünyasında aşk denince akla gelen bu kelime Aşk’ın Leyla’sı Arapça gece mânâsında “leyl” den türemiştir. Böylece sevgili ile gece, gece ile sevgili bütünleşmiş, sevgili ile gecenin sihir ve sonsuzluğu, aşk ile gecenin sükûnet ve ızdırâbı bir araya gelmiştir.

Aşk, güzellik padişahının damına çıkılacak bir merdivendir. Sen gel de Mirac hikayesini aşığın yüzünden oku! Renk aleminden mücerret olan Mi’rac hikayesini, ben bî-dile, yani vecde müstağrak olmuş bayılmış olan bana sorma. Katre, derya oldu. Bilmem ki, peygamber ne oldu?

Vakit geçti, akşam oldu. Güneş kuyuya girdi, kendini gizledi. Ey bahtlı kişiler, mânâ ayının doğacağı feyizlerin, rahmetlerin yağacağı zaman geldi. Geceleyin ruhlar, makamlarına ulaşırlar, istekleri yerine gelir. Gecenin kıymetini, kudretini bilip anlayan kişi, gündüz gibi parlak bir gönül elde eder. Ey gündüz, yoksa sen mahşer günü müsün? Çünkü sen gelince bütün insanlar uykudan uyandılar, hayatlarını kazanmak için meydanlara döküldüler. Ey Hakk aşığı, beden kuyusunda gaflete dalma, aklını başına al da gökyüzü kovasını tut! Hz. Yusuf o kovayı tuttu da, kuyudan kurtuldu. Devlete erdi, Mısır’a sultan oldu. Karanlık gecede Mustafa (s.a.v.) gibi, safa aramaya bak! Çünkü o mânâ padişâhı bir gece Mîrac etti de eşsiz, benzersiz bir hale geldi. Geceleyin herkes sustu. Sen de onun huzuruna çıkman, ona münacatta bulunman, onunla manen buluşman için, abdest al; acele hazırlan; çünkü sesler, gürültüler halvet yerinin huzurunu kaçırır. [Hz. Pir Mevlana]

Nâyi Osman Dedemiz tarafından bestelenen ve dini mûsikîmizin en sanatlı eseri olan Miraciye’den bir Durak ile Dügah bahrinden mevc urup geldik efendim:

Çün irade kıldı ol Rabbü’l enâm
Kim Muhammed bûla ikrâm-ı temâm

Biline Peygamber-i alîcenâb
Kavl ü fi’li bencedir ayn-ı kitâb

Yâd olunsun mu’cizât-ı Ahmedî
Hoş bilinsün zât-ı pâk-i emcedi

Mu’cizâtından biri mirâcıdır
Hazret-i Peygamber’i i’râcıdır
[248. Mestmp3]

Nâyi Osman Dede, Galata Mevlevihanesi’nde Şeyh Gavsi Ahmed Dede’ye bağlanmış, çilesini tamamlayarak aynı mevlevihanede neyzenlik ve ve 1679’dan itibaren de neyzenbaşılık yapmış, neyzenbaşı iken şeyhinin kızı Hatice Hanım ile evlenmiş bir mutasavvıf. Kutb-i Nâyî unvanı, yani yaşadığı dönemin en büyük neyzenine verilen sıfat, Hz. Mevlânâ’nın neyzenbaşısı Kutb-i Nâyî Hamza Dede’den sonra ikinci olarak Osman Dede’ye verilmiş. Mîrâciye’nin bestelenmesine gelince… Bir Regaip Gecesi Osman Dede devrin büyük mutasavvıflarından yakın dostu Mehmet Nasûhî Efendi’nin Üsküdar’daki Nasûhî dergahına gelir. Nasûhî Efendi, Osman Dede’ye, “Mevlid Kandili için Mevlid-i Şerif var. Miraç Kandili için bir eser yok. Bir Mîrâciye yazıp bestele de okunsun” der. Bunun üzerine Osman Dede, Mîrâç Kandili’ne kadar olan kısa zaman içinde 400 mısradan oluşan, mesnevi tarzındaki Mîrâciye’yi besteler ve eser ilk olarak Nasûhî Dergahı’nda okunur. Mîrâciye’nin bundan sonra Miraç kandillerinde yatsı namazını müteakip okunması adet haline gelir. Münâcât esnasında her mısranın sonunda zâkirler tarafından “Ikbel yâ Mûcîb” denilir, böylece Mirâciye son bulurdu. Münâcât okunurken dinleyicilere gül suyu serpilir, şeker ve şerbet dağıtılır, ayrıca kaynamış süt ikram edilir ve bu iş vakıf yolu ile yürütülürdü eski devrin gül bahçelerinde…

Kimde kim aşkın nişânı vardurur, âkibet maşûka ânı irgörür

Bir kimsede aşkın nişan, alamet ve belirtilerinin zâhir olması, maşûkun ona koyduğu, nakşettiği birtakım işâretler olup samimiyet ve talep devam ettiği takdirde “Ey Sevgili! merak etme ve sabırla kapımı bekle! Bir gün seni huzuruma alacağım ve cemâlimi sana ikram edeceğim!” müjdecisi ve habercisi zımnındadır. Yani samimi bir aşk, maşukla vuslata vesiledir, biiznillahi Teala…

Sürekli artan bir ateş-i aşk, samimi bir taleb ve sabr-ı cemîl…

Aşıkların serveri, dertlerin tabibi Habibullah Efendimiz, ilahi aşkı kainatta en mükemmel manada zatı saadetlerinde yaşayan bir Hazret-i insandır.

Aşktır seyr ü sülûkune delil
Akl u fikri istemez n’eyler gönül
Leytetü’l Mir’ac olur her gecesi
Her deminde Hazrete erer gönül

Mirac gecesinde Peygamber Efendimiz, ilahî aşk ile kendinden geçti de yüz binlerce yıllık yolu aşıverdi! Ya Vedûd! sen de bizi aşkınla yakıp benliğimiz yok et! Çünkü, sen bir güneşsin; biz de gölgeleriz! Ya Vedûd! bizlere de aşık-ı sâdıkların halleriyle hallenmeyi ve ateş-i aşk ile nefsin bütün çirkin vasıflarını yakarak arınmayı lutf u kereminle nasib eyleyiver…

Peki bu geceden, mirac’dan bizlerin nasibi nice olur?

Sular temizlenmek için buhar halinde göklere yükseldikleri gibi, bir mümin de manen temizlenmek için namaza durur. O da su gibi göklere yükselmek ister. Bu yüzdendir ki Azîz Peygamber Efendimiz; “Namaz müminin miracıdır.” Diye buyurmuştur. Şu halde müminin namaza durması, onun ötelere, mânâ âlemine sefere çıkması ve Hakk’ın huzûruna varması sayılır. Namazı bitirmesi göklere doğru yaptığı seferden dönmesi sayılır. Seferden dönen bir kimse, ailesine dostlarına selam verdiği gibi, namazı kılan mümin de namazı bitirince iki tarafına selam verir.

Mirac demek kendi vücudundan kopup (fenafillah) Allah ile bâki olmak (bekabillah) demektir. Mü’minlerin miracı da namazdır. Allâh u ekber.. diyerek iki elimizi kaldırıyor dünyayı da ahireti de attık diyoruz (terk-i dünya, terk-i ukba) Dünya ve ahiret kalkınca ne kalıyor? Yalnız Allah …

Nûr-ı Zât-i Mustafa’nın hakkıçün
Sırr-ı arş-ı Kibriyâ’nın hakkıçün

Rûyine müştâk olanlar hakkıçün
Aşkına uşşâk olanlar hakkıçün

Va’dini ihsân kıl âşıklara
Din yolunda sa’y eden sâdıklara

Bil vesile, gönül kandilinizin çerağı her dem rûşen olsun, Mevlam aşk yolunda sabır ve talebinizi ziyade eyleyip salât-ı hakiki ile miracınızı ikram buyursun… Ta böylece Miracla “Hazret-i insan” olduğumuzun farkına varmalı, en azından namazla ferahlayıp dünyanın hayhuyundan sıyrılıp kendi miracımıza yaklaşmalı,Hak müyesser eyleye..

Ikbel yâ Mûcîb, Ikbel yâ Mûcîb, Ikbel yâ Mûcîb, Âmin Ya Mûin, bi hürmeti men erseltehu rahmeten lil alemin

Aşk, gönül şehrini her zaman yağma eder durur da aşık onun için dağınık sözler söyler. Kelamı mucibince yerine vâsıl edemedik, kusurlar affola efendim…

Muhabbet-i Ehli beyt-i Mustafa üzerlerimize sâyebân,
Vakt-i şerif, sebeb-i gufran, aleme bayram olan Cuma, vuslat vesilesi Mirac-ı Şerif, ömür ve şahsiyetlerimiz, ahir ve akibet, zahir ve batınlarımız hayrola, aşk ola, aşk ile dola, Aşkullah, Muhabbettullah, Marifetullah, Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola erenler

Umalım ki Mevlam söylediklerimizi önce bize duyursun,
sonra ihtiyacı olanlara tesir buyursun. . .


Sözü çok olanın, yalanı dahi çok olur imiş;
Yüksek müsaadelerinizle

Mevlam ateş-i aşkınızı ziyâde eylesin

Gam ve telaş sizlerden uzak olsun da
huzur bulasınız efendim